Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Amerikan CBS Televizyonu’na verdiği ve 24 Eylül günü yayınlanan mülakatında, Türkiye-ABD ilişkileri açısından oldukça önemli mesajlar verdi. Erdoğan’ın mesajlarının tonu, dikkat çekecek kadar sertti. Türkiye’nin Rusya Federasyonu’ndan ikinci paket S-400 hava savunma sistemi alımı ile ilgili soruyu Erdoğan, “Hangi ülkeden ne tür savunma sistemleri aldığımıza kimse müdahale edemez. Buna kimse karışamaz. Bu kararları sadece biz veririz” diye yanıtladı.
Erdoğan ayrıca, yalnızca hava savunma sistemlerinin yetmeyeceğini, hava kuvvetleri (daha doğrusu hava kuvvetlerinin muharip uçak yapısı) konusunda da değerlendirmede bulunarak şöyle açıkladı: “Savunma sistemleri farklıdır, hava kuvvetleri farklıdır. Çünkü şu anda hava kuvvetleri noktasında da yarın Amerika’nın F-16’ların devamını sürdüreceğine, benim elimde bir garanti var mı? Böyle bir garanti de olmayacağına göre belki o zaman biz çok daha farklı adımları da atmak zorunda kalacağız.”
Cumhurbaşkanı ayrıca Türkiye’nin F-35 savaş uçakları için 1,4 milyar dolar ödeme yapmış olduğunu ancak uçaklarını teslim alamadığını; ayrıca S-400 seçiminde ABD’nin Patriot hava savunma sistemlerini zamanında satmamış olmasının belirleyici olduğunu yineledi.
Türkiye’nin savunma yapısı ABD’den kopuyor
Bu sözlerin yayınlanmasından kısa süre sonra Reuters’e konuşan bir ABD Dışişleri yetkilisi ise şunları söyledi: “Rusya’dan her türlü yeni silah alımının, Aralık 2020’de uygulananlardan ayrı ve ek CAATSA 231 yaptırımlarını da tetikleme riski taşıdığını Türkiye’ye açıkça söylemeye devam ediyoruz.”
Erdoğan’ın çıkışı hem içerik hem de zamanlama açısından son derece önemliydi.
İçerik bakımından, Türkiye-ABD ilişkilerinin ana omurgasını teşkil eden savunma sanayii ve askeri işbirliğinin neredeyse tamamen kopmuş olduğunu teyit ediyordu.
Zamanlama açısından önemi ise, Birleşmiş Milletler’in 76’ncı Genel Kurulu vesilesiyle gerçekleştirdiği ABD ziyaretinden hemen sonra ve 29 Eylül’de Soçi’de Rusya lideri Vladimir Putin’le yapacağı görüşmeden hemen önce yapılmış olmasından kaynaklanıyor.
İçerik ve zamanlamaya dair değerlendirmelere geçmeden önce arka planı özetlemekte fayda var.
Türkiye’nin Rusya Federasyonu’ndan S-400 hava savunma sistemi alımı, bu alımın nedenleri ve etkileri ile ilgili Türkiye’de konunun ilgilisi, bilgilisi, ilgisizi ve bilgisizi çok sayıda kişi tarafından pek çok değerlendirme kaleme alındı, yorum yapıldı. Dolayısıyla bu yazının, S-400 alımının safahatını -bir kez daha- aktarma gibi bir amacı bulunmuyor. Ancak, ikinci paket S-400 sisteminin alımına kadarki sürecin önemli dönüm noktalarını hatırlatmak, şimdiden sonrasına dair öngörü yapmayı kolaylaştıracaktır.
S-400’ün öncesi ve sonrası
Türkiye’nin 1990’ların başında somut şekilde gündeme gelen hava ve füze savunma sistemi ihtiyacı için ilk aday, doğal olarak ABD yapımı Patriot sistemi idi. Patriot doğal adaydı, zira savaş uçakları ve diğer hava hedeflerini uzun menzilden vurabilen, taktik balistik füze önleme kabiliyetli başka bir Batı üretimi muadil hava savunma sistemi bulunmuyordu. İtalya – Fransa ortak üretimi SAMP/T sistemi 2010’ların başında hizmete girmeye başlayacaktı.
Gerek bütçe sıkıntıları gerekse balistik füze önleme teknolojisinin olgunlaşma aşamasını tamamlamamış olması (nitekim 1991 Körfez Savaşı sırasında Patriot bataryaları Irak tarafından İsrail ve Suudi Arabistan’a atılan SCUD ve türevi füzelere karşı %50 civarında bir başarı yüzdesine sahip olduğu değerlendirilmektedir), bu sistemlerin tedariğini geciktirdi.
