Demokrasi çağdaş eşitlikçi bir topluma inanmış herkesin teorik olarak tartışmasız kabul ettiği bir yönetim biçimi. Son iki yüz küsur yıldır dünyanın her yerinde daha iyi bir toplum isteyenler, özleyenleri hareket geçiren bir ideal. Ama son zamanlarda demokraside ciddi sorunlar yaşanmaya başlandı Türkiye’de ve birçok ülkede.
Meselenin ne olduğu anlamak ve kaynağına inmek için 2500 yıl kadar geriye gitmek gerekiyor. Demokrasinin bir yönetim biçimi olarak şekillendiği şehir devleti Atina’da yurttaşlar bir mecliste bir araya gelerek eşit haklara sahip olarak gelişmeler üzerine kararlar alıyorlardı. Buradaki kilit kelime yurttaş. Atina’da herkes yurttaş sayılmıyordu. Toplumun matematiksel olarak yarısını oluşturan kadınların oy hakkı yoktu. (Bu bütün dünyada 20. Yüzyılda gündeme gelecekti.) Gene toplumun neredeyse üçte birini oluşturan kölelere ve başka şehirlerden gelip Atina’da geçimini sağlayan zanaatkâr, esnaf ve tüccarlara da bu hak tanınmamıştı. Geriye ne kaldı? Atina toplumunun elit ailelerinin üç-beş yüz temsilcisi.
Demokrasinin sorunu demagoglar, lafebeleri
Bu temsilciler de benzen bir kökten, eğitimden ve deneyimden geçerek geldiği için Atina demokrasisi işledi. Bu demokrasi bir dönem Roma’ya da örnek oldu ama Roma da büyüyüp coğrafi sınırlarını genişletince bu yönetim biçimine veda etmek zorunda kaldı.
Tabii bu örneklerin iyi yanlarını alan Aydınlanma Çağı düşünürlerinin fikirleri doğrultusunda model 18. Yüzyıl Avrupa devletlerinde de uygulama alanı buldu. Kararlara katılacak seçmen kitlesi büyüyünce de temsili sisteme yani seçmenin bir bölümünün oylarını seçtikleri kişilerce kullanması yöntemine geçildi.
Sorunlar burada çıkmaya başladı. Aslında bu sorunlar Atina’da görülmekteydi. Demagog’lar türemişti. Bunun en basit tanımını Vikipedi’den aktaralım:
Demagoji; halkın isteklerine, ön yargılarına ve korkularına dayalı olarak yapılan siyaset ve destek arayışıdır. Yunanca demos (halk) ve agogos (liderlik yapmak) kelimelerinin birleşiminden türemiştir. Genellikle üstün bir hitabet ve propaganda yeteneği gerektirir. Çoğunlukla dindarlık, milliyetçilik sağcılık ve solculuk gibi popüler kavramları kullanarak ve bunlara bağlılığı sömürerek yapılır. Demagoji yapan kişiye “demagog” denir.
Türkçesiyle, “lafebesi”.
Popülizm, Trumpizm
Günümüzde bu daha çok popülizm deyimi ile ifade ediliyor. Yani halkın kulağına hoş gelecek, onu umutlandırıp heyecanlandıran sözler söyleyerek iktidar mücadelesini yürütmek.
Demokratik yönetime geçilirken ilk başta halkın oyunun kötü amaçla kullanacağı düşünülmediğinden buna karşı önlemler geliştirilmemişti. Anayasa Mahkemeleri ve benzer kurumlar çok sonradan gündeme geldi. Modern dünyanın ilk demokrasilerinden ABD’de örneğin demokrasinin en temel mekanizmalarından biri olan seçimlerin denetimi için bizdeki Yüksek Seçim Kurulu gibi bir kurum dahi öngörülmemişti. Ancak Trump’ın Hillary Clinton’u “alt ettiği” seçimlere Rusya’nın müdahale ettiği iddiaları üzerine seçimlerin siber güvenliğini sağlamak üzere bir kurum oluşturuldu. Ama bunun da yetkileri hala çok sınırlı. Ve nitekim Trump’ın seçimlere hile karıştırıldığı iddialarını reddederek bu seçimleri şimdiye kadar yapılan en güvenli seçim olduğunu açıklayan CISA adlı bu kurulun başındaki Chris Kerbs’i görevden aldı. Şimdi herkes Trump’a seçimi kaybettiğini nasıl kabul ettireceklerini ve sarsıntınız bir yönetim değişikliği yapılabileceğine kafa patlatıyor.
ABD’den sonra AB’de yayılıyor
Bu, belki de önümüzdeki dönemde ABD’nin Anayasasına bir ek (amendment) daha ekleyerek daha etkili ve yetkili bir kurum kurmasına yol açacak.
Benzer bir sorunu Avrupa Birliği’nde de görüyoruz. Avrupa’da kaynakların daha adil kullanımı ve böylece son 50 yıl içinde iki savaşla harap olarak bölgede kalıcı bir barış ve huzur sağlayıp refahı artırma fikrinden hareketle Ortak Pazar kurmak üzere bir araya gelen Avrupa devletleri irili ufaklı bütün üyelere eşit hak tanımıştı. Daha sonra diktatörlüklere son verip demokrasiye geçen Avrupa ülkeleri İspanya, Portekiz ve Yunanistan’ı da aralarına alan grup son olarak da Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı’nın dağılmasıyla açığa çıkan Doğu Avrupa ülkelerini de gruba kattılar. Sorunlar da burada çıkmaya başladı. Çünkü AB’nin karar mekanizmaları bütün önemli kararların oybirliği ile alınmasını öngörüyordu. Ama bu arada son zamanlarda bazı üyelerin Topluluğun en temel ilkeleri olan demokrasiye uymamaya başladığı görüldü. Macaristan’da Viktor Orban bir tek adam yönetimi kurarken, Polonya’da Mateusz Morawiecki yönetiminin perde arkasındaki güç olan Kaczynski siyaseti mahkemelerin bağımsızlığını yok ediyor.
Ve Türkiye…
Tam bu sırada patlak veren corona salgınına karşı ortak mücadele çabasında olan AB üyeleri 3 trilyon Avro’luk ekonomik destek paketini bile bu iki ülkenin muhalefeti nedeniyle uygulamaya koyamıyor. Çünkü AB bu yardımdan ancak demokratik teamüllere uyan ülkelerin yararlanabilmesini öngörüyor. Macaristan ile Polonya bu ihtirazî kaydın kaldırılması için şantaj yaparak kararı bloke ediyor.
Türkiye’de 1946’dan beri oturtmaya çalıştığımız parlamenter demokrasinin son yıllarda geçtiğimiz başkanlık sisteminde temel hak ve özgürlükleri tartışmalı hale getirmesinin nasıl önlenebileceği her gün konuşuluyor, yazılıyor. Demokrasinin temel ilkelerine dikkat çekiliyor.
Başlıkta da dikkat çektiğim gibi demokrasi bugüne kadar bulunmuş en iyi yönetim biçimi ama buna taraf olanların aynı ilke ve kurallara uyması halinde. Aksi halde motor su kaynatıyor.