Ocak 2020 Türk-İtalyan ilişkileri bakımından dönüm noktası sayılabilecek bir aydı. Sadece diplomatik ilişkilerle sınırlı olmadığı kısa sürede anlaşılacak, hem de Covid salgının ortasında bir istihbarat operasyonu yürütüldüğü ortaya çıkacaktı. Ama o sırada en görünür yanı diplomatik gelişmelerdi. Çünkü Covid-19 krizi öncesinde Türkiye ve bölge ülkelerinin en sıcak konusu Doğu Akdeniz gerilimiydi.
Türkiye 2019 Ekim ayında İtalya’nın karşı sahilindeki Libya’ya asker gönderme kararı almıştı. Türkiye ve İtalya bir asır kadar önce, 1911’de Libya’da savaşmışlardı. İtalya, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki çıkarlarını rahatsız eden EastMed boru hattı anlaşmasını imzalamak üzereydi. EastMed İsrail, Kıbrıs ve Mısır gazını 2200 kilometrelik boru hattıyla İtalya üzerinden Avrupa’ya nakletme projesiydi. Türkiye’nin Libya ile imzaladığı deniz sınırları anlaşması Doğu Akdeniz sularını daha da ısıtmıştı. Yunanistan ile karasuları ve Kıbrıs enerji kaynakları üzerine gerilim artıyordu. Ankara, petrol arama gemileriyle birlikte savaş gemilerini de Kıbrıs etrafına sevk etmişti. Fransa, zaten resmen tanıdığı Sarrac hükümetine karşı el altından isyancı Hafter’i destekliyordu. İtalya’nın EastMed’i imzalaması Türkiye’nin işlerini zorlaştıracaktı. Öte yandan İtalya’nın çıkarı Libya ile 2017’de imzaladığı göçmen kontrolü anlaşmasını yenilemekten geçiyordu.
Roma, Aralık 2019’da kararlı bir dönüş yaptı: Libya’da (Türkiye gibi) Sarrac’ı destekledi ve 2 Ocak’ta Kahire’deki EastMed imza törenine katılmadı. Proje orada fiilen ölmüş sayılırdı.
Dikkatler yeniden Libya’ya çevrilmişti.
MİT’e beklenmedik talep
Moskova’nın bastırmasıyla Libya’daki isyancı güçlerin başındaki Halife Hafter, 12 Ocak’ta Feyyiz el-Sarrac hükümetiyle ateşkesi kabul ettiğini açıkladı. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, her ikisini de 13 Ocak’ta Moskova’ya davet etmişti. Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve MİT Başkanı Hakan Fidan da orada olacaktı. Anlaşma bekleniyordu. Evdeki hesaba göre, böylelikle 19 Ocak’ta Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in davetiyle 19 Ocak’ta Berlin’de toplanacak Libya Konferansında “yeni Libya” konuşulmaya başlanabilirdi.
Aynı 12 Ocak günü İtalya Başbakanı Giuseppe Conte’nin bir gün sonra Türkiye’de olacağı duyuruldu. 13 Ocak’ta Hafter son anda anlaşmadan cayarak Moskova’yı terk ettiği gün Conte, Ankara’da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile görüşüyordu. O görüşmede Libya’dan başka hangi “bölgesel konuların” ele alındığı açıklanmadı. O sırada devam eden bir Türk-İtalyan istihbarat operasyonunun açıklanması zaten beklenemezdi.
Ama 2019’un sonlarına doğru İtalyan Dış İstihbarat Teşkilatı (AISE), Milli İstihbarat Teşkilatı’na (MİT) başvurarak destek istemişti.
Konu Kenya’da kaçırılan ve kendisinden henüz haber alınamayan Silvia Costanza Romano isimli İtalyan vatandaşının, eğer hâlâ yaşıyorsa kurtarılmasıydı. Romano, İtalyan yardım kuruluşu Africa Miele Onlus adına çalışırken 21 Kasım 2018’de Kilifi bölgesinde kaçırılmıştı. Kaçıranlar, El Kaide’nin Somali ve Doğu Afrika’daki kolu Eş-Şebab militanlarıydı. Romano’nun da Somali’ye kaçırıldığı tahmin ediliyordu. Somali’de Türkiye’nin etkisi biliniyordu, o yüzden de İtalyan hükümeti Türkiye’ye başvurmaya karar vermişti. Erdoğan onay vermiş, operasyon başlatılmıştı.
Somali’de operasyon ve bir sürpriz
MİT ekipleri İtalyan istihbaratı AISE ve Somali Milli İstihbarat ve Güvenlik Teşkilatı (HSDQ) ile irtibat içinde çalışmaya başladı.
