Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Fransa için hırslı ve katı bir Doğu Akdeniz politikası başlatması ve bu politikanın da Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki hak ve çıkarlarına ters bir yöne doğru evrilmesi sadece Türkiye’de değil bütün dünyada dikkatleri üzerinde topladı. Macron’un bu politikası güncel yanıyla Türkiye’de çeşitli yorumlara konu olmakta. Ancak Türk kamuoyunun Fransa’nın bu yeni politikası karşısında bir şaşkınlık yaşadığını söylemek yanıltıcı olmaz. Oysa asıl şaşırtıcı olan, Akdeniz’in en batısında yer alan Fransa‘nın Doğu Akdeniz’e yönelik ilgisindeki tutku ve süreklilik. Çünkü bu tutku oldukça eski tarihlere dayanıyor.
Tapınak Şövalyeleri’nde Fransızlar
Her ne kadar 1119’da Kudüs’te kurulduğu kabul edilen “Tapınak Şövalyeleri” örgütlenmesini tam olarak bir Fransız tasarımı olarak kabul etmemiz mümkün değilse de içerisinde ve yönetiminde Fransa kökenli şövalyelerin yer aldığı bilinmekte. “Tapınak Şövalyeleri” Doğu Akdeniz’in en doğusundaki Kutsal Topraklar’da giden Hristiyan hacıları korumak ve kollamak amacıyla kurulmuştur. “Yoksul şövalyeler” tarafından kurulduğu ileri sürülen bu tarikat kısa sürede güçlenmiş, zenginleşmiş, savaşçılık yanında giderek akçeli işlere de bulaşmıştır. Ancak Memluk veya başka Türk askerî güçleri karşısında güçlerini yitirmişler ve bölgeden çekilmek zorunda kalmışlardır.
“Tapınak Şövalyeleri”nin sonu ise Fransa Kralı 4. Filip tarafından hazırlanmıştır. Özellikle kafatası kırılarak yapılan işkencelerle Tapınak Şövalyelerinden eşcinsellik, dinsizlik ve İsa’ya inanmamak gibi itiraflar alınmıştır. Sonunda da 18 Mart 1314 günü, baş şövalye De Molay yakılmış, Tapınak Şövalyeliğinin resmî varlığı sona erdirilmiştir.
9. Lui’nin Türk rakipleri
Fransa Kralı 9. Lui bir Doğu Akdeniz politikasını tutku haline getiren bir kral olmuş ve 1248-1249 yıllarında bölgeye çıkartma yapmıştır. 9. Lui’nin karşısında bulup savaştığı rakiplerinin çoğu da Türktür. Hâttâ bir çatışmada Kralı destekleyen Tapınak Şövalyelerinin 500 Türk atlısını öldürdüğü bilinmektedir. Ama 9. Lui Doğu Akdeniz seferinden yenilmiş ve gururu kırılmış olarak ülkesine geri dönecektir. Ancak bir Akdeniz İmparatorluğu kurmak düşleri Krallık içerisinde yaşayacaktır.
1291 yılında bugünkü Lübnan ve Suriye topraklarının bırakıp geri çekilen Tapınak Şövalyelerinin bir kesimi ise Kıbrıs’a, Oniki Ada’ya ve Rodos’a yerleşmiş, orada Türkiye ve Mısır Türkleriyle bir “hem savaş-hem barış” politikasıyla varlıklarını sürdürmeye çalışmışlardır.
Cem Sultan’ın tutsaklığı
Rodos Şövalyeleri’nin ve dolayısıyla Fransızların Türkiye’nin ve Doğu Akdeniz politikasına karıştıkları en dikkat çekici etmen Cem Sultan olayıdır. 1481 yılında ağabeyi Sultan 2. Bayezid karşısında yenilen Şehzade Cem yakın çevresinin uyarılarına rağmen Rodos Şövalyelerine güvenmiş, 10 Temmuz 1482’de adaya çıkmıştır. Rodos Şövalyeleri onu Papa 6. Aleksander, yani asıl adıyla Rodrigo Borgia’ya satmakta sakınca görmemiş, Şehzade Cem 1489’dan sonra Roma’da yaşamaya başlamıştır.
Şehzade Cem’in önce Rodos Şövalyeleri’nin ardından da Papa 6. Aleksander’in eline geçmesi Türk politikasını bir süreliğine etkilemiştir. Ancak Fransızlar yeniden devreye girmiştir. Fransa Kralı 8. Şarl İtalya seferinde Roma’yı işgal edince Şehzade Cem’i zorla Papa’nın elinden almış ve tutsak etmiştir.
Söylentilere göre Fransa Kralı 8. Şarl ve çevresi, “Hristiyan bir anneden” doğduğunu kabul ettikleri Şehzade Cem’in Hristiyanlığa döneceğini ummuş, kendilerine bir yol haritası çizmiştir: 8. Şarl’ın düşlerinde Hıristiyan olmuş bir Cem’le birlikte Türkiye’ye saldırmak, İstanbul’u ve İmparatorluk topraklarını işgal etmek vardır. Demek ki 9. Lui’den yaklaşık 240 yıl sonra bir Fransa kralı daha Doğu Akdeniz’i ve özellikle de Avrupa’nın öbür ucundaki Türkiye’yi hedeflemektedir.
Bu proje elbette ki gerçekçi değildir ama Şehzade Cem’in 1495’de elinde 8. Şarl’ın elinde tutsakken ölmesi bu Fransız macerasını daha başlamadan sonlandırır. Ama bu, Fatih Sultan Mehmet’in oğlu Şehzade Cem’in ölümünden bir Fransa kralının sorumlu olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir.
