Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 17 Haziran gecesi Ekrem İmamoğlu’nun Ordu Valisinden özür dilemedikçe “böyle bir makama gelemez” demesine ilk tepki CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’ndan geldi: “Oldu” dedi Kaftancıoğlu.
Erdoğan’ın söylediğinin ne Anayasal temeli var, ne de çoğulcu demokrasilerin temeli olan “sandıktan çıkan yönetir, seçimle gelen seçimle gider” kitabında yeri.
Yine de Erdoğan’ın bu sözleri üzerindeki perdeyi biraz kaldırıp satır arasında ne olduğunu görmeye çalışalım.
Erdoğan’ın “özür dilemedikçe böyle bir makama gelemez” sözü, aslında İmamoğlu’nun İstanbul’da ikinci defa kazanması ihtimalini bilinçaltında kabullendiği anlamına geliyor. Adeta, İmamoğlu’nun sandıktan çıksa dahi koltuğa oturmasını engelleyebileceğini söyleyerek, bu cümleyi İmamoğlu’nun kazanmakta olduğu varsayımı üzerine inşa ettiğini gösteriyor.
Ancak İmamoğlu (ya da Binali Yıldırım) seçildiği takdirde meşruiyetinin temeli Erdoğan’ın hoş görmesi değil, oylarını aldığı milyonlarca İstanbul seçmeni olacak. Mazbatayı da, tabii Erdoğan ve ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli yine engellemeye çalışmazlarsa Yüksek Seçim Kurulundan (YSK) alacak, Cumhurbaşkanlığından değil.
Gerçekten yapabilir mi?
Peki, bu özür şartı da nereden çıktı? Gerçekten seçilmiş başkanı “özür” gibi Anayasa dışı bir nedenle koltuğa oturmaktan alıkoyabilir mi? Örneğin yıllardır başka nedenlerden ötürü HDP’li belediye başkanlarına yapıldığı gibi, Avrupa’nın çoğu ülkesinden fazla nüfus ve ekonomiye sahip İstanbul’un belediye başkanını valiye hakaretten mahkûm ettirip görevden alma planı filan mı yapılıyor? Ya da ne bileyim, mecbur kalsın diye, Ordu Valisi Seddar Yavuz’u –seçildiği takdirde- İmamoğlu’nun başına İstanbul Valisi filan atama planı mı devrede? İyi de, nereye kadar?
Yeni bir seçim zorlamasının zaten S-400 ve Amerikan yaptırımları tehdidi altındaki ekonomiyi ne hale getirebileceğini hepimiz biliyoruz, oraya hiç girmeyeceğim.
Ama İstanbul’da AK Parti’nin elinden çıkacak olan siyasi ve ekonomik kazanç demek ki o kadar yakıcı ki, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına canlı yayınlanan bir konuşmada, milyonlarca yurttaşının önünde “it” sözünü telaffuz ettirdi. Toplantının niteliği de önemli. Erdoğan 25 yıl önce, 1994’te kendisini cumhurbaşkanlığına taşıyan yükselişin başlangıcı olan İstanbul Büyükşehir Belediyesini kazandığı sırada yanında olan ve hâlâ yanında durmaya devam eden destekçilerine konuşuyordu “Kadim Dostlar” toplantısında. Erdoğan, ekonomik gerileme, ya da benmerkezci yönetim, ya da MHP ile işbirliğine tepki gösterip 31 Mart’ta sandığa gitmeyen kitlesine, İmamoğlu’nun kazanması halinde 25 yıldır faydalandıkları siyasi, toplumsal, malî imkânların tehlikeye düşeceğini hatırlatıyordu.
