Hâlâ seçime gitmediğimizi düşünüyorsanız konuyu yeniden değerlendirmenin vakti gelmedi mi? Ortada fol ve yumurta yokken Ayasofya’nın ibadete açılması, İstanbul Sözleşmesi’nin ve hilafet tartışmalarının gündemde yükselmesine rastlantı diyebilirsiniz. Muhalefet liderinin “dostlarımızla iktidara geleceğiz” iddiasını takiben, daha birkaç yıl önce muhalif ittifakın adayının “parti kurmadan bir hareket başlatması” ve iktidar ittifakından muhalif ittifak üyesine “evine dön” çağrısı gelmesini de yaz sıcaklarının sonucu olarak görüyorsanız uzaylıların Beyaz Saray’ı kontrol altında tutarak koronavirüs yaydıklarına da inanıyor olabilirsiniz. Ayaklarımız yere basarken neden olduğunu tam anlayamasak da bu gelişmelerin rastlantı değil bir seçim hazırlığı olduğunu düşünmek için çok nedenimiz var.
ABD’de anayasal bir formülle belirlenmiş seçim tarihinin bile ertelenmesinin gündeme geldiği günlerde, salgının da yavaş yavaş yeniden yükselmekte olduğunu gözlerken hâlâ baskın değilse de erken bir seçim nasıl düşünülebilir? Bu düşünce, tek bir belirleyici mantığı olmasa da bir ortak teşhise dayanıyor sanıyorum: Türkiye bugünden çok daha iyi yönetilebilir!
“Evini terk edenler”
Ekonomiden dış politikaya, salgın yönetiminden temel özgürlüklerin korunup geliştirilmesine her alanda bu kanaat yerleşmiş olmasa erken seçim rüzgârı da böyle esmezdi. Oysa gerek muhalefet, gerek iktidar çevrelerinde ülkenin daha iyi idare edilebilmesi için yeni bir seçimin vereceği güce ihtiyaç duyulduğu kanaati yerleşmekte. O halde doğru pozisyon alarak hazırlıklı olmakta fayda var.
2018 baharından beri önce İyi Parti’nin MHP’den koptuğunu ve ittifak içinde de olsa bugüne gelebildiğini gördük. Demek ki muhalif ittifakta milliyetçi bir temel vardır. Bu temeli iktidar ittifakına katmak “eve dön” çağrısının ana saikidir. Ancak tecrübeli iktidar liderlerinin kamuoyu önünde bu çağrıyı yaparken bunun kabul göreceğini beklediklerini düşünmek pek gerçekçi olmayacaktır. Reddedileceğini bilerek bu çağrının yapılmış olması daha yüksek ihtimalle seçime gidilirken izlenecek kutuplaştırıcı bir stratejinin temeli olmak üzere alınmış bir pozisyon olabilir.
Bu çağrı ile aynı evin ahalisi olduğunu kabul ettikleri bir muhalefeti dışlamak ve yabancılaştırmak için bir meşruiyet temeli yaratılmıştır. Evini terk etmiş olanlar için “bizden olamazlar” demek daha kolaylaşmıştır artık.
Dışlama stratejisi
Kutuplaştırıcı stratejinin izlenip izlenmeyeceğini zamanla göreceğiz. Ancak Cumhur İttifakı’nın İstanbul seçimlerini ısrarla beka tartışması temelinde kazanmaya çalışmış olduğunu unutmayalım. Muhafazakar hassasiyetleri öncellemek ve hatta kaşımakla başlanan bu strateji, muhalif ittifakı ahlaki olarak dışlamaya kadar ittirilebilir. İktidar savunucuları artık, daha önce pek yapmadıkları şekilde, HDP seçmeninin de terör ile irtibatta olanlara destek verdiklerinin bilincinde olduklarına dair argümanlar geliştirmeye giriştiler bile. Damakta hoş olmayan bir tat bırakıyor olsa da bu ve benzeri söylemle kutuplaştırma siyasetinin sunabileceği tüm olanaklar önümüzdeki dönem kullanılabilir.
