Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan her ne kadar işlerin yolunda olduğunu, söylese de işler kontrolünden çıkmak eğilimi gösteriyor.
Sözü uzatmadan saymaya başlayalım.
Kontrolsüz sürü bağışıklığı
1- Koronavirüs salgını sadece yeniden yayılmakla kalmadı, genel olarak toplumun moralini çökertecek bir hâl almaya başladı. Nisan-Mayıs aylarındaki -yetersiz olsa da- kısıtlayıcı adımlar sayesinde geriletilen Covid-19 salgını, bütün uyarılara rağmen Haziran-Temmuz aylarında ticaret ve turizm lobilerinin bastırmasıyla birden kaldırılınca patladı. İkinci dalgaya hazırız diyen Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, “birinci dalganın ikinci tepe noktasından” söz etmeye başladı. MetroPoll araştırmasına göre halkın yüzde 60’ı artık günlük açıklanan rakamlara inanmıyor, oysa bir kaç ay önce yüzde 70 inanıyordu. Erdoğan ve yakın çevresi adeta bir fildişi kuleye dönen Beştepe’de, korunuyor. Ama bu arada Ankara’nın, İstanbul’un işçi mahallelerinden artık TBMM’ye kadar, siyasi parti liderlerine kadar hastalık yayılıyor. “Kontrolü sürü bağışıklığı” diye bir kavramdan söz ediliyordu, şimdi kontrolü kalmadığı görülüyor. İpleri “dükkân açık kalsın da ne olursa olsun” diyen seçmen kitlesinin eline bırakan Erdoğan, hâlâ tek sorumlu olarak maske takmayan halkı gösteriyor. Mart ayında balkonda alkışladığı sağlık ordusu hastalıktan kırılmaya başlamış durumda üstelik.
Lira değer kaybetmeye devam
2- Erdoğan’ın tam desteği Hazine ve Maliye Bakanı damadı Berat Albayrak’ın arkasında. Albayrak 2018’de Bakan olduğunda eli serbest kalsın, engelleyen olmasın diye Hazine ve Maliye birleştirildi, Merkez Bankası ve TÜİK ona bağlandı. Ekonominin küçülmesini, enflasyonun artışını dahi olumlu işaret diye duyuran bir yönetim var ekonomide. Kendi kendilerine psikolojik sınır saydıkları doların 7 lirayı geçmemesi uğruna kamu bankalarının kasalarından milyarlarca dolar döviz piyasaya verildi. Olmadı, 1 dolar 7,5 lira sınırında. Bu dolar kuru üzerinden zamanında ödeme garantili anlaşma yaptıkları beş müteahhit -çetesi demiyorum savcılara durduk yerde iş çıkarmamak için- ahbaba geçilmeyen köprüler, uçulmayan hava limanları için ödeme yapılmaya devam ediliyor. Ama şimdi bir de tekstil ve inşaat lobisinin “lira değer kazanmasın” baskısı başladı. Covid-19 fırsatını ganimete çevirip değeri düşen lirayla üretip, dolarla, avroyla kazanmaktan memnunlar. Dolarla, avroyla girdi ithal edip lirayla satmak durumunda olan -başta otomotiv- imalat sanayii ise lira değer kazansın istiyor. ÖTV artışı cabası. Ama ekonomide de işler kontrolden çıkmak üzere. Çarşı pazarda ise fiyatlar dar gelirli vatandaşın geçimini giderek zorlaştırıyor.
Dış politikada iniş çıkışlar
3- Erdoğan, Mısır’da Muhammed Mursi’yi devirerek iş başına gelen Abdül Fettah Sisi’ye duyduğu tepkiyle Mısır ile diplomatik ilişkilerimizi düşürdü. Onun katıldığı yemeklere dahi katılmıyor. Peki, o zaman Mali’deki darbe yönetimini neden destekliyoruz? Mali’de 20 Ağustos’ta yapılan askeri darbenin ülkede “istikrarı sağlaması” için ilk elini uzatan ülkelerden biri Türkiye oldu. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu şu Covid ortamında oraya gitti, destek vaat etti. Ne oldu? Darbe mi seçiyoruz artık, Mısır kötü, Mali iyi diye? Yunanistan ile yaşanan sorunda Türkiye haklı olmasına rağmen Erdoğan’ın diplomasiyi kavga yoluyla yürütme alışkanlığı nedeniyle derdimizi anlatamıyoruz. Suriye’de Rusya ile yine gerilim tırmanıyor. Libya’da hükümete verilen destekle belli bir mesafe alındı ama sonra, yine Rusya nedeniyle frene basılmak zorunda kalındı. ABD’ye ve AB’ye nispet vermek uğruna Rusya’yla bu kadar içli dışlı olmanın bedeli ağır olmaz umarım.
Tarikatların şantajı altında
4- İstanbul ve Ankara başta olmak üzere belediyeleri CHP’ye kaptıran Erdoğan, çıkar kapıları kapanan ve ayrıca, Erdoğan’ın oy tabanının eridiğini saptayan İslâmcı tarikat ve cemaatlerin oy şantajı altına girdi. Kadına şiddete karşı İstanbul Sözleşmesinin iptali talebinden, hilafet taleplerine dek bu kesim, para vermeden susmayan Kumkapı zurnacıları misali Erdoğan’ın başını ağrıtmaya başladı. Bu tarikatlardan bazılarının sefih bir insâni çürümüşlük içinde oldukları dahi görmezden gelinmeye, üstü örtülmeye, normal gösterilmeye çalışılıyor. Üstelik işi açıkça Atatürk’e, Cumhuriyet’e, kadın haklarına, kadınlara hakarete vardıran bu gerici şımarıklık, Erdoğan’ın seçim ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli’yi de, AK Parti içinde haklarının bilincinde, şehirli, eğitimli kadınları da rahatsız etmeye başladı. Bir de bunun üzerine Diyanet İşlerinin -adeta 1980’lerde, 1990’larda Genelkurmay’ın olduğu gibi- “devlet içinde devlet” görüntüsü ortaya çıktı. Diyanet İşleri Başkanının Ayasofya açılışında elinde kılıçla verdiği pozun, belki radikal bir kitleyi çok memnun ettiği ama toplumun çoğunluğunu rahatsız ettiği dahi bu ideolojik körleşme içinde görülemiyor.
Gücün tek elde toplanması
Başka örnekler varsa siz de ekleyebilirsiniz. Ama bu kadarı bile Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin bütün gücü tek elde toplayan niteliğine rağmen ve belki de bu yüzden işlerin kontrolden çıkmak üzere olduğu endişesini doğuruyor.
En küçük kararda bile Cumhurbaşkanının onayının aradığı bu sistemde bakanlar, milletvekilleri, yargıçlar ve diğerleri gerekli kararları zamanında alıp uygulayamıyor, zaten inisiyatif kullanmaları değil, söyleneni yapmaları isteniyor.
Gazetecilerin, yazarların üzerine yasaklarla gelinmesi bunun bir parçası.
İş dünyasından medyaya dek toplumun her kesimi üzerinde kontrol kurma çabası artarken kontrol elden kaçıyor. Derin çelişki burada zaten.