Seçimle geldiği koltuktan seçimle indirilmeyi hazmedemeyen -resmen hala- ABD Başkanı Donald Trump’ı izleyen güruhun Kongreyi basmasını dünya canlı yayında izledi 6 Ocak’ta. CNN yayınında “Asker nerede?” cümlesinin defalarca sarf edildiğini, darbe girişiminden, iç savaş endişesinden söz edildiğini duyduk. Polisin dur ihtarına uymadı diye siyahların sokakta sırtından vurulduğu Amerikan demokrasisinde ırkçı-faşist beyazların Kongreyi basmalarına, ABD Bayrağı yerine Trump bayrağı çekmelerine seyirci kalındığını izledik. Baskında öldürülenlerin sayısı 4’e yükseldi. Görünüşte Trump’ın oylarının çalındığı, (Georgia eyaletinde) seçimin tekrarlanması gerektiği gibi demokratik bir taleple ayaklanan güruhu bizzat Trump kışkırtmıştı.
Koltuğu seçimle bırakmamak için her şeyi göze almış bir liderin ülkesini nasıl itibarsızlaştırdığını gördük.
En yakınındakilerin Trump’ı nasıl bir pişmanlıkla terk ettiklerini de gördük. Şimdi ABD Anayasası’nın -yasal darbe anlamına gelen- 25’inci Maddesince, 20 Ocak’taki devir teslim töreni de beklenmeden görevden indirilmesi tartışılıyor. Başkentte 15 gün sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Geri kalan günlerinde koltuğunu bırakmamak için başka çılgınlık yapmasından korkuluyor. Twitter ve Facebook Başkanın hesaplarını dondurdu.
Batı batıyor, Biden toparlar mı?
Hatırlatalım. Kovit pandemisiyle mücadeledeki karşı gaddar aldırmazlığı olmasaydı, Trump’ın 3 Kasım 2020 seçimini kazanması işten değildi. Yeni yeni faşist denmeye başlayan “popülist” politikaların sonucuydu bu. Trump’ın son kışkırtmasında, kovit nedeniyle her vatandaşa 600 dolar ödenmesini öngören Kongre kararına karşı Trump’ın, sanki dört yıldır ülkeyi o yönetmiyormuş arsızlığıyla “2000 dolar olmalı” demesinin de payı vardı. Georgia eyaletinde üçüncü defa seçim tekrarlatabilse, üç eyalette daha seçim tekrarlatacak, seçimle geldiği Beyaz Saray’ı seçimle terk etmemek için başka yollar deneyecekti.
2020 başında, henüz kovit dünyayı vurmamışken yapılan Münih Güvenlik Konferansının konusu “Batısızlık” idi. Yani Batı değerlerinin artık parıltısını kaybetmesi ve ölçü olmaktan çıkması. Somut örneğini 6 Ocak’ta Washington’da gördük.
Joe Biden’ın seçim kampanyasının birkaç temel unsuru vardı. İçeride Trump’ın tahrip ettiği hukuk devleti kavramı ve kurumsal devlet işleyişini onarma, dışarıda da uluslararası demokrasi konferansı toplayarak demokratik değerlerin yeniden canlanmasını sağlama. Şimdi önceliği ABD Kongresi baskınının yaralarını olabildiğince çabuk sararak örnek oluşturmak olmalı.
Schadenfreude
Almancada “schadenfreude” diye bir sözcük var; başkasının başına gelen kötülüğe memnun olma anlamına geliyor. Hatta bir adım ötesinde üzülüyormuş gibi yaparak içten içe sevinme anlamı da içeriyor, yerine göre.
Kongre baskınını canlı yayında izlerken acaba şu anda Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Çin Devlet Başkanı Şi Cingpin de izliyor mudur?” diye düşündüm. Ya da Avrupa Birliği üyesi olduğu halde artık tam demokrasi kategorisinden çıkarılan Macaristan’ın lideri Viktor Orban. Ya da dünyanın en karanlık diktatörlüklerinden olduğu halde petrol parasıyla ABD’nin gözbebeği olan Suudi Arabistan’ı fiilen yöneten Veliaht Prens Muhammed bin Salman.
Seçimi kazanan Biden’ı tebrik etmesi birkaç gün alan, hakaretlerine ve yaptırımlarına karşı Trump’a hep “dostum” diye hitap etmeyi son ana dek ihmal etmeyen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan? Bugüne dek ABD tarafından eleştirilen pek çok ülkenin lider kadrosu “Vah vah” diye üzüntü ve itidal mesajları yayınlarken, patlamış mısırlarını alıp “yok artık” dedirtecek bir Hollywood filmi izler gibi izlemişlerdir olan biteni.
Türkiye’nin tepkisi ve yankısı
Ancak bütün dünyadan gelen mesajlar arasında, o kargaşa içinde dahi Amerikan televizyonlarında mesajları okunan ülke Türkiye oldu. Hem Dışişleri Bakanlığının hem TBMM Başkanı Mustafa Şentop’un açıklamaları haber oldu. Ama maalesef övünülecek bir şekilde verilmedi. CNN ve NBC “Bakın ne hallere düştük, bir diktatör tarafından yönetilen Türkiye bize ders veriyor” gibilerinden duyurdu örneğin.
Öte yandan gerek Dışişleri Bakanlığı gerek Meclis Başkanının beyanları adeta 15 Temmuz sonrasında ABD’den Türkiye’de “taraflara itidal ve diyalog” telkin eden açıklamalara karşılık verir gibiydi. Seçimle gitmeyi hazmedemeyip hala resmen görevde olan Başkanın kışkırtmasıyla ABD’nin Meclis’i olan Kongre binasını basanlar mı meşru taraftı? Yoksa seçimle iş başına gelmek üzere olan Biden’ın zaferini ve Demokratların Temsilciler Meclisi ardından Senato’yu da kazandığını ilan etmek üzereyken baskına uğrayan Kongre mi? Peki, 15 Temmuz’da Meclisi bombalayıp Cumhurbaşkanını kaçırmak isteyen darbeciler nasıl taraf sayılıyor, itidal ve diyalog talep ediliyordu?
Seçimle gelen seçimle gidecek. Seçimle gönderilmemek için seçim yasalarını değiştirmek, kurumların DNA’sıyla oynamak gibi yollara sapmayacak. Sapınca toplum da sapıyor, manzara ortada.