Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının açtığı HDP’yi kapatma davası Anayasa Mahkemesinden (AYM) döndü. Gerekçe, Partiye “atfedilen” eylemlerle bölücülük “odağı” olma iddiası arasında somut bağ kurulamamış olması. Yani AYM, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına bir anlamda “Doğru dürüst dosya hazırlayın, öyle gelin, gelecekseniz” demiş. Bu belki de dosyanın aceleye gelmesinden olmuştur. Öyle ya… MHP lideri Devlet Bahçeli’nin ısrarlı talebini karşılamak istercesine, dava 18 Mart’taki MHP Kurultayından bir gün önce, 17 Mart’ta açılmıştı.
AYM kararına en hızlı ve en sert tepki de -beklendiği üzere Bahçeli’den geldi. Bahçeli, uzun yazılı açıklamasında şöyle bir cümle kullanıyor:
• “HDP’nin kapatılması kadar Anayasa Mahkemesi’nin de kapanması artık ertelenemez bir hedef olmalıdır.”
Bahçeli’nin HDP ile birlikte “bölücülüğün şakşakçısı” olmakla suçladığı AYM’nin de kapatılması hedefini öne koyması çokça tartışıldı, daha da tartışılır.
Tabii burada muhatap Anayasa Mahkemesi değil, sanırım Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan. Çünkü AYM düzeninin son bulması ancak Anayasa değişikliği, ya da evet, bildiniz, yeni Anayasa ile mümkün olabilir.
Yani adres, Cumhurbaşkanlığı, Beştepe, Ankara.
Yoksa danışıklı dövüş müydü?
Tabii ortada şöyle bir tablo var. Bahçeli HDP’nin kapatılmasını ilk talep ettiğinde ilk itiraz edenlerden birisi de AK Parti’nin iki numarası Numan Kurtulmuş olmuştu. Bahçeli’nin MHP Kurultayından bir gün önce açılan dava, 24 Mart’taki AK Parti Kongresi üzerinden bir hafta geçtikten sonra düşmüş oldu.
Bu da dava açıldığı gün AK Parti kaynaklarına sorulan bazı sorulara Anayasa’nın 90’ıncı maddesiyle yanıt verilmesini hatırlattı. Yani AK Parti’nin üst katları, AYM kapatma kararı verse dahi bunun Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden (AİHM) döneceğini hesaplıyorlardı.
Bunu mutlaka Erdoğan ve ekibi Bahçeli’yi MHP kitlesi önünde mahcup etmemek için zaten kapatmayla sonuçlanmayacak davayı açtırdığı, kendi Kongresi sonrasında da davanın düşürülmesine seyirci kaldığı şeklinde yorumlamamak lazım. Öte yandan bu hamle ile, Bahçeli sayesinde Anayasa Mahkemesinin kaldırılması siyasi gündeme girmiştir; belki de meram edilen baştan beri buydu.
AYM kaldırılabilir mi?
Neticede AYM, 27 Mayıs 1960 darbesi sonrasında 1961 Anayasasıyla kurulmuş bir yüksek mahkeme. Demokrat Parti iktidarının Anayasa ihlali sayılan hamlelerine tepki olarak kurulmuştu. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, bir daha Nazi iktidarı görmek istemeyen Almanya’dan örnek alınmıştı.
Bu durum Anayasa Mahkemesini “darbeci” ya da “vesayetçi” saymamıza değil, Anayasayı koruma amaçlı bir kurum saymamıza neden olur. AYM bugüne dek değişik iktidarlar döneminde yapılan pek çok hukuksuzluğa dur diyebilen merci olma özelliğini her şeye rağmen koruyabilmiştir.
Ancak Bahçeli’nin çıkışı, aslında Anayasadaki darbe dönemi kalıntılarından şikayetçi olan Erdoğan’a verilmiş gollük bir pas gibidir. AYM’nin kararlarından, son dönemde özellikle Selahattin Demirtaş, Osman Kavala gibi davalardaki kararlarından sadece Bahçeli değil, Erdoğan da rahatsızdı.
