

Jane Goodall hayatını şempanzeler üzerine çalışmalarıyla sadece bilime katkı sağlamakla kalmamışi bilimin soğuk duvarlarını yıkan kadın olarak da tanınmıştı. (Foto: Wikimedia Commons)
Gezegenin krizlerle çalkalandığı bir dönemde korumayla bilimsel anlamda ilgilenmek ne anlama gelir? Belki de bu sorunun cevabını bir isimde aramalıyız: Jane Goodall. Çünkü o, bilimin soğuk verilerini hayatın sıcak nabzıyla buluşturdu; insan ve doğa arasında köprüler kurdu. Çocukluğunda bir tavuk kümesinde başlayan merakını, ormanların kalbine taşıdı. Ve orada sadece şempanzeleri değil, insanlığın kendi aynasını da buldu. İnsanın doğal yaşamla ilişkisini, insanın kendine en yakın akrabasıyla olan iletişimini bize gösterdi. Farklıydı, fark yarattı, doğa hakkında unuttuklarımızı hatırlattı.
Bilimin Soğuk Duvarlarını Yıkan Kadın
İnsanlık tarihi boyunca doğayı anlama çabamız, çoğu zaman onu kontrol etme arzumuzla birleşti. Jane Goodall ise bu yaklaşımdan radikal biçimde uzaklaştı. Onun gözlemciliği, bilimin alışıldık soğukluğundan çok, insanın kalbine dokunan bir sıcaklık taşıyordu. Şempanzelere isimler verdiğinde bilim dünyası buna şaşırdı; çünkü o dönemde hayvanların kişilikleri veya duyguları olduğu düşüncesi bilime aykırı sayılıyordu. Goodall içinse bu, bilimsel verilerle doğrulanan basit bir gerçekti: Hayvanların duyguları vardı, kişilikleri vardı, sosyal bağları vardı ve onlar, tıpkı bizler gibi, sevgi, acı, korku ve mutluluk hissedebiliyorlardı.
Doğanın Kültürel Mirası: Jane Goodall’ın Devrimi
Jane Goodall’ın bilime getirdiği bu derin bakış açısı, sadece şempanzelerin insan benzeri duyguları ve sosyal bağları olduğunu ortaya koymakla kalmadı; aynı zamanda hayvanların da kültürel çeşitliliklere sahip olduğunu gösterdi. 1999 yılında Nature dergisinde yayımladığı ve bugün hâlâ en çok atıf alan makalelerinden biri olan çalışmasında, Afrika genelindeki farklı şempanze topluluklarının davranışlarını karşılaştırarak, toplamda 39 farklı davranış biçiminin yalnızca bazı gruplarda görülüp, diğerlerinde bulunmadığını belgeledi. Böylece kültürün, insan türüne ait benzersiz bir olgu olmadığı, hayvanlar arasında da sosyal öğrenme yoluyla aktarılan çeşitliliklerin olduğu gerçeğini bilimsel literatüre kazandırdı. Bu çalışma, bizi yalnızca insanın değil, tüm yaşamın ortak bir kültürel miras taşıdığı fikriyle tanıştırdı.
Doğadan Topluma, Umudun Gücü
Goodall’ın bilime getirdiği bu insancıl bakış açısı sadece şempanzeleri değil, biz insanların doğayla olan ilişkisini de derinden etkiledi. Onun çalışmalarından sonra bilim, soğuk duvarlar arasında değil, ormanların derinliklerinde nefes alan, hisseden ve yaşayan bir etkinliğe dönüştü. Bilimin bu insani yüzü, bizi doğayla olan bağlarımızı yeniden kurmaya çağırıyordu.
Laboratuvarlardan Hayatın Kalbine
Jane Goodall aynı zamanda bir bilim insanının toplumsal sorumluluğunu nasıl üstlenebileceğini de gösterdi. Dünya çapında binlerce genç insana ilham verdi, sivil toplum hareketlerine verdiği destekle sadece doğayı değil, insanların yaşamlarını da dönüştürdü. Yoksullukla mücadele etti, kadınların eğitimine destek verdi ve bunu yaparken bilimin sadece laboratuvarda değil, hayatın her alanında var olabileceğini kanıtladı.
Kırılgan Bir Umut Hikâyesi
Jane Goodall’ın yaşamı boyunca dile getirdiği en güçlü mesajlardan biri de umuttu. Goodall’a göre umut, her birimizin içindeki “yenilmez insan ruhu”nda saklıdır. “Dünyanın her yerinde, çözülmesi imkânsız gibi görünen sorunlarla mücadele eden ve asla pes etmeyen insanlar var. İşte bana en çok umudu veren şey bu,” diyordu. Ona göre umut, insan beyninin ve kalbinin birlikteliğinde hayat bulur; her insanın dünyaya bıraktığı ayak izini küçültmek için atacağı küçük adımlarda yeşerir. Benim bakış açımdan umut ise kesinlikle mükemmel bir kurgu olmamakla beraber; kırılgan, yarım kalmış ve asla kusursuz olmayan bir onarım hareketi. Küçük, kırılgan ama geleceğe sızmayı başarabilen bir ihtimal belki de. Jane Goodall’ın yaşamı da tam olarak böyleydi: Umudun kusursuz olması gerekmediğini bilen biriydi, ancak bizi geleceğe taşıyabilecek güce de sahip olduğunu gösterdi.
Dünya, 1 Ekim 2025’te yalnızca büyük bir bilim insanını değil, bilimin sıcak ve insani yüzünü temsil eden bir rehberi; yaşamını doğanın korunmasına adamış bir aktivisti kaybetti. Ama belki de onun deyimiyle, Jane Goodall şimdi “bir sonraki büyük macera”sına çıktı.
“Geleceğimiz için en büyük tehlike kayıtsızlıktır,” demişti Goodall. Bu sözler, bizi harekete geçmeye ve sorumluluk almaya davet ediyor.
Roots & Shoots Topluluğu ve Jane Goodall Enstitüsü
Goodall’ın umudu ve kararlılığı, yalnızca kendi ülkesinde değil, dünyanın dört bir yanında yankı buluyor. Türkiye’de de doğa savunucuları, tıpkı Jane Goodall gibi umutla ve cesaretle çalışmalarını sürdürüyor. Son yıllarda Kazdağları, Akbelen ve Anadolu’nun farklı coğrafyalarında yürütülen doğa koruma mücadeleleri, Goodall’ın başlattığı umudu ve dayanışmayı yerel ölçekte yaşatıyor.
1934 doğumlu Jane Goddall 2024’te İstanbul’u da ziyaret etmiş ve çeşitli incelemelerde bulunarak, konuşmalar yapmıştı.
Şimdi bize düşen onun başlattığı bu büyük macerayı devam ettirmek; bilimin soğuk yüzünü değil, sıcak kalbini takip etmek ve gezegeni, üzerinde yaşayan tüm canlılarla birlikte koruyabilmek.
Bu, Jane Goodall’ın bize bıraktığı en büyük miras.