LORAMIDS olarak adlandırılan ihalede, S-400’ün öncülü olarak nitelendirilebilecek Antey 2500 ile yarışan Rusya, yaklaşık 8,4 milyar dolar gibi bir hayli yüksek bir fiyat etiketi önererek en baştan liste dışı kalmıştı. 2013 Eylül’ünde Çin’in FD-2000 sistemi ile kısa listede birinci gelmesi, ABD ve NATO’da soğuk duş etkisi yaratmıştı. Yaklaşık 3,44 milyar dolar öneren Çin’i, 4.4 milyar dolarlık SAMP/T ve 4,6 milyar dolarlık Patriot teklifleri takip etmişti.
S-400’e doğru Suriye/PKK ve 15 Temmuz etkisi
LORAMIDS, Savunma Sanayii Müsteşarlığının (SSM; 2018’den itibaren Savunma Sanayii Başkanlığı – SSB) konuyla ilgili açıklamalarına göre, Türkiye’nin kendi özgün uzun menzilli hava savunma sistemini geliştirmesine kadar geçecek süre içindeki ihtiyacını gidermek için yapılacak bir hazır alım ihalesiydi. Ortak geliştirme ve ortak üretim ön planda değildi; yerli sanayinin katkısı ise üçüncü derecede öncelikliydi.
Ancak 2013 sonunda Çin ile başlayan sözleşme görüşmeleri, 2015 Kasım ayında teknoloji transferi ve ortak üretim konusundaki anlaşmazlık gerekçesiyle sona erdirildi ve ihale tümden rafa kaldırılarak Türkiye’nin kendi özgün geliştirme projesine odaklanacağı açıklandı.
Türkiye’nin bu kararından önce iki önemli gelişme yaşandı: Önce 2014 sonlarından itibaren ABD, PKK terör örgütünün Suriye kolu PYD’yi Suriye’de ana partneri olarak seçti ve bu örgüte yoğun silah ve eğitim yardımı yapmaya başladı. Ardından da 2015 Ağustos ayından itibaren ABD ve Almanya, Suriye’den kaynaklanan hava tehdidine karşı NATO yardımı kapsamında Türkiye’ye konuşlandırdıkları Patriot hava savunma sistemi bataryalarını geri çekmeye başladılar.
Ertesi sene 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi; bu girişime ABD’nin gösterdiği tepkinin en fazla “cılız” kalması ve girişimin ardındaki esas isim olarak bilinan Fethullah Gülen’in ABD himayesinde bulunması da zaten iyice gerilmiş olan ilişkilerin dibe vurmasında etkili oldu.
Türkiye darbe girişiminden hemen sonra, 2016 sonbaharında, Rusya ile S-400 sistemi alım görüşmelerine böyle bir askeri – diplomatik ortamda başladı.
Yaptırımlar Ankara’ya geri adım attırmadı
Görüşmelerin sonunda 2017 Nisan ayında imzalanan sözleşme, bir adedi opsiyon olmak üzere iki S-400 sistemini kapsıyordu. İlk sistemin sevkiyatı 2019 Temmuz ayında, deneme atışı ise 2020 Ekim’inde gerçekleştirildi. Bu süreçte de dozajı giderek artan şekilde tepki gösteren ABD’de Trump yönetimi, 2020 Aralık ayında tedariki gerçekleştiren SSB’ye ve kurumun Prof. Dr. İsmail Demir dahil dört yöneticisine CAATSA kapsamında yaptırım uygulama kararı aldı. Bir yandan da Türkiye’yi F-35 projesinden çıkararak Türk Hava Kuvvetleri için üretilmiş altı adet F-35A jetinin teslimatını iptal etti.
Bu noktada hatırlatmak gerekir ki Türkiye, CAATSA yaptırımlarına ve F-35 projesinden çıkarılmasına karşı henüz açıklama ve söylemler dışında somut bir karşı hamle atmış değil.
Cumhurbaşkanının açıklamasının içeriği, hem ikinci paket S-400 sisteminin alımı hem de F-16 uçaklarının idamesi ve lojistik desteğine vurgu açısından dikkat çekici. İkinci S-400 sisteminin alımının ilave CAATSA yaptırımlarını tetiklemesi neredeyse kesin, nitekim ABD yönetimi de çeşitli kereler bu yönde açıklamalar yapmıştı.
