Geçen yıl istihbarat ve güvenlik konularında konuşmam istenen bir toplantı sırasında zor ve çok isabetli bir soru geldi. Şimdiye dek merak edip araştırdığım, ama çözemediğim konular arasında sadece bir tanesini öğrenme imkânım olsa, hangisini seçerdim?
Tereddüt etmeden yanıt verdim: 4 Mayıs 2007 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul’da, Dolmabahçe’deki Başbakanlık binasında Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt ile yaptığı 2,5 saat süren görüşme.
O gün de, bugün de bu görüşmenin içeriğinden daha çok merak ettiğim bir haber konusu yoktur.
Türkiye’nin son dönemine damgasını vuran bütün gelişmelerin gelip bu görüşmeye dayandığını görebiliyorum. Hemen öncesinde Genelkurmay’ın 27 Nisan gecesi e-muhtıra olarak bilinen duyurusu vardı; Büyükanıt sonradan “ilgisi yok” demiş olsa da amaç, AK Parti’nin adayı Abdullah Gül’ün, daha doğrusu eşinin başı örtülü bir siyasetçinin cumhurbaşkanı seçilmesini engellemekti. Erdoğan, Gül, Arınç pes etmemiş, ertesi gün hükümet sözcüsü Cemil Çiçek “Asker işine baksın” açıklamasıyla yeni bir dönemin başladığını göstermişti. 2 Mayıs’ta Erdoğan 22 Temmuz’da erken seçime gidileceğini ve cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi için referanduma gidileceğini ilan etmiş, 4 Mayıs’ta da Büyükanıt’ı Dolmabahçe’ye çağırmıştı.
Bu görüşmeden yaklaşık bir ay sonra, 12 Haziran’da, Büyükanıt, Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ ve Jandarma Komutanı Işık Koşaner’in Başbakan Erdoğan’dan PKK’ya karşı Irak topraklarında –tıpkı şimdi Suriye’de olduğu gibi- bir “güvenli bölge” oluşturma harekâtı için hükümet yetkisi istediği günün akşamı Türk siyasetinde yeni bir perde açıldı. O akşam İstanbul, Ümraniye’de bir gecekonduyu basan polisler 27 el bombası ve “Ergenekon örgütüne” dair belgeler ele geçirdi. Ergenekon, ardında Balyoz soruşturmaları böyle başladı. Fethullah Gülen’in devlet içindeki yasa dışı örgütlenmesiyle AK Parti hükümeti arasında somut işbirliğinin de başlangıcıydı bu.
Generalden gazeteciye istihbarat dersi
Bu konuyu daha sonra –başka gazeteciler gibi ben de- defalarca sordum. Her seferinde “benimle mezara gidecek” –ki ne yazık ki öyle de oldu- yanıtını almama rağmen ısrarla sordum. Çünkü haberciliğin en temel unsurlarından biri olan fikri takip ve ısrar konusunda en iyi dersi, yıllar önce Büyükanıt’ın kendisinden almıştım.
1992’de, o zaman Tümgeneral Yaşar Büyükanıt, Napoli’deki NATO İstihbarat Komutanlığı’ndan yeni dönmüş, Genelkurmay Genel Sekreteri görevini üstlenmişti. O günlerde Türkiye, Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) peşmergelerine, PKK ile mücadeleye katkıda bulunmalarına karşılık askeri giysi yardımı yapıyor, sınır boyunca nöbetçi barınaklarının inşası konuşuluyordu.
Ben de bu projenin ayrıntılarını araştırıyordum.
Büyükanıt bana ‘Veremem, gizli bilgi’ dedi ve ‘off-the-record’, yazılmamak kaydıyla sohbet etmek için çay ısmarladı. Biraz sonra odaya bir başka subay girdi, bir dosya verdi. Büyükanıt dosyaya şöyle bir baktı, konuşmadan kenara ayırdı, subay selam vererek çıktı.
Ben kalkmak için izin istedim. ‘Sorduğunuz soruların cevabını merak etmiyor musunuz?’ dedi. Doğrusu alındım, şaka yapmanın sırası mıydı? ‘On beş dakika önce gizli bilgi dediniz, vermediniz’ dedim. ‘O, on beş dakika önceydi’ dedi ve devam etti: ‘Bir operasyon söz konusuydu. O bilgi yayımlansa, operasyon tehlikeye girebilirdi. Meteoroloji raporu geldi. Bir süre operasyon yapılamaz. O yüzden, söylememin bir sakıncası kalmadı’.
Sonra hiç unutmayacağım o sözü etti: ‘Söylenmeyecek bilgi yoktur, söylenmeyecek zaman vardır’.
Sadece hiç aklımdan çıkmayan bu ders nedeniyle dahi kendisine saygı ve rahmet borcum var.
Çalkantılı dönemin sırlarıyla
Korgeneralliği döneminde Büyükanıt’la birkaç kere Güneydoğu’daki PKK operasyonlarında karşılaştık. Dağ başında birlikte çadırlarda yattığı, aynı karavanayı paylaştığı askerleri tarafından sevilen bir komutan olduğuna, başka gazeteci arkadaşlarımla birlikte tanık oldum.
2003 Irak krizinin en sıcak günlerinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün karargâhını Genelkurmay İkinci Başkanı olarak Orgeneral Büyükanıt yönetti. Özkök’ün ‘Demokrat olmak suç mu?’ diye sorduğu, Erdoğan ve hükümetine kamuoyu önünde siyasi eleştiride bulunmadığı için ağır eleştirilere maruz kaldığı günlerde, 2004 Ağustos atamalarında önemli güç kaybına uğrayan sertlik yanlısı kanadın baskılarına karşı, yanında – Başbuğ ile birlikte- Büyükanıt vardı.
Dolmabahçe’de Erdoğan’la görüşmesi ardından Büyükanıt siyasi konulara girmemeye özel özen göstermeye başladı. Şimdi “FETÖ üyeliğinden” aranmakta olan savcı Zekeriya Öz’ün imzasıyla hazırlanan 2,500 sayfalık Ergenekon iddianamesinin açıklandığı 4 Temmuz 2008 tarihinden sonra sorulan sorulara dahi yanıt vermedi. 30 Ağustos 2008 tarihinde görevini –daha sonra Ergenekon davası nedeniyle tutuklanıp müebbet hapse mahkûm edilecek, AK Parti ile Cemaatin 2016 darbe girişimi sürecine doğru bozulmasıyla aklanacak olan- Başbuğ’a devrederek emekli oldu.
O tarihten sonra kamuoyuna yansıyan bir beyanı da olmadı; sessizliğe büründü. Geçtiğimiz yaz, zatürre olarak açıklanan nedenle birkaç kez hastaneye kaldırıldı. 21 Kasım 2019’da, eşi Filiz Büyükanıt’ın vefatından 4 gün sonra kalp yetmezliğinden vefat ettiği duyuruldu; 79 yaşındaydı. Çengelköylü olmakla övünürdü, Karacaahmet Mezarlığına, Kuleli Askeri Lisesi ve Selimiye Kışlasına çok uzak olmayan bir mezarlıkta, sırlarıyla birlikte son yolculuğuna uğurlanıyor: bir kısmını sadece Erdoğan’ın bildiği sırlarıyla birlikte.