Açık söyleyeyim. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın, ya da Bilim Danışma Kurulu üyesi Tevfik Özlü’nün hafta sonu söylediklerini CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ya da Türk Tabipler Birliği Başkanı Sinan Adıyaman söylemiş olsaydı ne bozgunculuğu kalırdı, ne hainliği. Hem Koca hem Özlü, “hastalık geri geliyor” diyor. Hem sağlıkçılar hem de istatistikçiler, Haziran ortasında günde 100-200 düzeyine inmesi beklenen Covid-19 hastalığına yakalanma oranının yeniden günde 1500’lere doğru tırmanmaya başladığına dikkat çekiyorlar. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın önceki hafta sonu, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun bir hafta sonu daha sokağa çıkma uygulamasını iptal ederek, ticaret ve turizm erbabının baskısıyla “Bu da benden olsun” bonkörlüğünü hatırlıyor musunuz? İşte oluyor. Çünkü maalesef halkımız, yasak olmadıkça önleme aldırmıyor. Sağlığımız için bu hafta kritik, çünkü serbestliğin 1 Haziran’da başladığı gözönüne alınırsa virüsün kuluçka evresinin bugünlerde kendisini göstermesinden endişe ediliyor.
HDP yürüyüşüne dikkat
Bu hafta siyasi bakımdan da kritik. HDP’nin milletvekillerinin TBMM üyelikleri düşürülerek, seçilmiş belediye başkanlarının görevden alınarak hapse atılmasını protesto amacıyla sembolik Ankara Yürüyüşü bugün, 15 Haziran’da başlıyor. Aslında yürüyüşün 15-16 Haziran 1970 işçi yürüyüşüyle aynı gün başlatılmasından, 2017’de Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü gibi gerçek anlamda bir yürüyüş olmamasına dek her şeyi sembolik. Bir il ya da ilçe merkezinden diğerine araçlarla gidip toplantılar yapılacağı açıklandı. Ama Covid nedeniyle önlemlerin yavaş yavaş gevşetilmesine karşı çıkan Erdoğan, tesadüfen HDP’nin sembolik yürüyüşünün başlatılacağı illerde Covid nedeniyle seyahat kısıtlamasını başlatıyor. Bir yandan tabanının belli bir kesiminden “Meclis’ten çekilin” baskısı altında bulunan HDP yönetimi, diğer yandan AK Parti-MHP ortaklığı tarafından Meclis’te kaldığına pişman ediliyor. Sözüm ona HDP kapatılmamış oluyor, ki Ankara’da bu da konuşuluyor. Kılıçdaroğlu daha önce bu yürüyüşün Erdoğan’ın “daha baskıcı bir OHAL” ilan etmesine meydan verecek kışkırtmalara meydan vermemesi uyarısında bulunmuştu. Yürüyüşün geçeceği illerde saldırılara karşı önlem almakta en ağır yük İçişleri Bakanı Soylu’ya düşecek. Bu yürüyüşün sağ salim tamamlanması çoğulcu demokrasimizden geriye ne kaldıysa onun korunması için önem taşıyor.
Yeşil Nokta kaldırılacak mı?
Önceki HDP eş-başkanı Selahattin Demirtaş’ın eşi Başak Demirtaş’a Twitter’da ağıza alınmayacak hakaret, taciz ve tehditte bulunan Vedat Muti asıl adı Vedat Yazıcı imiş), tepkiler üzerine gözaltına alındı. (Ben bu ahlaksızlıkların “cinsiyetçi paylaşım” diyerek yumuşatılmasını kabul edemiyorum. Burada Ceza Kanununda yeri olan hakaret, taciz ve tecavüz tehdidi var; sarkıntılık sözü dahi yetersiz kalıyor.) Bu edepsizliğinin cesaretini #millihesaplarburada rumuzu altında hesabına Yeşil Nokta koymaktan mı aldı bu şahıs?
Herhalde öyle ki, bazı AK parti ve hükümet yetkilileri, ahlaksızlığı kınamaktan çok kınayanları kınamaya ve bu Yeşil Nokta meselesini savunmaya devam etmeye yoğunlaştı. AK Parti Tanıtım ve Medya Başkanı Mahir Ünal, Yeşil Noktayı bir “sosyal medya farkındalığı” projesi olarak savunuyordu. Ünal’ın son on gün içinde istifa eden iki yardımcısından Şamil Tayyar aynı gün Twitter hesabındaki Yeşil Noktayı kaldırmıştı. Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, ne alâkası varsa Cumhurbaşkanının rahmetli annesine hakaret edenleri hatırlattı, sanki bir edepsizlik diğerini mazur gösterirmiş gibi. Sanki Yeşil Noktalı olsun olmasın bu saldırgan edepsizliği kınamak bu kadar zormuş gibi.
