Ankara’da tuhaf gelişmeler ve kaygı uyandıran bir gidiş var. Ama onlara gelmeden önce bir soru: sahi Nureddin Nebati nerede?
Neden Allah’ın her günü o ekran senin bu ekran benim dolaşan Hazine ve Maliye Bakanından, 15-16 Temmuz’da Endonezya’daki G-20 Hazine ve Maliye Bakanları toplantısından bu yana ortaya çıkmıyor? Akut sağlık sorunu yok bildiğimiz kadarıyla 1 Ağustos’ta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan kabinesinin toplantısında mevcutlu örneğin.
Ama ekonomi konusunda bir süredir sahnede ve vitrinde olan o değil Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu. Merkez Bankası’nın asli işi olan fiyat istikrarı ve enflasyondan konuşmayı sevmiyor, Hazine ve Maliye konularına, ihracat konularına girmeyi seviyor. Kavcıoğlu’nun 29 Temmuz’da İstanbul Sanayi Odası Meclis toplantısında yaptığı stokçuluk suçlamasının dalgaları henüz durulmadı. Bugün, 2 Ağustos’ta da TOBB Sektör Meclisleri İstişare Toplantısında kürsü alıyor.
Ankara’daki tuhaf işler arasında bu ekonomik konular var, epey ağırlıklı olarak var, birazdan geleceğiz.
Tuhaf işlerin ortak noktaları
Tuhaf işlerin ortak noktaları devlet işleyişinde rollerin karışmış, kuralların önemsizleşmiş, çözülmenin başlamış ve bir telaş havasının gizlenemez hale gelmiş olmasını göstermesi.
Ekonomiden asayişe, oradan diplomasiye dek her yerde bu kaygı verici gidişin işaretleri alınıyor.
Asayiş konusunda bugünlerde AK Parti hükümetini de belli bir paniğe ittiği gözlenen bir olay var. O da 30 Temmuz günü Alevilerin Muharrem Orucu ibadetine başladıkları gün Ankara’da beş Cemevine birden saldırı düzenlenmesi. Saldırıların üçünün sanığı olan bir kişinin polis tarafından Eskişehir’de yakalandığı ertesi gün açıklandı. İzmir’den gelmiş. Güvenlik kaynaklarına göre 45 dakika içinde Mamak’ta, Kızılay’da üç Cemevine saldırmış; Ankara’nın öğle vakti trafiğinde yardım almadan bunu yapabilmesi mucize.
Bu kışkırtıcı eylem akla 1978-79’da Kahramanmaraş’ta, Çorum’da 1993’te Sivas’ta Alevilerin üzerine şiddetle gidilip Anadolu’nun Alevilerin Anadolu’yu boşaltmaya zorlanması, siyaseten de sindirilmesi projesini akla getiriyor. Seçimlerde Kılıçdaroğlu’nun adaylığına Alevi olması itirazlarını çağrıştırmaması da söz konusu.
Sadece tuhaf değil, kaygı verici olması ucu seçimlere dek uzanabilecek toplumsal kırılmaları akla getirmesinden kaynaklanıyor.
Levent Göktaş bilmecesi
İçişleri Bakanlığının Cemevlerine saldıran tetikçiyi Ankara’dan dönüşünde hemen yakalamış olması başarı.
Peki Necip Hablemitoğlu cinayetine katılmak suçlamasıyla aranan eski Özel Harpçi, emekli Albay Levent Göktaş’ı haftalardır yakalayamamasına ne diyelim? Sedat Peker, elinde kendisine ulaştırılan görüntüler olduğunu polisin siyasi pazarlıklara zaman tanımak için kasten yakalamadığını iddia ediyor. Gazeteci Tolga Şardan, Göktaş’ın bir türlü yakalanamıyor olmasının hayli gerçekçi bir tablosunu çizdi bugün T24’te. Beş yıl boyunca Türk Askeri İstihbaratını yönetip, sonra hapse atılan emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin’in gazeteci Semra Topçu’nun KRT’de açıkladığı Göktaş dosyası bilgilerine de dayanarak ucu Fethullahçılara, karşılıklı FETÖ suçlamalarına dayanan bir manzara resmetmiş Şardan. Bu bağlantıdan okumanızı öneririm.
Şardan, hükümetten hiçbir ismin Levent Göktaş konusunda ağzını açmadığını vurgulamış.
