Gerek Cumhurbaşkanı ve AK Parti lideri Tayyip Erdoğan gerek MHP lideri Devlet Bahçeli her fırsatta Cumhur İttifakının dimdik ayakta olduğunu vurguluyor. Cumhur İttifakının 2023 seçimlerini de kazanacağı inancını tekrarlıyorlar.
Oysa 2020’nin son aylarından itibaren tanık olduğumuz bir dizi gelişmeye Ankara’nın kapalı kapılarını biraz aralayarak baktığımızda Cumhur İttifakı içinde işlerin örneğin 2018 seçimleri, ya da 2019 seçimlerindeki kadar rahat olmadığını görülebiliyor.
Bu rahatsızlığı elbette uluslararası gelişmelerden kaynaklanan boyutları var. Bugün, 20 Ocak’ta askerlerin gölgesinde Beyaz Saray’a yerleşecek olan Joe Biden döneminin Türkiye üzerindeki, Erdoğan üzerinde artması muhtemel baskısına birazdan geleceğiz. Ama bu rahatsızlığın iç nedenleri de var. Sadece ekonomik sıkıntılardan kaynaklanan bir darboğaz değil bu, daha çok siyasi ve ideolojik özelliği var. Cumhur İttifakında bir kimlik sorunu da baş göstermiş görünüyor.
Sözü uzatmadan konuya girelim.
Erdoğan Erbakan’a, Bahçeli Türkeş’e
Erdoğan’ın Millî Görüş sevdası son haftalarda depreşti. 7 Ocak’ta Saadet Partisi Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Oğuzhan Asiltürk ile görüştü. (*) 19 Ocak’ta da (Merkez Efendi Camii’nde Nur Vergin’in cenaze töreni ardından) yanında yetiştiği siyaset hocası Necmettin Erbakan’ın mezarını ziyaret etti. Bu ziyaret ve fotoğrafları Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığınca yayınlandı.
Erdoğan, Asiltürk ile görüşmeden iki gün önce, 5 Ocak’ta Cumhur müttefiki Bahçeli’yi evinde ziyaret etmişti; bir hafta içinde üçüncü görüşmeleriydi. Reformların görüşüldüğü duyuruldu. Bahçeli’nin hukuk reformunun kapsamına itirazları biliniyordu. Bülent Arınç, reform kapsamında Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’dan söz edince, Bahçeli’nin baskısıyla Erdoğan tarafından tasfiye edilmişti.
Erdoğan’ın AB ile -temel olarak ekonomik nedenlerle- uzlaşma zemini aradığı dönemde Millî Görüş köklerine vurgu yapmaya başlaması, AK Parti içinde MHP’nin iktidar ortağı gibi davranmasından duyulan rahatsızlığı da dengeleyebilirdi. Bahçeli de safları sıklaştıracak hamleleri artırdı. Erdoğan’ın Erbakan’ın mirasına sarılmasına karşı Bahçeli de Alparslan Türkeş’in mirasını öne çıkarmaya başladı.
#ÜlküOcakları kampanyasının anlamı
Son günlerde sosyal medyada açılan #ÜlküOcakları etiketi açıldı.
Bu etiket, Bahçeli’nin 14 Ocak hamlesinin ardından açıldı. Bahçeli 14 Ocak’ta yalnızca bazı gazetecileri MHP’nin AK Parti’yi HDP’nin kapatılması üzerinden sıkıştırdığını tartışmaları nedeniyle hedefe koymakla kalmadı. Aynı zamanda, -pek dikkat çekmeyen- “14 Talep” de yayınladı. Bu talepler arasında seçim ve siyasi partiler yasalarının değiştirilmesi koşullarından, HDP’nin engellenmesi ve siyasi anketlerin zapturapta alınmasına dek değişen maddeler vardı. Bahçeli bu talepleri Erdoğan’ın 12 Ocak’ta Ankara’daki AB Büyükelçilerine reform sözü vermesi ardından yayınlamıştı; taleplerin muhatabı Erdoğan idi. Yine aynı gün bir siyasetçi, Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ ve Yeniçağ Gazetesi Ankara Temsilcisi Orhan Uğuroğlu saldırıya uğradı. Uğuroğlu bir gün önce ülkücü kökenli Özdağ’ın Bahçeli’yi eleştirdiği bir mülakat yayınlamıştı.
Bahçeli 18 Ocak’ta da bu defa Ahmet Davutoğlu’nun saldırılardan Bahçeli’yi sorumlu tutan ve Erdoğan’ı “28 Şubatçılarca tasfiye edileceği” iddiasıyla uyaran mülakat yapan Taha Akyol’u hedef aldı. Akyol 12 Eylül 1980 askeri darbesi öncesi MHP yönetimindeydi.
Bahçeli’nin MHP dışındaki ülkücüler sorunu
Daha önce benzeri saldırılarda yaralanan gazeteciler Ahmet Takan, Yavuz Selim Demirağ ve Sabahattin Önkibar da ülkücü kökenden geliyordu.
Saflardan ayrılanların başına neler geleceği mi sergilenmek isteniyordu?