İletişim Başkanı Fahrettin Altun ise “bir müptezelin” yaptığının bir camiaya mal edilmemesini istedi. Oysa bu saldırıyı, olması gerektiği gibi “ama, fakat” demeden kınayan AK Parti yetkilileri de vardı; örneğin Meclis Grup Başkan vekilleri Naci Bostancı, Özlem Zengin ve Mehmet Muş. Demek ki edepsizlik bütün bir camiaya mal edilmiyor. Ama edepsizliğe mazeret bulunması, onu cesaretlendiriyor. Nitekim bir başka Yeşil Noktalı hesap sahibi, üstelik bir sendika yöneticisi Ahmet Yağcı da CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’na tacizde bulunmuş. Kadın düşmanlığını her fırsatta dışa vuran birileri bitmiyor memlekette.
Sınır tanımayan keyfilik
Dünya ve Olimpiyat şampiyonu millî güreşçi Hamza Yerlikaya, Erdoğan tarafından AK Parti milletvekili yapıldığında çoğu kişi bunu yadırgamamıştı. Neticede, Erdoğan daha önce de millî futbolcu Hakan Şükür’ü de milletvekili yapmıştı. Yerlikaya daha sonra Cumhurbaşkanlığı Baş Danışmanlığı ve Gençlik ve Spor Bakan Yardımcısı görevine de getirildi. Bunlar da itirazla karşılanmadı fazla. Ama ne zaman ki Vakıflar Bankası Yönetim Kuruluna atandığı duyuldu, o zaman çarşı karıştı.
Gerçi kamu bankalarının yönetim kurullarına bakınca zaten “bir Yerlikaya eksikmiş” diyeceği geliyor insanın. Zaten aynı günlerde RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin de Halkbank Yönetim Kuruluna atandı. Emanet böyle “ehline emanet” ediliyor demek ki. Ekonomik sıkıntı saklanamaz noktaya gelmişken kritik noktalara yapılan atamalar akıllara durgunluk veriyor. 1990’larda Çiller ve Yılmaz hükümetleri döneminde kamu bankalarına görev zararı icat edilip, banka yönetimleri siyasi çiftliğe çevrilmiş, Türkiye’nin mali yapısı 2000-2001 krizine sürüklenmişti.
RTÜK başkanlarının başka işte çalışamayacağı yasası ise Erdoğan’ın bir kararnamesi ile delinmişti. Tıpkı Elif Haykır Hobikoğlu’nun Merkez Bankası yönetimine atanırken üniversiteden de maaş (ve kadro) almasının yine Cumhurbaşkanı kararnamesi ile delinmiş olması gibi. Torpilinin Bahçeli olmadığını öğrendik, demek ki Erdoğan üzerinde Bahçeli’den daha etkili olan bir yerden torpili.
Her biri birkaç maaş alıyorlar. Yetmiyor, yetiremiyorlar. Ama örneğin sağlık çalışanlarına yine Erdoğan tarafından müjdelenen ek ödemeler hâlâ yapılmıyor. Balkondan alkışlamak da yetmiyor. Çalışanların kıdem tazminatlarına, emeklerine, kazanılmış hak ve emekliliklerine göz dikiliyor diğer yandan.
Meclis bakımından da kritik hafta
Yasa ve sınır tanımazlık burada da kalmıyor. Örneğin Merkez Bankası, yasası gereği (yılda iki kez) TBMM Bütçe ve Plan Komisyonu karşısına çıkma zorunluluğundan kaçınıyor. Çünkü artık fiilen hesap vereceği tek merci var, o da Cumhurbaşkanı Erdoğan.
Meclis’teki sorun sadece üçüncü büyük parti grubuna sahip olan HDP’nin dışlanması girişimleri değil ki. CHP ve İYİ Parti üzerinde de baskı artıyor. CHP’ye kurultayını yapacak yer gösterilmediği, bulunan yerlerin engellendiği yolunda bilgiler var, CHP açıklamıyor olsa da. Acaba AK Parti ve MHP, CHP’nin içinde bir şeyler olmasını bekliyor, bu yüzden mi kurultay geciktirilmek isteniyor?
Bir diğer konu da TBMM Başkanlık Seçimi. Adeta AK Parti içinde Mustafa Şentop’un yerini korunması ile Binali Yıldırım’ın geri gelmesi arasında bir bölünme yaşanıyor. Şentop’un görev süresi 12 Temmuz’da doluyor, yeniden seçim gerekiyor ve tarih yaklaştıkça bu değişiklik ihtimali üzerine Ankara’da her gün yeni bir kabine değişikliği senaryosu üretiliyor.
Oysa en yakınları dahi Erdoğan’ın hesaplarını tam olarak bilemiyor. Tek seçici ve tek karar verici o. Doğal olarak ne adım atılıyor ve atılacaksa, tek sorumlusu da. Kritik hafta, kritik haftalar.