1989 yılının bahar aylarında Türkiye’de 600 bin çalışanı ilgilendiren toplu iş sözleşmeleri tıkanmış, çalışanlar iş bırakma eylemleri yapmaya başlamıştı. 7 Mart ile 18 Mayıs tarihleri arasında yüzbinlerce işçinin katıldığı 224’e yakın iş bırakma eylemi yapıldı. Çalışanlar topluca hastalık raporu alıyor, öğle arasında gösteri düzenliyor, doktor ziyareti için toptan izin alıyorlardı. Türkiye siyasi tarihine “Bahar Eylemleri” olarak geçen dalga yıl boyunca sürdü, nihayetinde çelik işçileri için yüzde 200’lük ücret artışına, kamu sektöründe çalışanlar için ise yüzde 140’lık bir ücret artışına imza atılmıştı.
Zonguldak’tan 70 bine yakın madencinin Ankara’ya yürüdüğü 1991 yılına gelindiğinde Türkiye’de enflasyon yüzde 71’e dayanıyordu. 1989 Bahar Eylemleri’nin ardından 1993’e kadar çalışanlar, yoğun grevlerin sonuçlarıyla birlikte artan enflasyona ve yaşam pahalılığına karşı reel ücret artışı sağlayabilmişti. Bunun ihracatın tıkanması ve iç pazarı canlandırma ihtiyacı, seçim gibi sebepleri olsa da, en önemli sebebi bu talebin yükseltilebilmesi, bu talebi yükseltecek toplumsal muhalefetin bulunabilmesiydi.
12 ilde 44 işyerinde eylem, yüzlerce kurye sokaklarda
Türkiye 2022 yılına yıllık yüzde 48 enflasyonla girdi. Günlük fiyat endekslerini temel alarak enflasyon hesaplayan bağımsız Enflasyon Araştırma Grubu’na göre ise enflasyon yıllık yüzde 114. Türk Lirasının değer kaybı ile beraber enerjiden temel gıda ürünlerine kadar üst üste gelen zamlar ücretlere yapılan zamları her geçen gün daha da geçersiz hale getiriyor. Asgari ücrete yıl başında yapılan yüzde 50’lik artış, enflasyon karşısında eridi bile.
Özel sektörde ise ücretlere zamlar çok daha düşük önerildi. Çoğu iş yeri yüzde 50’ye varan enflasyona rağmen yüzde 10 ile 20 arasında değişen zam önerince çalışanlar iş durdurmaya başladı. Medyaport’tan Onur Metin’in topladığı verilere göre son 6 ayda Türkiye’nin 12 şehrinde Akkuyu Nükleer Santral’den, Gebze Otomotiv Şirketi Farplass’a kadar 44 farklı işyerinde yüzlerce işçi, ücret zammı, çalışma koşullarında iyileştirme, sosyal haklarında artış talebiyle eylem yaptı. Bazı işyerlerinde zam istekleri karşılığını buldu, bazı yerlerde işten çıkarmalar yaşandı. Eylemlere ise her gün bir yenisi ekleniyor.
Kuryelerin eylemi: ücret, hak, güvence
Geçtiğimiz hafta boyunca Türkiye’nin pek çok şehrinde Yemeksepeti için kuryelik yapan işçiler, ücretlerindeki artışın hayat pahalılığını karşılamadığını, esnaf kurye çalışma biçimiyle sosyal güvenceden uzaklaştırıldıklarını, haklarını yasal bir şekilde alabilecekleri çalışma biçimine geçmek istediklerini söyleyerek iş bırakma eylemi yapıyor.
Kuryelerin eylemi yeni değil, geçtiğimiz yıl da irili ufaklı eylemler yapmış, pandemi koşullarında güvencesizleşen çalışma şartlarına vurgu yapmışlardı. Yılın başında Trendyol, HepsiBurada kuryeleri de enflasyonla gelen hayat pahalılığına karşı ücret zammı isteklerini, sosyal güvencelerini isteyerek eylem yapmışlardı. HepsiBurada kuryelerini daha sonra Scotty, Aras Kargo, Sürat Kargo, Yurtiçi Kago kuryeleri de izledi.
Sosyal güvencenin yanından dolaşmak
BBC Türkçe’den Mahmut Hamsici’nin haberinde esnaf kurye sisteminin “geleneksel tam zamanlı çalıştırmadan ziyade esnek geçici ve bağımsız sözleşmeli istihdama geçiş” anlamına geldiği ayrıntılı bir şekilde anlatılıyor. Hamsici şöyle ekliyor: “2008’deki küresel ekonomik krizden sonra yaygınlaşan bu çalışma sistemi farklı sektörlerde görülebiliyor. Pandemi dönemiyle bu sistem dünyada daha da yaygınlaşmış durumda.”
Kuryeler sigortalarını kendileri yatırıyor, çalışmadan gelen masrafları kendi karşılıyor, işkolu tanımı sebebiyle sendikalaşmadan, tam zamanlı çalışmanın getirdiği yasal güvenceden yoksun bırakılıyorlar.
Hukuki güvencenin yanından dolaşan çalışma şartları kuryelik, dijtal hizmet sağlayan çalışma alanlarıyla sınırlı değil. Geçtiğimiz ay Kocaeli Gebze’deki Otomobil plastik aksamı üreten Farplass işçileri de benzer taleplerle iş durdurdu. Eylemler sırasında dillendirilen bir konu da, Farplass’ta çalışan 2bini aşkın işçinin aynı işletme içerisinde pek çok işkoluna tanımlı olması, bu sebeple tek bir sendikaya üye olamıyor olmalarıydı. 2015 yılında Bursa’da Renault işçileri de iş durdurmuş, işverenlerin sendikalarla yaptığı görüşmeleri reddederek topluca sendikalarından istifa etmişti.
Ücret talebi en anlamlı çaba
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın düşük faiz ile desteklemek konusunda kararlılık gösterdiği ihracata dayalı ekonomik büyüme modeli yeni değil. 12 Eylül askeri darbesi sonrasında Türkiye’nin benimsediği model de ihracata dayalı ekonomik büyüme modeliydi. Akademisyen Doç. Dr. Ümit Akçay’ın “otoriter konsolidasyonu” anlattığı makalesinden de okuyabileceğiniz üzere, bu büyüme modelinin devamı ancak baskıcı önlemlerin arttırılması ile mümkün. Enflasyon ve yaşam pahalılığına karşı daha da yoksullaşan halk, böylesi bir baskı karşısında ise önceki dönemlerden daha korunmasız görünüyor. Yıl başında belirlenen asgari ücret zammı diğer ücretleri yukarı çekmedi, tüm çalışanları asgari ücrette eşitlemeye başladı. Mevcut koşullar içerisinde seçimlerden kim çıkarsa çıksın geniş toplumsal kesimlere “kemer sıkmak” düşecek: ya işsizlik, ya da hayat pahalılığı.
Bu sebeple ücret artışını talep etmek, artan yoksuluğa karşı en anlamlı çaba olarak görünüyor.