İsrail’de tarihinde hiç olmadığı kadar 13 haftadır süregelen kitlesel protestoların ardında, ülkenin genelde iyi eğitimli, liberal, seküler ve sol cenah ile devletin kuruluş değerlerini ve dengelerini içselleştirmiş kimi devlet adamı, bürokrat ve askerlerin demokrasi kaygıları yatmakta.
Protestoların kaynağı Kasım 2022’de yapılan genel seçimlerden sonra Binyamin Netanyahu’nun Likud partisi liderliğinde kurulan ve içinde aşırı sağ ve dinci partilerin de bulunduğu koalisyonun İsrail parlamentosu Knesset’te elde ettiği çoğunluk sayesinde, kendilerinin ‘yargı reformu’ dediği yeni bir yargı düzenlemesini yasalaştırmaya karar vermeleri.
İsrail’in bir Anayasası yok. Ülke 1948’de kuruluşunun akabinde solcu ve sağcı Siyonistler ve sekülerler ile dindarların üzerinde uzlaştığı “Temel Yasalar” ile yönetiliyor. Bunların evrensel insan hakları ilkelerine uygunluğu 1992’de kabul edildi.
İsrail sağı, Yüksek Mahkeme’nin yetkilerinin özellikle bazı konularda yürütme erkinin üzerine çıkmasının ülke genelinde bir kaos yarattığına inandıkları için yargı reformuna mutlaka ihtiyaç olduğunu yıllardır dile getiriyorlardı. Bu görüşe kimi sağ liberal kesim de destek veriyordu.
Neden “yargı darbesi” deniyor?
En nihayet çıkarları örtüşen yeni hükümetin ortaklarının görüş birliği içinde hazırladıkları reform tasarısı ortaya çıkınca İsrail’in önemli bir kısmı ayağa kalktı.
Muhalefetin ‘yargı darbesi’ olarak nitelendirdiği bu yeni yasa tasarısında çok önemli ve köklü değişiklikler öngörülüyor.
Her şeyden önce, İsrail’de kuvvetler ayrılığının en önemli ayağı olan ve denge ve denetleme işlevini üstlenen tek kurum olan (Türkiye’deki Anayasa Mahkemesine benzer) Yüksek Mahkeme’nin, hükümetlerin alacağı kimi kararları temel yasalara dayanarak iptal etme hakkı elinden alınıyor. Daha doğrusu, İsrail parlamentosunda salt çoğunluğa, Yüksek Mahkeme’nin alacağı kararları iptal yetkisi verilmiş bulunuyor.
Bunun anlamı şu: hükümetlerin, temel yasalara aykırı da olsa, alacakları her bir karar hiçbir engele çarpmayarak yürürlüğe girebilecek.
Düzenlemenin en önemli ikinci ayağı ise Yüksek Mahkeme yargıçlarının seçimi üzerine. Yeni düzenlemeye göre, yeni hükümet, Yüksek Mahkeme yargı mensuplarını atama komitesinde halen dokuz olan üye sayısını 11’e çıkaracak ve bu üyelerin yedisini kendisi seçecek. Halen bu denge 4’e 5 yargı lehine. Bu değişiklikle hükümet, yargıçların atanmasında avantajlı olacak.
“Yargı vesayeti”
Netanyahu ve koalisyon ortakları bu yargıç atama/seçim dengesizliği yüzünden Yüksek Mahkemenin sürekli olarak ‘elitist’ ve hatta solcu diye adlandırdıkları hakimlerin ağırlığı altında olduğunu öne sürüyorlar. Dolayısıyla Mahkeme kararlarının tek bir dünya görüşüne destek verdiğini, kendilerinse bunu tersine çevirip “yargı vesayetine” son verecekleri iddiasındalar.
Hükümet düzenlemeyle birlikte kararların, çoğunluğu kendilerince seçilen hakimler sayesinde daha dengeli ve adaletli olacağını da ileri sürüyor.
Düzenlemenin bir üçüncü ayağı ise bakan olmadan önce suç işleyip ceza gören bakanların bakanlığa atanmasını yasaklayan Yüksek Mahkeme kararının bozulup yetkiyi sadece hükümete veren kanun.
Örneğin koalisyonda İçişleri Bakanlığı yapan dinci Shas Partisi lideri Aryeh Deri 2022’de vergi kaçakçılığından suçlu bulunduktan sonra Yüksek Mahkeme ile anlaşmış, bakanlıktan istifa etmesi karşılığında cezası ertelenmişti. Ancak yeni düzenleme yasalaşırsa Deri görevine geri dönebilecek. Zira yargı düzenlemesi, Yüksek Mahkeme’nin suç işlemiş bakanları görevden alma yetkisini kaldırmayı da öngörüyor.
Netanyahu ve Yahudi şeriatı
Protestolara büyük katılımın altında yatan öncelikli temel gerekçe, Yüksek Mahkeme’nin bazı yaşamsal yetkilerinin elinden alınması hasebiyle İsrail’de demokrasinin büyük bir tahribata uğrayacağı endişesi. İsrail’in salt bu nedenle bile giderek otokratik bir yönetime doğru kayabileceği tartışılıyor.