Akkuyu skandalı sessizliği
Peki hükümet Akkuyu nükleer enerji santralindeki tuhaf gelişmeler konusunda ağzını açıyor mu? Hayır.
Akkuyu’nun sahibi ve işletmecisi olan Rus devlet şirketi Rosatom. 2010 yılında Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin ve o zaman Başbakan Erdoğan arasında imzalanan Hükümetler Arası Anlaşmaya (IGA) aykırı olarak, Rosatom, yüzde proje 50 ortağı Türk şirketi İçtaş’ın sözleşmesini feshettiğini açıklıyor. Üstelik bunu da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye’de PKK’ya karşı askerî harekât dahil beklentileri olan 5 Ağustos Soçi görüşmesi öncesi yapıyor. Oysa IGA’ya göre, bırakın ortak değiştirmeyi, yönetim kurulu üyelerindeki, üst yönetici isimlerindeki değişiklikleri dahi Enerji Bakanlığının izniyle yapmak zorundalar. Ama belki de Enerji Bakanlığı izin verdi ama Rusların erken davranması nedeniyle bunu açıklamaya cesaret edemiyorlar.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu “Rusya’ya bağımlı hale geldik, Erdoğan teslim alınmış. Kimse Türkiye’ye sömürge zannetmesin” diyor. İYİ Parti lideri Meral Akşener, “Kabul edilemez, Akkuyu Millileştirilsin” diyor.
Ama Cumhurbaşkanı da Enerji Bakanı Fatih Dömez de sessiz. Adeta tam siper Putin görüşmesini bekliyorlar.
Dışişlerinin geldiği durum
Kaygı verici gidişin diplomasiyle ne ilgisi olabileceğini sormayın.
Kendini ciddiye alan her ülkenin yaptığı yıllık Büyükelçiler Toplantısının nasıl bir AK Parti gösterişi vesilesine dönüştürüldüğünü, 2-12 Ağustos’ta Ankara ve Kayseri’de yapılacak toplantı üzerinden gayet iyi anlatmış gazeteci Barçın Yinanç. Bu bağlantıdan okumanızı öneririm. Gelinen noktada kariyer diplomatlardan beklenen giderek fikir ve çıkış yolu üretip siyasi otoriteye sunmaktan çenesini kapatıp söyleneni yapmasına dönüşmektedir. Rusya ve Ukrayna’yla tahıl diplomasisini Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar yürüttü, şimdi de o uyguluyor. Yunanistan ile Ege ve Doğu Akdeniz diplomasisinde de Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu vitrinde ama işler NATO’da Savunma Bakanları toplantısında bağlanıyor.
Her ilçeye bir üniversiteye mantığıyla, nitelik değil, nicelik önceliğiyle, adeta zengin göstersin diye açılan büyükelçilikler ise artan siyasi atamalara yer bulma kapısı olarak görülüyor.
Ekonomik olağanüstü hal algısı
Hükümet çizgisindeki Yeni Şafak gazetesi bugün “Türkiye’nin önündeki en büyük engel döviz stokçuları” manşetiyle çıktı. Buna göre Türkiye’deki bankalardaki 240 milyar dolar dövizin 148 milyar lirası şahıslara aitti, fiyatların ve enflasyonun düşmemesinin de döviz kurunun bütün önlemlere rağmen düşürülememesinin de sebebi buydu.
İlk başta ekonomik krizin Covid-19 salgını ve Ukrayna-Rusya krizinden de önce Erdoğan’ın “Faiz enflasyonun nedenidir” ısrarıyla başladığını inkâra yönelik traji-komik, tuhaf bir yorum gibi duruyor. Oysa Merkez Bankası Başkanı Kavcıoğlu’nun iş dünyasını “Hepinizin listesi elimizde” diye tehdit etmesi, yüzde 40’a çıkan faizle kredi almakta zorlandıklarını söyleyen inşaat sektörü yöneticisini “Almazsan alma” diye sokak diliyle terslemesi tuhaflıkları bariz endişeye dönüştürüyor. Bu tür asabi çıkışlar bir yandan panik işareti olarak algılanıyor, diğer yandan hükümetin iş çevrelerinde mevcut “ekonomik olağanüstü hal” algısını güçlendiriyor, daha sert adımların atılacağı endişesine yol açıyor.
Sonra bakıyorsunuz, günlerce Erdoğan’ın kredi kart borçlarını da affedeceği beklentisiyle köpürtülen 1 Ağustos kabine toplantısından “biraz daha sabır” beklentisi çıkıyor.