Hafta sonu yeniden sokağa çıkma yasağı ilan edilip sonra Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kararıyla kaldırılması yeniden kafaları karıştırsa da Türkiye’nin Covid-19 ile üç aylık mücadelesinde korkulanın başa gelmediği, görece bir başarı sağlandığını söylemek mümkün. Çok kısıtlayıcı tedbirlere gidilmemesine rağmen, yaklaşık bir aylık bir sürede vaka sayısında zirveye ulaşılması, bu görece başarının altına yatan sebepleri araştırma ihtiyacını doğuruyor. London School of Economics’te düzenlenen bir panelde bu sorulara cevap aradık.
Pandemi sürecinde Türkiye’nin en önemli avantajı virüsün Türkiye’ye daha geç ulaşması oldu. Bu şekilde, hastalığın yayılmaya başladığı diğer ülkelerde alınan tedbirleri gözlemleyerek benzer tedbirleri gecikmeden devreye sokma şansımız oldu.
11 Mart tarihinde ilk hastanın görülmesinden hemen sonra karantina önlemleri devreye girmeye başladı. 15 Mart’ta toplu etkinlikler iptal edildi. 16 Mart’ta okullar kapandı ve sonrasında da uzaktan eğitime geçildi. İş yerleri mümkün mertebe uzaktan çalışmaya teşvik edildi. Mart ortasından Nisan başına kadar geçen sürede yurtiçi ve yurtdışı uçuşlar iptal edildi. 21 Mart’ta 65 yaş üzeri nüfus için sokağa çıkma yasağı başladı. 3 Nisan’da 31 büyük şehre giriş çıkışlar yasaklandı ve 20 yaş altı nüfus da sokağa çıkma yasağına dahil edildi. 18 Nisan itibariyle hafta sonları ve bayramlarda sokağa çıkma yasağı uygulandı.
Türkiye’nin aldığı izolasyon tedbirlerini güçlendirilmiş kısmi karantina olarak tanımlamak mümkün. Kısmi karantinada iş yerleri açık tutulurken sosyal izolasyon tedbirleri ile virüsün yayılması engellenmeye çalışılıyor. Tam karantinada ise hayati sektörler dışında tüm işyerleri kapanıyor. Türkiye, nüfusun yüzde 40’ına uyguladığı sokağa çıkma yasağı ile tipik bir kısmi karantinadan daha katı sınırlamalar uyguladı.
Vaka sayısının evrimini incelediğimizde, tepe noktasına 14 Nisan tarihinde, yani karantina uygulamalarına başladıktan yaklaşık bir ay sonra erişildiğini görüyoruz. Alınan tedbirlerin bir sonucu olan bu rakamı değerlendirme konusunda, yapmış olduğumuz araştırma bize uygun bir zemin hazırlıyor
Dünya Sağlık Örgütü tarafından açıklanan yayılma ve iyileşme hızı verilerini baz alarak yaptığımız hesaplamalara göre kısmi karantinada vaka sayısındaki zirveye yaklaşık 200 gün geçmeden erişildiğini gözlemliyoruz. Kısmi karantinada iş yerleri büyük ölçüde açık olduğu için salgının artışı uzunca bir süre devam ediyor. Tam karantinada ise uygulamaya geçtikten hemen sonra tepe noktası görülüyor. Nüfusun önemli bir bölümü evlere kapandığı için yayılma hızı hemen düşüyor ve vaka sayıları azalıyor.
Bir ayda elde edilen tepe noktası, Türkiye’deki uygulamanın tipik bir kısmi karantina uygulamasından daha başarılı olduğuna işaret ediyor. Peki bu başarının altında yatan sırlar neler?
Öncelikle, Türkiye’nin arkadan gelen olmanın avantajı ile nispeten daha hızlı hareket etme şansı yakaladığının bir kez daha altını çizmek gerek. Vaka sayılarının katlanarak arttığı bu salgında bir iki günlük bir gecikmenin bile geri dönülmez zarar yarattığına şahit olduk.
İkinci olarak, bir önceki yazımda belirttiğim gibi sağlık çalışanlarımızın insan üstü çabaları ve yoğun bakım kapasitemizin genişliği devreye giriyor. Başarıya katkı veren bir diğer faktör olarak bilim kurulunun isabetli değerlendirme ve tavsiyelerini ve bu tavsiyeleri büyük ölçüde dikkate alan uygulamaların devreye sokulduğunu görüyoruz. Medya, alınan izolasyon önlemlerini destekleyip daha fazlasını talep ederken hükümetin de kayıtsız kalmayıp izolasyon önlemlerini giderek artırması başarının önemli bir bileşeni.
Vaka sayılarındaki düşüşe önemli bir katkı da yayılma oranının düşürülmesindeki performanstan geliyor. Bu noktada sosyolojik ve demografik etkiler de devreye giriyor. Türkiye’de huzur evlerinin yaygın olmaması, Batıya kıyasla önemli bir yayılma sebebinin ortadan kalkmasını sağladı. Keza nüfusun oldukça genç olması da hastalığın yayılma hızını azaltan bir faktör olarak karşımıza çıkıyor.
Toplum genelinde kurallara uyan bir yapının hâkim olması, kanun ve düzenlemelerin fazla sorgulanmadan kabul edilmesi ve cezai yaptırım olduğu sürece de kurallara büyük ölçüde uyulması bu üç aylık sürede bize bir avantaj sağladı.
Daha iyisi olamaz mıydı? Olabilirdi elbette. Eğer daha sıkı önlemler daha erken devreye girseydi ve iletişim daha net olsaydı salgını bir aylık bir sürede kontrol altına almak da mümkün olabilirdi belki. Özellikle alınan tedbirlerin gerekliliğinin anlaşılması ve uygulanması konusunda daha şeffaf bir iletişim olsa ve farklı birimler arasında ortak bir amaç doğrultusunda daha güçlü bir koordinasyon olsaydı toplumsal güveni daha çabuk sağlayıp süreci daha az hasarla atlatmak mümkün olabilirdi.
İlave olarak, krize yakalandığımız noktada enflasyon kontrol altına alınmış olsa ve bütçe açığı daha düşük olsaydı bugün para ve maliye politikaları daha etkin kullanılabilir ve karantinanın olumsuz etkileri daha hızlı bir şekilde bertaraf edilebilirdi.
İçişleri Bakanlığı'nın tartışmalı bir kararla Tunceli ve Ovacık belediye başkanlarını görevden alarak yerlerine kayyum ataması,…
Kendimden korkuyorum artık. Bıkkınlık gelip Stockholm Sendromuna yenik düşmekten, sahte mutluluk yaşayıp adalet mücadelesini bırakmaktan…
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında…
CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bugün 22 Kasım'da Ankara’da yargılanmaya başlaması Türkiye’de siyaset üzerindeki…
Üç MHP milletvekilinin istifası haberi 20 Kasım akşam saatlerinde siyaset kulisine bomba gibi düştü. Beklenen…
Ankara’nın Nallıhan ilçesinde bulunan Çayırhan Termik Santrali’nde yaklaşık 500 madenci özelleştirme kararına karşı kendilerini maden…