Ankara F-16’larda da risk görüyor
Erdoğan’ın, lojistik desteğinin sürmesinden duyduğu kuşkuyu ifade ettiği F-16 savaş uçaklarından Türkiye, 1987 – 2012 yılları arasında üç ayrı proje ile toplam 270 adet teslim aldı. Bu uçaklar, ABD’nin Yabancı Askeri Satışlar (Foreign Military Sales – FMS) adlı dışsatım mekanizması ile alındılar. FMS’de kabaca satışa konu araç–gereç, ABD Silahlı Kuvvetleri tarafından üretici firmadan satın alınıyor; belli bir kâr payı eklenerek alıcı devlete satılıyor. Hem tedarik sürecinin yönetimi hem de uzun vadede bakım, eğitim, lojistik gibi konularda risk çok düşük olabiliyor. Bunun karşılığında ise FMS, siyasi olarak kısıt ve koşullarla birlikte gelen bir tedarik yöntemi. Ayrıca ABD hükümetinin satış sonrası çok sıkı denetim ve kontrol mekanizmaları bulunuyor.
Türkiye’nin F-16 savaş uçaklarını FMS ile tedarik etmiş olmasından dolayı, her ne kadar ikili ilişkiler gerilmiş olsa da normal şartlar altında bu gibi tamamen askeri – teknik ağırlıklı ve uzun süredir devam eden işbirliği konularında büyük bir sıkıntı yaşanmaması beklenirdi. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözleri, F-16 gibi Türk – Amerikan askeri ilişkilerindeki en önemli ve uzun süreli işbirliği konularından birinde ciddi bir sıkıntının mevcut olduğunu (ya da en azından bu yönde büyük bir risk olduğunu) gösteriyor. Ve Erdoğan, böyle bir senaryoda Türkiye’nin karşı adımları atabileceğini belirtiyor. Bu noktada Moskova’da 2019 Ağustos ayında düzenlenen MAKS savunma ve havacılık fuarında Putin’in Erdoğan’a yeni geliştirilen Su-57 savaş uçağını bizzat tanıttığını ve Türkiye’nin Milli Muharip Uçak (MMU) çalışmalarını hatırlatmakta fayda var.
Fransa ve İtalya ile SAMP-T gündeme gelebilir
Açıklamaların zamanlaması konusunda ise, çok uzağa değil, yalnızca Eylül ayı başına dönmek yeterli olacaktır. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu 7 Eylül günü, “ABD bize satabilirse; fiyat ve öbür konularda anlaşabilirsek, en önemlisi de Kongre’den geçirebilirse, daha pahalı olmasına rağmen alabiliriz. Bizim mutlaka bir yerden almamız gerekiyor” şeklinde konuşmuştu. Çavuşoğlu Haziran ayında da benzer ifadeler kullanmış, “ABD, Patriot konusunda garanti vermiyorsa biz de diğer müttefiklerimizden hava savunma sistemi alabiliriz” demişti. Bu da akla Fransa ve İtalya ile SAMP-T sistemi görüşmelerini getiriyor.
Bu ifadelerle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ikinci paket S-400 alımına dair sert sözleri arasında, en azından perde önüne, sadece Erdoğan’ın ABD ziyareti bulunuyordu. Bu ziyaret sırasında Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Joe Biden arasında bir görüşme gerçekleşmemiş olması ve hatta BM Genel Kurulu sırasında da birlikte ayaküstü bir pozun verilmemiş olması, önemli emareler olarak alınabilir.
İşte ikinci paket S-400 alımına dair ifadeler böyle bir ortamda, ABD ziyaretinden hemen sonra ve ilk olarak yabancı basına, Amerikan CBS televizyonuna verildi.
ABD ve Türkiye birbirlerini ortak görmüyor
2014-15’ten bu yana ABD, bölge politikalarında Türkiye’yi bir partner olarak görmediğini farklı şekillerde gösteriyor. BM Genel Kurulu sırasında Biden İngiltere, Avustralya, Hindistan, bazıları telefon ve video konferansa olmak üzere Fransa, Japonya, Güney Kore ve hatta Irak liderleri ile ikili görüşmeler gerçekleştirdi. Türkiye’nin Rusya Federasyonu’ndan ikinci paket S-400 hava savunma sistemini alması da bu alımın ABD tarafından ilave CAATSA yaptırımlarını tetiklemesi de yüksek olasılıktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mülakatındaki ifadelerini hem bireysel hem de diplomatik ve stratejik olarak muhatap alınmamaya (veya muhatap alınmanın şekline) bir tepki olarak okumak mümkün.
Ancak öte tarafta Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerinin de özellikle Suriye ve Ukrayna-Kırım konularında son derece kırılgan bir zeminde seyrettiğini hatırlatmak gerek. Bu da Erdoğan’ın ikinci parti S-400 konusu dahil Putin’e karşı müzakere gücünü etkileyebilir.