“Mikroskop insana önemini gösterdi, teleskop da önemsizliğini…”
Bu özdeyiş, Kanada doğumlu Amerikalı yazar ve astrolog Manly Palmer Hall’a ait.
İnsanın önemi ve önemsizliği arasındaki paradoks, bu kadar veciz bir şekilde anlatılmazdı.
Covid-19 pandemisi, bu paradoksu, bir kez daha, akıldan çıkmayacak şekilde gözler önüne serdi.
İnsanoğlu, aniden, hiç bilmediği bir tehditle karşı karşıya kaldı. Çok korkuyor, ancak çare geliştiremiyor.
Çaresi bulunmayan “ölüm” olgusunu dahi, dini inancı çerçevesinde kabullenebilen insanoğlu, makul bir süre zarfında, Covid-19 ile yüzleşecek ve pandemiyi kontrol altına alacaktır. Geleceğini, bir virüsün belirlemesine müsaade etmeyecektir.
Pandemiyle mücadelenin zaman alması, manevi ve maddi bakımlardan, insanlığa ağır bir maliyet yüklemesi kaçınılmazdır. Maliyetin boyutlarını, karar vericilerin liyakatleri kadar, benimsedikleri siyasi anlayış da tayin edecektir.
Covid-19 sonrasında dünya düzeni nasıl şekillenecek?
Covid-19 sonrasında dünyanın alacağı şekil, şimdiden, geniş şekilde tartışılmakta.
Bir kısım düşünür, demokrasiyle yönetilen ülkelerin salgın karşısında aciz kaldıklarına vurgu yaparak, krizin otoriter rejimleri güçlendireceğini öne sürüyor.
Bu görüşte olanlar, küresel anlamda en güçlü ülke olan ABD’nin yaşamakta olduğu çok ciddi sıkıntıları örnek gösteriyor. Buna karşılık, demokrasinin temel ilkelerini tamamen göz ardı eden Çin’in, krizi kontrol altına almakta büyük başarı kaydettiğini belirtiyorlar.
Bir yanda Çin, bir yanda ABD
Evet, polisiye tedbirler sayesinde, Çin, kısa sürede kontrolü sağladı. Hesap verme ilkesini önemsemediği için istediği her türlü zecri tedbiri aldı. Şeffaflığı tamamen dışlayarak, küresel boyutta erken önlem alınması imkanını ortadan kaldırdı. İnkar ve sansür politikasını en katı şekliyle uyguladı. Hatta, Dünya Sağlık Örgütü’nün Genel Direktörünü kullanmak suretiyle, salgının kriz boyutlarına ulaştığına dair bilgileri dünya kamuoyundan uzun süre sakladı.
Buna mukabil, ABD, bugüne kadar, krizi yönetmekte şaşırtıcı boyutta başarısız oldu. Ancak, Başkan Trump ve destekçilerinin, tamamen siyasi saiklerle önlem alınmasını geciktirmeleri ve şahsi çıkar sağlamaya matuf adımlara tevessül etmeleri, dünya kamuoyundan saklanamadı.
Trump, federal bürokrasinin akılcı telkinlerine kulak tıkadı. Şeffaflık talep eden çevreleri ve basın camiasını küçümsedi. Siyasi kutuplaşmayı alabildiğine körüklemekten çekinmedi. Muhaliflerini şeytanlaştırdı. Pandeminin ciddi boyutlarda olduğu eyaletlerin valilerinin tümünün Demokrat Partiye mensup olduklarını söyleyecek kadar ileri gitti. Bütün bunlara rağmen, yönetiminin aczini, ne ABD ne dünya kamuoyundan gizleyebildi.
Sadece Trump değil, Kongre’deki siyasi kadrolar da çok kötü bir sınav verdi. Örneğin, Senato istihbarat komitesi başkanı Richard Burr, Covid-19 hakkında kendisine ve diğer üyelere Şubat ayı basında verilen gizli brifing sonucunda, salgının kriz boyutlarına ulaşarak, piyasaları sarsacağını öğrenince elindeki tahvilleri alelacele elden çıkardı.
Gizli brifingde edindikleri bilgileri, kanunlara aykırı olarak, şahsi çıkarlarını korumak amacıyla kullanan sadece Burr değildi. Biri Demokrat, üçü Cumhuriyetçi dört Senatör de ellerindeki hisse senetlerini sattılar. Bunlardan, Senatör Kelly Loeffler’in, aynı zamanda, New York Borsası Başkanının eşi olduğunu kaydetmekte yarar var.
Üstelik, federal nitelikte olan bu ağır suçu işlemekte beis görmeyen bahse konu Kongre üyelerinin, olayın basın yoluyla en ince ayrıntısına kadar ifşa edilmiş olmasına rağmen, soruşturulacaklarına dair bir emare de görünmüyor.
Atlantik’in bu yakasında durum pek farklı değil. AB ülkeleri de benzer bir süreçten geçmekte. Demokrasi ile yönetilen bu ülkelerin liderlerinin- Şansölye Merkel hariç- krizin başlangıcından itibaren sergiledikleri basiretsizlik herkes tarafından görülüyor. Hatta, ironik bir şekilde, bu demokratik ülkelere, otokrasi ile yönetilen Çin ve Rusya yardım ediyor.
Demokrasi mi, otokrasi mi?
ABD ve İngiltere başta olmak üzere Batı demokrasilerinin Covid-19 salgını karşısında hiç de iyi bir sınav vermedikleri ortada. Batılı siyasi kadroların bugüne kadar sergiledikleri basiretsizlik bütün dünyanın malumu.
Ancak, bu noktada şu noktayı gözden kaçırmamamız gerekiyor. Batı demokrasilerinde, kriz kontrol altına alınır alınmaz, bir özeleştiri dönemi başlayacak, yanlışlardan gerekli dersler çıkarılacaktır. Basiretsizlik sergileyen bütün siyasetçiler tasfiye olacak, yolsuzluğa tevessül edenlerden mutlaka hesap sorulacaktır. Özetle, Demokrasiler kendi yaralarını saracak ve bu süreçten daha da güçlenerek çıkacaklardır.
Peki, otokrat rejime sahip ülkelerde ne olacaktır? Örneğin, Çin, küresel liderliğin gerektirdiği değerler sistemine sahip mi? 2019 Aralık ayında salgının küresel boyutlara ulaşacağını bilmesine rağmen, dünya kamuoyunu uyarmayan Çin’e kimse hesap sorabilecek mi? Covid-19 konusunda doğruları zamanlıca dünyaya duyurmaya çalışan vatandaşlarının baskı uygulanarak susturulmasının hesabını Çin vermeyecek mi? Salgının Çin’de tamamen kontrol altına alındığı yolundaki açıklamalar ne kadar sağlıklı? Çin’in, Dünya Sağlık Örgütü’nü kendi emelleri doğrultusunda kullanması görmezden mi gelinecek? Bu ve benzeri makul soruları, otokrat rejimlerin tatminkâr şekilde cevapladıkları şimdiye kadar görülmemiştir.
Bu şartlar altında, kanaatimce, Covid-19 sonrasındaki dünyada, küresel siyasi surecin, demokrat, özgürlükçü, evrensel değerlere ve insan haklarına saygılı, çoğulcu ve hukukun üstünlüğüne dayanan rejimlerin güçlenmesi istikametinde evrilmesini sağlamak insanlığın temel hedefi olmalıdır.