İyi Parti’den sonra Gelecek ve Deva partileriyle bu kez AK Parti’den bir kopuş oldu. Henüz birkaç aylık olan bu iki parti fikir dünyaları olarak içinden çıktıkları AK Parti’den nasıl farklılaştıklarına dair ikna edici bir hikâye yaratmakta güçlük çekiyorlar. İyi Parti’ye yönelik açılımların benzerleri bu iki partiye de yapılabilir. AK Parti içinden çıkan bu iki partinin İyi Parti’ye benzer bir seçmen desteği bulması sağ cenahta oyları bölecek ve cumhurbaşkanlığı seçimini ikinci tura bırakabilir. Yirmi yıla yakın bir iktidar dönemi sonrasında ikinci tur seçimi kazanmak zor olacaktır.
Hareket olmadan iktidar olunabilir mi?
Millet İttifakı’nın 2018’deki cumhurbaşkanı adayının parti kurmaktansa bir harekete soyunmuş olması aslında ilginç bir açılım oldu. Bu açılım yeni bir partinin anlamlı bir fark yaratma olasılığının mevcut şartlarda mümkün olmadığının bir itirafı olarak okunabilir. Ancak 2018 oyunun ittifak partilerinin desteği olmadan yüzde 50 ve üzerine taşınılabileceğini düşünmek cesur ve ihtiraslı bir düşünce olsa da gerçekçi olmaktan uzaktır.
Yine de “hareket” olmadan iktidar da olunamayacağı fikrini ciddiye almak gerektiğini düşünüyorum. Hareketler partilerden kaynaklanmak zorunda değildirler ve zamanı geldiğinde partileri teslim de alabilirler. Milli Görüş içerisinde gençlerin hareketi de aslında ilk Abdullah Gül’ün Fazilet Partisi’nde Recai Kutan karşısına çıkıp kaybetmesinin ardından da AK Parti’nin bu gelenekten koparak Meclis’te grup kurmasıyla şekillenmişti. Yani AK Parti’nin kuruluşu bugünlerde gözlenen gelişmelere oldukça benzer bir tecrübe olarak görülebilir.
Erdoğan örneği
Ancak bu hareketlerin ve lider kadrosunun fikri ve pratik temelde sağlam bir geçmişleri olması gereklidir. AK Parti kurulmadan yaklaşık iki buçuk yıl önce Şubat 1999’da yürüttüğümüz bir saha çalışmasında Fazilet Partisi’nin (FP) lider kadrosunda değişikliğe gidilmesi gerektiği fikri ciddi bir destek bulurken, FP’nin liderliğine kim geçmeli sorusuna, o dönem 1997 Siirt konuşmasında okuduğu şiir yüzünden cezaevine girmek üzere olan “Recep Tayyip Erdoğan geçmeli” diyenler yüzde 53’ü buluyordu.
Bugün Cumhurbaşkanı olan Erdoğan’ın kariyeri dokunulmazlıklarla korunaklı olarak değil zorlu bir İstanbul belediye başkanlığı, birkaç aylık da olsa hapis ve FP içindeki yaşlı kurucu nesle karşı verilen bir mücadele içerisinde gelişmiş bir hareketti. O dönem için bir değişim rüzgârıydı. Bu en son başarı örneğine baktığımızda bugün karşı karşıya olduğumuz parti ve hareket adayları ile örtüşen hemen hiçbir şey yoktur. Karşı karşıya olduğumuz yeni partiler ve hareket adaylarının siyasi statükonun bir parçası olduklarını söylemek haksızlık olmayacaktır.
Oysa bu statükoya karşıtlık ve değişim talebi sanırım bir sonraki seçimde başarının da anahtarıdır. Recep Tayyip Erdoğan’a karşı olunmadan mevcut statüko da elbette değişemez. Ancak bu karşıtlığı samimiyetle ülke sorunlarının bir derin okuması ve yeniden yorumlanmasıyla kapsamlı değişim talep eden bir harekete dönüştürmeden ekonomik krize bel bağlayarak seçimleri kazanmak mümkün olmayacaktır. Peki Türkiye’nin derin sosyal akıntılarında keşfedilmeyi bekleyen böylesi bir değişim talebi var mıdır? Bu talep siyasi girişimcilerin samimiyet, cesaret ve elbette yaratıcılıkla yapabilecekleri bir keşif olacaktır.