Netanyahu ve koalisyon yetkilileriyse bu ‘reformun’ daha demokratik bir İsrail yaratacağını iddia ediyor.
Muhalefet ise söz konusu değişimin yıllardır bir türlü sonuçlanmayan Netanyahu’ya karşı açılmış davalardan dolayı başbakanın görevden alınmasına engel olacağını da ileri sürüyor. Nitekim protestolar devam ederken parlamentoda alınan karara göre başsavcılığın suç işlemiş ama seçilmiş bir başbakanı Temel Yasalara göre görevden alınmasına artık engel getirildi. Böylelikle yargı reformunun ilk ayağı hükümetin lehine tamamlanmış durumda.
Muhalefete göre reformun iki önemli amacı daha var.
Biri, koalisyonun aşırı sağ bölümünün Batı Şeria’daki emellerine kavuşmasına engel teşkil eden Yüksek Mahkeme’nin kararlarına fren koymak.
Diğeri ise koalisyonun dinci kesiminin Yahudi Şeriatı kanunlarının mümkün olduğunca hayata geçirilmesi ve ülkenin kuruluşundan beri elde ettikleri kimi ayrıcalıklarının ilelebet sürmesini, hatta yenilerinin eklenmesini sağlamak.
Her iki kesim için de bu tür emellere engel olan tek kurum İsrail Yüksek Mahkemesi.
İsrail’de protestolar
Geçtiğimiz günlerde, halkın dışında işçi sendikaları, üniversitelerin yaygın protestolarına, kimi bürokrat ve muvazzaf generaller ile polis şefleri de katılmaya başladı. Netanyahu, rahatsızlıklar karşısında, yargı reformunun ertelenmesi ve müzakerelerle yeniden şekillenmesi gerektiğini söyleyen Savunma Bakanı Yoav Gallant’ı görevden alınca protestolar daha da büyüdü ve ülke çapında grevler yaygınlaştı. Baskılar karşısında ise en nihayetinde İsrail Cumhurbaşkanı Yitshak Herzog’un da arabuluculuğu sayesinde hükümet reform planını birkaç aylığına askıya aldı. Netanyahu da Gallant’ın görevden alınmasını erteledi.
Ama ilginç olan, protestocuların Netanyahu’ya güvenlerinin kalmaması nedeniyle protestoların hâlâ devam ediyor olması. Muhalefetin büyük çoğunluğu Netanyahu’nun reformu ertelemekle sadece zamana oynadığını ve özellikle koalisyon ortaklarının ısrarları nedeniyle İsrail demokrasisine büyük zarar vereceğine inandıkları düzenlemeyi er veya geç parlamentodan geçireceği kaygısında. Bu yüzden eski Başbakanlardan Ehud Barak halkı sokağa çağırarak hükümeti meşru yollarla indirmeye çağırdığı haberleri de alınıyor.
Faşistlik suçlaması
Bu arada Netanyahu’nun bir yandan düzenlemeyi dondururken diğer yandan aşırı sağcı geçmişi olan Ulusal Güvenlik Bakanı İtamar Ben-Gvir’e verdiği ödün de büyük eleştirilere uğruyor.
İkilinin yaptığı anlaşmaya göre Ben Gvir bakanlığının bünyesinde terörizmle mücadele etmek üzere silahlı özel bir güvenlik gücü kurmak için onay almış durumda. Muhalefet bu yeni oluşumun, tarihte kimi faşist devletlerin kurduğu özel güvenlik birimlerine benzetip bunun illegal eylemlere yol açacağını öne sürüyor.
Söz konusu paramiliter gücün polis teşkilatına bağlı olup olmayacağı ise henüz karara bağlanmış durumda değil.
ABD etkili olacak mı?
İsrail’de bütün bunlar olurken ABD Başkanı Joe Biden Netanyahu’yu tartışmalı reform girişimi konusunda -dolaylı yoldan olsa da- eleştirdi. Biden’ın seçildikten sonra Netanyahu’yu hâlâ Beyaz Saray’a davet etmemesi nedeniyle, ABD – İsrail ilişkilerinin Obama’nın ikinci başkanlık döneminde olduğu gibi gri bir tonda ilerleyeceğini öngörmek de pek kehanet sayılmamalı.
Ne ABD ne de İsrail’in birbirinden vazgeçecek durumları yok; tarihi ve stratejik nedenlerden dolayı pek olamaz da. Lâkin, ikilinin arasındaki limoni ilişkinin, İsrail ile son yıllarda anlaşmaya varmış kimi Arap ülkelerini de İsrail’e karşı olumsuz etkilemesi de pekala beklenebilir.
İsrail’de bütün bu tartışmalar Temmuz’a kadar ertelenmiş gözüküyor.
Bakalım protestolar devam edecek mi?