İşte #ÜlküOcakları etiketi o günlerde aynı zamanda, tam da Ülkü Ocaklarının bazı AB ülkelerinde yasa dışı ilan edilmeye başlandığı bir sırada açıldı. Etiket altında, MHP gençlik örgütü olan Ülkü Ocaklarının, partinin kurucu başkanı Alparslan Türkeş’in “emaneti” olduğu Bahçeli’nin video kayıtlarıyla özellikle vurgulanıyor. MHP kimliğinin AK Parti ya da başka kimliklerle “karışmasının” önüne geçme çabası da göze çarpıyor.
Büyük ölçüde MHP’den kopanlarca kurulan İYİ Parti, CHP ile Millet İttifakı içinde kaldığı müddetçe Bahçeli açısından o kadar sorun olmazdı. Ama Meral Akşener’in Erdoğan tarafından Bahçeli’nin yerine müttefik olarak görüldüğü yolundaki yorumların AK Parti çizgisindeki medyada çıkmaya başlaması farklıydı. Üstelik şimdi Gelecek Partisi, Deva Partisi, Demokrat Parti hatta CHP içinde de eski MHP’li, ülkücü kadrolar görülmeye başlamıştı. CHP’den Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Mansur Yavaş vardı örneğin.
Türkeş ve “azgın milliyetçilik”
Aslında ayrılmaların Bahçeli’nin Erdoğan’a sıkı muhalefet yaptığı dönemde AK Parti’ye geçen Tuğrul Türkeş ile başladığı söylenebilir. Türkeş, MHP tabanına, AK Parti ile iş birliği yapılırsa devlet yönetiminde etkili olunabileceğini, devlet kadrolarından belediye imkânlarına dek ülkücülerin yararına işler yapılabileceğini göstermiş oldu. Bahçeli’nin Cumhur İttifakına doğru rota değişikliği 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişiminin öncesinde 7 Haziran 2015 seçimlerinde HDP’nin yükselişini görmesi ve devlet yönetimine girme niyetini Erdoğan’la başkanlık sistemi tartışması başlatmasıyladır. Tuğrul Türkeş o süreçte önemli bir unsur olmuştur.
Türkeş, sonradan özel olarak son tehdit-saldırı kampanyasını kast etmediğini vurguladığı bir makale yayınladı. Gerçekten de saldırının hemen üzerine yazılmışa benzemiyordu ama kendi deyişiyle “iyi denk gelmişti”. Makale “Azgın milliyetçilik: 21’inci yüzyılın ilk çeyreğinde Dünya ve Türkiye’deki gelişmeler üzerine” başlığını taşıyordu. Türkeş makalesinde “azgın milliyetçilik” kavramının yanı sıra “iyi milliyetçilik” ve “kötü milliyetçilik” tanımları da getiriyordu. İlkine örnek olarak Mustafa Kemal Atatürk’ü, ikincisine örnek olarak da Adolf Hitler’i veriyordu. “Maalesef ki” diyordu Türkeş, “Türkiye’de de bu tip hamaset eksenli bir milliyetçiliğin (…) sosyolojik tabanda kök salmaya yakın olabileceği tehlikesini görüyorum.”
Asıl sarsıntı ideolojik zeminde
Tuğrul Türkeş, “azgın milliyetçilik” tanımı üzerine şu saptamada da bulunuyor: “İçi tamamıyla boş, programsız ve dolayısıyla da “Tarihin Davetine” icabet edebilecek olgunluktan çok uzak bu formatın çağa yön vermek şöyle dursun çağı yakalaması bile mümkün değildir.”
Bu tanım, Meral Akşener’in “lümpen milliyetçilik” tanımıyla dışlamak istediği yaklaşımla benzeşmektedir.
Türkeş’in söz ettiği tarihin daveti, dünyanın 21’inci yüzyılın başında karşı karşıya kaldığı değişim ve dönüşüm rüzgarıdır. Önce Çin’in önlenemeyen yükselişi, sonra kovit salgını, insanlığı tarihin akışında yeni bir dönemece getirmiş görünmektedir. Dünyanın en büyük ekonomik ve askeri gücü ABD’nin geçirmekte olduğu sarsıntılar bunun açık göstergesidir.
Joe Biden’ın yönetimi sadece ABD için değil, uluslararası siyasi ve ekonomik sistem için de bir sınav olacak. Dönüşüm ve değişim kaçınılmaz görünüyor. Dönüşüm ister istemez Türkiye’yi de etkileyecek, Türkiye’yi yöneten Cumhur İttifakını da.
Erdoğan’ın Milli Görüş ve AB eğilimini, Bahçeli’nin de hamasî milliyetçilik eğilimini böyle bir dönemde öne çıkarmaya başlaması rastlantı sayılamaz. Cumhur İttifakındaki asıl sarsıntı ve dönüşüm sancısı ideolojik zeminde, kimlik sorununda yoğunlaşıyor.
(*) Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir gün önce de Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu ile görüştüğü yolunda bir ifade yanlışlıkla yazının erken yayımında yer almıştır. Düzeltir, özür dilerim. (Güncelleme 20 Ocak 2021, 17:22)