Yazılarımı okuduysanız, benim, içinde olduğumuz yokoluş çağına tüm sebepleriyle dikkat çekmek isteyen biri olduğumu anlarsınız. Tüm sebepleri diyorum, çünkü bu, mesleki sorumluluğumun bana bıraktığı bir miras. Çevremizde olup bitenler sadece biyoçeşitlilik krizi ile sınırlı değil, ısınan dünya çok büyük bir sorun olsa da yaklaşık 10 yıldır Orta Doğu’da insanlar bir yerden bir yere göç ediyorlar. Kendilerine yer yurt arayan insanların dramlarını sıklıkla gözlemler olduk, bir kısmına da birebir şahit oluyoruz. Tüm bunlar olurken “bir gün biz de göç etmek zorunda kalır mıyız?” sorusunu kendime sormadan edemiyorum. Bunun sebebi yaşadığımız coğrafyadaki yönetimsel ve politik zorluklar olarak algılanabilir. Sebep sadece bu değil, yaşadığımız gezegende aşırı hava olaylarının coğrafya üzerine getirdiği maliyet bir diğer neden ve çok da önemli esasında.
Öncelikle kapitalizmin getirdiği yönetimsel zorluklar üzerinde kısaca durmak istiyorum. Sanayileşen dünyada büyüyen batılı çocuklar, uzun vadeli ekonomik büyümenin imkânsız olduğuna inanan İngiliz iktisatçı Thomas Malthus’un1 öngörülerini gülünç buldular. Malthus, çok basit bir şekilde, üretimin üst düzey olduğu her büyüme döneminde bu üretimi tüketecek daha fazla çocuğun dünyaya geleceğini, bunun sonucunda da herhangi bir nüfusun büyüklüğünün, maddi refahı sınırlayan bir etken olduğunu vurgulamıştı. Paul Ehrlich, yaklaşık 50 yıl önce kaleme aldığı “The Population Bomb” isimli eserinde, yaşadığımız gezegenin ekonomik ve tarımsal verimliğinin çoktan doğal sınırlarına ulaştığını ileri sürüyordu. Kitap, tam “yeşil devrim”2 denen dönemdeki verimlilik artışlarını mercek altına alındığında yayımlanmıştı. Bugün temiz enerjideki ilerlemeleri tanımlamak için kullanılan “yeşil devrim” kavramı, ilk olarak yirminci yüzyıl ortalarında tarım uygulamalarındaki yenilikler sayesinde ürün getirilerindeki patlamayı ifade etmek için kullanılmıştı. O zamandan bu zamana geçen en az 50 yıllık süreçte insan nüfusu iki katına çıktı, ancak yoksulluk oranı altı kat azaldı, ancak tüketim de bu oranda arttı. O dönem yoksul insan oranı insanlığın yarısıyken, bugün bu oran yüzde 10 seviyelerine inmiş durumda. Gelişmekte olan ülkelerdeki yetersiz beslenme oranı ise o dönemden bugüne azalarak yüzde 10 seviyelerine geldi. Tarımdaki verimlilik farklı şekillerde artarken, besine ulaşım, belki de “fast food” sayesinde her kesimden insanın bütçesine uygun şekilde kolaylaştı, kalite düşse de proteine ulaşım mümkün hale geldi. Kapitalizm bir şekilde insan nüfus artışını ivmelendirirken, artan nüfusa da farklı olanaklar sundu.