Bir de şu cümle var: “İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı CHP’ye geçtiğinde asıl değişecek olan medeniyet, tarih, kültür anlayışından savrulma olacaktır.” Yani, İstanbul Belediyesi el değiştirdiğinde Türkiye’nin medeniyet ve kültür anlayışı mı savrulmuş olacak, Cumhurbaşkanı bunu mu demek istiyor. Erdoğan 25 yıllık İstanbul, 17 yıllık Türkiye yönetimi ardından seçmenin hâlâ yarısının kendi medeniyet ve kültür anlayışını Türkiye ile özdeş kabul etmediğini görmek istemiyor, kendi tabanını antiteziyle korkutarak pekiştirmek istiyor adeta.
Son hafta seferberliği: günde en az iki konuşma
Bütün bunların üzerine, 17 Haziran gece saatlerinde Erdoğan’ın 23 Haziran’a dek günde en az iki konuşma yapacağı iddiası yayıldı Ankara kulisinde; tabii tamamının televizyonlarda canlı yayınlanacağını da unutmayalım. Zaten “Kadim Dostlar” toplantısında “son 6 günün” öneminden, “Pazartesiden itibaren” İstanbul seferberliğinden söz etmesi de bunu gösteriyor. 31 Mart’tan bir hafta kadar önce AK Parti Genel merkezine gelen “Ankara’yı kaybettik, İstanbul da gidiyor” raporu üzerine Erdoğan’ın son üç gününü İstanbul’da seçim kampanyasında geçirmesi geliyor akla.
Belli ki Erdoğan, Yıldırım’ın tek başına öne çıkmasının ona seçim kazandırmaya yetmeyeceği saptamasında bulunmuş, ağırlığını koymaya karar vermiş. Peki, bu saptamanın devamında Erdoğan’ın 23 Haziran öncesi büyük miting yapmama kararını değiştirebilir mi? Orası henüz belli değil. Ancak kararını değiştirip büyük miting yapsa bile “Cumhur İttifakı” ortağı MHP lideri Bahçeli’yle aynı sahneye çıkmasının kârdan çok zarar getirebileceğini görüyor. Bahçeli demek, 31 Mart öncesi “terörist” diye damgalanan Kürt seçmene 23 Haziran öncesi Diyarbakır’da “Kürdistan” diyerek sempatik görünme çabasını da, deyim yerindeyse “sıfırlamak” demek çünkü.
Tabii bu tabloya İstanbul’a bir fatih edasıyla mehter marşı videosu çektirerek giren, ama ertesi gün ıslama köfte molasıyla Ankara’ya dönen MHP lideri Devlet Bahçeli’nin ne yapmak, nereye varmak istediği sorusunu da eklemek lazım. Savunmak, giderek yalnız bırakılan bir siyasetçi görüntüsü veren Binali Yıldırım’a düştü, “Hep mitilde oturacak değil ya” diye kendisini son Başbakanlıktan bir yıl önce “erken emekli” ettiren Bahçeli’ye destek çıktı.
Erdoğan’ın sözleri, bir yandan CHP-İyi Parti ortak adayı İmamoğlu’nun kazanacağını şimdiden kabul ettiği izlenimi verirken, diğer yandan bunu engellemek için çoğulcu demokrasilerin temel kurallarından sayılan “seçimi kazanan görevi alır; seçimle gelen seçimle gider” ilkesine de meydan okuduğu izlenimi veriyor. Ankara’da Mansur Yavaş’ın da yeni soruşturmalarla rahat bırakılmayacağı konuşuluyor. İki sene önce Bülent Arınç’ın Ankara’yı “parsel parsel” Fethullah Gülen cemaatine “satmakla” suçlaması ardından istifaya zorlanan Melih Gökçek’ten dahi medet umar duruma gelindiği gözleniyor; Gökçek bir süre ara vermek zorunda kaldığı Tweet mesajlarına yeniden başladı.
Aslında “Beni seçmezseniz hizmet alamazsınız” mantığıyla seçmen cezalandırılmak isteniyor. Seçmen ilelebet Erdoğan ve aday gösterdiklerini seçmek zorunda değil ki.