Dolayısıyla Bahçeli aslında Erdoğan’dan, hazır yeni Anayasa konusu mutfaktayken, AYM’nin kaldırılması konusunu da listeye eklemesini talep etmektedir. Böylece seçilmiş iktidarın her kararı, Anayasa ne derse desin, geçerli kanun sayılacaktır. Bunu çoğulcu demokrasi ve hukuk devletiyle bağdaştırmak mümkün değildir, ama arzu edilen sanki budur. Öte yandan Anayasa mahkemesinin kaldırılması talebi, yeni Anayasa çalışmasına sekte de vurabilir. Nitekim AK Parti Seçim İşleri Başkan Yardımcısı Samir Altunkaynak’ın “AYM’nin her kararı sonrası hukuki olmayan yaklaşımlarla saldırılmasını” eleştirmesi bunu gösteriyor. Ame bakarsınız Bülent Arınç’ı harcatan irade, Altunkaynak’ı da harcatır.
Bahçeli: siyasetin taktik ustası
Muhalif kesimlerin Bahçeli’yi hafife almaları hatadır. Bahçeli Türk siyasetinin gördüğü en iyi taktik ustalarından. Başka türlü yüzde 10’un altındaki oy oranıyla ve hiçbir sorumluluk taşımadan iktidara ortak olmak, Erdoğan gibi güçlü bir lidere dediklerini yaptırmak mümkün değil.
Erdoğan, bildiğimiz kadarıyla son yıl içinde dört defa görüşmek için Bahçeli’nin evine gitti. Cumhurbaşkanını görüşmek için evine gittiği, bildiğimiz kadarıyla başka siyasi parti lideri yok.
Sadece Erdoğan değil. Bahçeli üçlü koalisyon döneminde Başbakan Bülent Ecevit’i de adeta parmağında oynatmıştı. Örneğin, Ecevit’in mali krizle başa çıkmak üzere kendi onayını almadan Kemal Derviş’i davet etmesini Ecevit’in burnundan getirmiş, karşılığında siyasi ve bürokratik tavizler almıştı. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın idam cezasının infazının -sonra kaldırılmak üzere- bekletilmesi kararını MHP kitlesine millî menfaatlerle izah etmesini sağlamak, Ecevit için hiç kolay olmamıştı.
Ecevit’in zaten tel tel dökülen hükümetinin sonunu getiren, AK Parti dönemini başlatan 2002 erken seçiminden bu yana bütün erken seçimlerde, halkoylamalarında Bahçeli’nin rolü oldu.
Bahçeli’nin taktiği ve AYM
Bahçeli’nin taktiği pek değişmez, ama hep işe yarar. Karşı tarafla müzakereye onun en önem verdiği konuya en karşı tutumu alarak başlar. Sonra o konuda tutumunu değiştirmek karşılığında istediğini yaptırmaya çalışır. Örneğin “partili cumhurbaşkanı” fikrine ilk başta en çok karşı çıkan Bahçeli olmuş, ancak AK Parti’yi kendisine yüzde 50+1 ile bağladıktan sonra kabul etmiştir.
Bugün Erdoğan ve AK Parti, Bahçeli ve MHP’nin karşı çıktığı adımları atmakta zorlanır durumdadır.
HDP’nin kapatma davasının AYM tarafından geri çevrildiğine bakıp, Bahçeli’nin el kaybettiğini düşünmemek lazım. Erdoğan ve AK Parti’nin ekonomik ve siyasi alanda beğeni düzeyi düştükçe Bahçeli güç kazanacak, muhtemelen yeni taleplerle gelip, MHP’nin kazanımını artırmaya çalışacaktır.
Siyasetteki belirsizlik arttıkça siyaset kurdu Bahçeli yeni taktikler geliştirebilir.
“Kurt dumanlı havayı sever” der eskiler.