Şimdi, insanın çevreye yaptığı baskıya gelebiliriz. Kapitalizmin sunduğu olanaklar her tür çevre baskısı karşısında insanın yüreğine su serpti, yirminci yüzyıldaki tarımsal patlama kaynak kıtlığının ortaya koyduğu zorluklara karşı bir umut olmuştu. Gelgelelim, iki adım ötesini gören insanlar, tüm bu gelişmelere rağmen çöküşe doğru gittiğimizin altını çiziyorlardı. Arka arkaya yaşadığımız farklı afetler bu durumu doğrular nitelikteydi. Artan nüfus artışına bağlı olarak defalarca farklı salgınların pandemi haline gelmesinin eşiğinden döndük. Bunların yanı sıra, zaten Ehrlich tehlike çanlarını 1968’de çalmıştı, ama bu da görülmemiş, dikkate alınmamıştı. Dünya, insan nüfusu söz konusu olduğunda, “taşıma kapasitesini” aşma noktasına doğru gidiyordu ve hala da gidiyor. Bugün 7,7 milyara ulaşan insan nüfusu, önümüzdeki 30 yıl içinde 9 milyarın kapısına dayanacak. Sonuç, artan ormansızlaşma, geri dönüşümü olmayan biyoçeşitlilik kayıpları, ısınan dünya, açlık, susuzluk ve dahası olarak karşımıza çıkacak. Bunların her biri de küresel ısınmayı tetikleyerek, gezegendeki tüm canlı bileşenleri dar bir koridora doğru sürükleyecek. Nasıl mı diye soracak olursanız; şöyle, 2012 yılında yayınlanan bir çalışma, açlıkla mücadelede küresel gıda üretiminin bugünkü sera gazı salınımının en az yüzde 30’nu oluşturduğunu gösteriyordu.3
Burada tartışma konusu olarak kullanılan akademik kavram, “taşıma kapasitesi”. Belli bir doğal çevre, aşırı kullanım nedeniyle çökmeksizin kaç kişilik bir doğal nüfusu barındırabilir? Bu kavramın oluşturduğu probleme ilişkin denklem içinde giren küresel ısınma, tek başına bir değişkenden öte sanki. Nasıl mı? Isınan Dünya’ya bağlı iklim değişikliği, eşitsizliklerle, çatışma ve savaşlarla, ekonomik problemlerle mücadele eden gezegenin karşı karşıya olduğu bir sorun değil, bütün bu zorluklarla mücadele edeceğimiz bir sahne; bu sahne, dekor ve düzeniyle çok alışık olmadığımız, hayretle baktığımız bir mekân gibi. Sahnede sergilenen yaşam oyunu ise kaç perde, içinde çözüm barındırıyor mu, perde mutlu sonla mı kapanacak mı, şimdilik kestirmek zor.
Kapitalizm, batı dünyasının ve ekonomisi gelişen ülkelerin karbon salınımını istenmeyen bir düzeye getirdi. Belli ölçüde soğuk savaş sonrası, gelişmekte olan ülkelerdeki orta sınıfın insanı açıdan büyümesinin bedeli ise fosil yakıtlardan beslenen sanayileşme oldu. Tüm bunlar yaşadığımız gezegenin ekolojik açıdan geleceğini ipotek altına aldı. Çin ve Hindistan, küresel iklim krizinin temel nedeninin kapitalizmin ivmelendirdiği yollar olduğunu bilerek, yüz milyonlarca kişiyi gelişen sanayileri ile küresel orta sınıfa taşıyor. Söz konusu bu orta sınıf da kapitalizmin kurallarını değişen dünya düzenine uygun bir şekilde benimseyip tüketimden geri durmuyor. Bu durum da gezegenin biyoçeşitlilik kayıpları ve iklim değişimi açısından geleceğini farklı bir boyuta taşıyor ve taşıyamaya da devam edecek gibi görünüyor. Hasta olan Dünya daha da hasta olacak, hastalığın semptomları da daha belirgin hale gelecek. Doğal yaşam bu maliyeti farklı şekilde ödüyor, ödeyecek. İnsan toplumları ise bu maliyeti eşitsizlikler, göçler, çatışma ve savaşlar ekseninde ödemeye devam edecek. Isınan Dünya tüm bunları deneyimlerken, ülke olarak bu durumun farkında olmak ekolojik olarak son derece kırılgan bir coğrafya olan Orta Doğu’da gelecek için umut verici olacaktır. Ayrıca, bu farkındalık, karar vericilerin ve onlara muhalif olanların birlikte hareket etmesini sağlayarak sorunun topyekûn aşılması için fırsatlar yaratacaktır.
1 Malthus, evrim teorisini literatüre kazandıran Charles Darwin’in fikirlerinin gelişiminde de önemli bir isimdi. Malthus’un, kıtlık ve hastalık gibi doğal kontroller olmasaydı insan nüfusunun hızla artabileceği iddiası tartışılırken, Darwin yeni bir açıklamayla bilim mecrasına çıkar: Hayvan popülasyonları, yalnızca en iyi adapte olanın hayatta kaldığı bir varoluş mücadelesi ile belli bir büyüklükte tutulur. Böylece, doğal seçilim ve evrim teorisi doğmuştur.
2 Yeşil Devrim 1940’lar ile 70’ler arasında dünya genelinde gözlenen tarımsal üretim artışını ifade eden bir terimdir.
Kendimden korkuyorum artık. Bıkkınlık gelip Stockholm Sendromuna yenik düşmekten, sahte mutluluk yaşayıp adalet mücadelesini bırakmaktan…
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında…
CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bugün 22 Kasım'da Ankara’da yargılanmaya başlaması Türkiye’de siyaset üzerindeki…
Üç MHP milletvekilinin istifası haberi 20 Kasım akşam saatlerinde siyaset kulisine bomba gibi düştü. Beklenen…
Ankara’nın Nallıhan ilçesinde bulunan Çayırhan Termik Santrali’nde yaklaşık 500 madenci özelleştirme kararına karşı kendilerini maden…
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın üç MHP milletvekilinin istifasının istendiğini, istifa…