Napolyon’un Doğu Akdeniz seferi
Aradan neredeyse 300 yıl geçip 1789 Fransız Devrimi gerçekleşecek, krallık kaldırılacak ama Fransız politikacılarının Doğu Akdeniz hedefi pek değişmeyecektir: Napolyon’un Doğu Akdeniz seferi bunun bir örneğidir.
Hedefi gizli tutulmuş bir şekilde, 1798 mayısında bir donanmayla hareket eden Napolyon Bonapart’ın önce Malta’ya vardığı ve burada Müslüman tutsakları özgür bıraktırdığı duyulur. Napolyon Müslüman tutsakları özgür bıraktırırken onlardan bunu gittikleri ülkede herkese duyurmalarını da istemiştir. Böylece Napolyon Müslümanları özgürleştiren bir kurtarıcı rolüne bürünmek istemektedir. İşte bu bilgi Türklere karşı bir propaganda savaşının başlangıcıdır ve daha büyük bir amacı gizlemektedir: Gerçek amaç İmparatorluğun parçası olan Mısır’ı işgal etmek, oradan Suriye’ye yayılmak ve Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki varlığına bir darbe indirmektir.
1798 Temmuzunda yaklaşık 30.000 kişilik bir ordu ve donanmayla Napolyon, İskenderiye önünde ortaya çıkınca gerçek amaç ortaya çıkar. Ardından da İskenderiye’nin Fransızlar tarafından işgali başlar. Hazırlıksız yakalanan, yetersiz sayıdaki Türk kuvvetleri ve İskenderiyeliler kentin içerisinde direnirler. Amacının Mısır’ı baskıdan kurtarmak, insanları özgürlüğe kavuşturmak olduğunu, Kuran-ı Kerim’e büyük bir saygı göstereceğini ileri süren Napolyon Mısır halkı nezdinde propagandaya devam eder. Sonra sıra Kahire’nin işgaline gelir. Fakat hesap kısa sürede bozulur.
Önce İngiliz donanması İskenderiye önüne gelerek Fransız donanmasını ezip yok eder. Türkler ve yerli halk Kahire’de işgale karşı direnir. Napolyon Suriye’ye doğru harekete geçer. En sonunda ise 3. Selim’in büyük emekle yetiştirdiği “Nizam-ı Cedid” ordusu Cezzar Ahmet Paşa komutasında olağanüstü bir başarı göstererek Napolyon’u yener. Uzun çatışmalardan sonra Napolyon Mısır’a oradan da yerine Kleber adlı bir generalini bırakarak Fransa’ya geri dönecektir.
1827’de Yunanlara yardım için…
1827 yılında İngiltere ve Rusya ile birleşen Fransız donanmasının Navarin’de Türk donanmasını vurması, Fransa’nın Doğu Akdeniz tutkusunu unutmadığının bir göstergesidir. Fransa askerlerini yine Yunanlara yardım etmek gerekçesiyle Mora’ya çıkartmıştır.
Fransa’nın Doğu Akdeniz’e ve Mısır’a olan ilgisi değişik yöntemlerle sürecektir. Nitekim Süveyş kanalı bir Fransız projesi olarak başlayacak, ama İngilizlerin Mısır’ı 1882’de işgal etmesiyle birlikte kanal da Büyük Britanya’nın eline geçecektir.
I. Dünya Savaşı’nda Fransızlar
Fransa’nın büyük bir kara ve deniz gücüyle katıldığı Çanakkale Savaşları’nı da Doğu Akdeniz serüveninin bir parçası olarak düşünmekte sakınca yoktur. Çanakkale’de yenilgiye uğramış olsa bile Fransa’nın I. Dünya Savaşı’nın bitiminden itibaren Antakya’yı, Mersin, Tarsus ve Adana’yı, Gazi Antep, Urfa ve Kahramanmaraş’ı işgal ettiği görülecektir. Fransızların işgal ettiği bölgenin ise Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki tutunma alanlarıyla, İç Anadolu’nun kapısı durumundaki Çukurova’yı kapsadığı rahatlıkla anlaşılmaktadır. Fransa açısından bu derin bir stratejik karardır. Aynı bağlamda elbette ki Fransa 10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevres antlaşmasının da tarafı olacaktır.
Ancak “Sevromania” coşkusu çok sürmeyecek, Atatürk’ün önderliğindeki Türk Kurtuluş Savaşı başarıya ulaşacak, 24 Temmuz 1923’de Lozan antlaşması imzalanacak, Fransa bu antlaşmayı imzalayanlar arasındaki yerini de alacaktır. Doğu Akdeniz’deki varlığını ise Fransa 1920’den 1946’ya kadar sömürge yaptığı Suriye üzerinden bir süre daha devam ettirecektir.
Sarkozy ile ilişkiler bozuluyor
O tarihlerden bu yana Fransa’nın Charles De Gaulle ve Jacques Chirac gibi dengeli ve şık Türkiye politikası güden, en azından buna çaba gösteren saygın devlet adamları eksik olmamıştır. Eski Cumhurbaşkanlarından Nicolas Sarkozy ile birlikte Türk-Fransız ilişkilerinde başlayan açık bozulma şimdiki Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron döneminde de ağırlaşarak devam etmiştir.
Şimdi Fransa yeniden Doğu Akdeniz’e geri dönmek istemekte ve bu bağlamda bütün ağırlığını tek yanlı olarak Yunanistan’ın çıkarlarından yana vermektedir. Fransa’nın daha dengeli bir Doğu Akdeniz politikası yürütmesi ve Türk-Fransız ilişkilerinin barışçı bir yönde gelişmesi, Fransa’nın ve iki ülkenin uzun erimli çıkarları bakımından daha verimli olmayacak mıdır? Bunu önümüzdeki zaman kesiti gösterecektir.