YetkinReport’un güvenlik kaynaklarından edindiği bilgilere göre, önce Romano’nun Somali’ye kaçırıldığı ve Eş-Şebab’ın Kenya sınırına yakın Jilib şehrindeki karargâhına götürüldüğü saptandı. Ardından sağ olduğuna dair fotoğraf ve video kayıtları 23 Ocak’ta, yani Conte’nin Erdoğan’ı ziyaretinden on gün sonra İtalyan makamlarına teslim edildi. İtalyan hükümetinin onay vermesiyle operasyon ikinci aşamasına geçti. 8 Mayıs’ı 9 Mayıs’a bağlayan gece Romano, Şebab militanlarından sağ-salim teslim alındı. 9 Mayıs’ta, saat 16:30 sularında Somali’nin başkenti Mogadişu’ya 20 km kadar mesafedeki Afguye kasabasında İtalyan yetkililere teslim edildi. 10 Mayıs günü de İtalyan istihbaratının kullandığı özel bir jetle Roma’nın Ciampino havalimanına indi.
Kenya’da kaçırılan Romano’nun El Kaide’nin Somali kolu Eş-Şebab tarafından 18 ay rehin tutulduktan sonra kurtarıldığı an.
Fotoğraf: Türk güvenlik kaynakları
Hem İtalyan kamuoyunu hem de ailesini bekleyen bir sürpriz vardı. Silvia uçaktan başörtülü olarak indi. El Kaidecilerin elindeyken Romano Müslüman olmuş, Ayşe adını almıştı. Aslında bunu İtalyanlardan önce Silvia’yı ilk sorguya çeken Türk güvenlik birimleri öğrenmişti. Ne de olsa El Kaide Somali’de Türk hedeflerine sürekli saldırıyordu ve Türk güvenlik birimlerinin onlara dair her türlü istihbarata ihtiyacı vardı. Romano, ilk sorgusunda 2019 Ağustos ayında kendi isteğiyle Müslüman olduğunu söylemişti. Hayır, tecavüz ya da benzeri bir kötü muamele görmemişti. Müslüman oluşu bir tür (kaçıranlarına sempati duymaya başlama sayılan) “Stockholm Sendromu” sonucu muydu, gerçek miydi, bir kurtarılma taktiği miydi? Bunu kestirmek zor ama Müslüman olmuştu işte.
Romano’nun Türk istihbarat servislerinin yardımı sayesinde kurtarıldığı, İtalya Dışişleri Bakan Yardımcısı Marina Sereni’nin “yerinin saptadıkları ve doğru zamanda harekete geçtikleri” için teşekkür etmesiyle ortaya çıktı.
Fidye mi ödendi? Kim ödedi?
Romano’nun Katoliklikten Müslümanlığa geçmiş vaziyette esaretten kurtarılmasına İtalyan sağı sert tepki gösterdi. Şimdi El Kaideci teröristler o parayla daha çok insan öldüreceklerdi. Hem neden İtalyan vatandaşı da olsa bir İslamcının kurtarılması için bu kadar çaba harcanmıştı? Covid-19 salgının her gün can aldığı İtalya’da, sağcılar hükümetten neden Müslümanlığa dönmüş vatandaşını kurtardığının hesabını soruyordu. İtalyan hükümeti tepkilere karşılık vermedi. Keza fidye parasının Türk aracılar vasıtasıyla Katarlılarca ödendiği, bunun karşılığında Somali’de (uranyum dahil) maden imtiyazları sözü alındığı iddialarına da cevap verilmedi.
Rehine tutulurken Müslüman olduğunu söyleyen Romano’nun serbest kaldığı sıradaki sevinci yüzünden okunuyor.
Fotoğraf: Türk güvenlik kaynaları
Ancak Mayıs’ın ilerleyen günlerinde Doğu Akdeniz ve Libya konusunda İtalya ve Türkiye (ve Libya konusunda Türkiye’nin yanında duran) Katar arasında işbirliği arttı. 19 Mayıs’ta İtalyan Dışişleri Bakanı Luigi De Maio, bir süredir Sarrac hükümetiyle yapılan deniz ve hava sınırlarını denetleme anlaşması IRINI’nin arık, Trablus’un istediği üzere, Mısır’la olan kara sınırını da kapsayacağını açıkladı. Libya-Mısır sınırı, Hafter güçlerine Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Mısır ve Suudi Arabistan’dan gelen destek bakımından stratejik önemdeydi. Zaten Türkiye ve İtalya, Mart ayından bu yana İtalya ile ikili ve NATO kapsamında Doğu Akdeniz’de, Libya açıklarında sürekli deniz ve hava tatbikatları yapıyordu. Türkiye’nin 1 Nisan’da İtalya’ya (ve İspanya’ya) korona Covid-19 salgınıyla mücadele için tıbbı malzeme göndermesinden bu yana ilişkiler daha da gelişiyordu. Şimdi bu tabloya bir de ortak istihbarat operasyonunun dahil olduğu anlaşılıyor.
Bir küçük not: Yasadışı PKK lideri Abdullah Öcalan, 15 Şubat 1999’da Kenya’da CIA’nın yardımcı olduğu bir MİT operasyonuyla, Yunanistan büyükelçiliğinden çıkartılarak yakalanmıştı. ABD’nin o operasyona destek vermesinde MİT’in İngiltere’deki Lockerbie uçak bombalamasının faillerini Libya’da saptayıp CIA’ye vererek yakalanmalarını sağlaması rol oynamıştı. Meraklıları, ayrıntılarını Doğan Kitap’tan çıkan “Kürt Kapanı, Şamdan İmralı’ya Öcalan” kitabımda bulabilir.