Başbakanlığı dönemindeki “iki ayyaş” söyleminden Gazi Mustafa Kemal’in ardından Atatürk soyadını söyleyebilmesi için biraz süre geçip onun kurduğu koltuğa oturması gerekti Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın. Siyasete paraşütle indirilen bir AK Parti milletvekilinin Cumhuriyet’i “Doksan yıllık reklam arası” sayma şımarıklığı belki de dönüm noktasıydı. AK Parti’nin akıl hocaları Atatürk’ün adının ders kitaplarından silinmesi dahil şeytanlaştırma girişimlerinin siyasi İslamcı tabanda, sesi cüsselerinden fazla çıkan bir azınlık dışında toplumda tepkiye yol açtığını geç fark ettiler. Atatürk’ün Türkiye’nin kurucu önderi olduğunu görmezden gelmek, göstermemeye çalışmak mümkün değildi.
Bu defa şeytanlaştırma okları İsmet İnönü’ye döndü. Atatürk hadi neyse ama bütün kötülüklerin kaynağı, İsmet Paşa’ydı. Bunun 1950’lerde, Demokrat Parti devrindeki Batı Cephesi komutanı İsmet Paşa hakkında “asker kaçağı” iftirasından farkı yoktu. İnönü’ye vururken aslında Atatürk’e ve onun Cumhuriyeti kurup hilafeti kaldırmasına vurdukları açıktı ama sureti haktan görünüyorlardı işte.
Ama İnönü şeytanlaştırmasına da son verilmek zorunda kalındığı yeni bir aşamaya gelmiş bulunuyoruz.
Görmezden gelemeyince
Ekonomik kriz vurup şehirli, eğitimli ve İslami hayat tarzı yaşamayan kitlenin de oyuna talip olmak gerektikçe İnönü şeytanlaştırmasına da son verme işaretlerinin alındığı bir aşama bu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, İnönü ismini olumlu bir cümlede ilk defa 26 Ağustos’ta Kütahya’da “Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşayı” anarak kullandı.
Sonra baktık, yayın yönetmeni Tarkan’ın İzmir’in Kurtuluşunun 100’üncü Yılında verdiği muhteşem konserden fevkalade rahatsız olan Hürriyet gazetesinde bir haber: Daha önce Osmanlı Handeanının torunlarını defalarca ağırlayan Cumhurbaşkanı, 30 Ağustos kutlamasına Kurtuluş Savaşı kahramanlarının torunlarını da davet etmişti. Ama Cumhurbaşkanı Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan’ın Twitter hesabında törene katıldığı bildirilenler listesinde İnönü adı yoktu.
Geçenlerde katıldığım bir video konferans toplantısında İsmet İnönü’nün torunu Gülsün Bilgehan da vardı. Hayır bir davetiye almamışlardı. Peki, annesi, İnönü’nün kızı Özden Toker almış mıydı? Hayır almamıştı, zaten Bodrum’da beraberdiler. Peki, acaba onlar Bodrum’dayken Ankara’ya bildirilmiş olmasındı? “Hayır” dedi Bilgehan; araştırmışlardı, “Ne yazılı ne örneğin telefonla sözlü ne de dijital ortamda” bir davet gelmişti Cumhurbaşkanlığından.
“Artık bizi görmezden gelemiyorlar” diye yorumladı Bilgehan; “Görmezden gelemeyince görünmez olmamızı, gözden uzak olmamızı istiyorlar.”
Gerçekten acınası çıkışlar
Bir ara da İsmet İnönü’nün soyadını Kurtuluş Savaşında Yunanistan işgal ordularının ilk durdurulduğu yer olan İnönü mevkiinden almayıp, oraya kendi ismini verdiği yalanına başvurmuşlardı. Tabii ki bir avuç azgın azınlık dışında yankı bulmadı.
Şimdi konser festival yasaklayarak insanların kendilerine dayatılan hayat tarzına karşı çıkışlarını engellemeye çalışıyor. Ola ki gençler “İzmir’in dağları” marşını söylerler, Atatürk sloganı filan atarlar korkusu.
Az önce Hürriyet yayın yönetmeninin, Tarkan’a “Tek bir yaşam tarzının sesi olmama” ayarı vermeye çalıştığından söz ettik. Dert olmuş.
Parasıyla AK Parti konserlerine çıkmak için gerdan kırma sırasına girenlerin aksine İzmir’in Kurtuluş konserinden para almayan Tarkan’a kızmalarının da payı var mıdır tepkilerinde?
AK Parti TBMM Grup Başkan Vekili Bülent Turan’ın İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in 100’üncü Yıl konuşmasını eleştirirken Atina Belediye Başkanına benzetip Osmanlı güzellemesine dalması daha az acıklı değil. Barış kavramını, Soyer’in Atatürk’ün nutkundan alıntı yaptığını göremeyecek denli sevmiyorlar. Düşünsenize hem işgalci güçlere hem de onlarla işbirliği içindeki Osmanlı Hanedanına karşı Kurtuluş Savaşı başlatan Atatürk’ün de bir Osmanlı subayı olmasıyla övünmüş Turan. Acıklı değil mi?
Gericinin ne anlama geldiğini mi soruyorsunuz? Siyaseten geriye dönmeye çalışmaktır.
Hala Atatürksüz Çanakkale, İnönü’süz İnönü, Ecevit’siz Kıbrıs yalanları peşindeler.
Görmezden gelme ve helalleşme
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” atağına bir özeleştiri olarak bakmak mümkün. Hem dindarlar hem Kürtler açısından geçerli bu.
Bu ülkede HDP’li olmayan milyonlarca Kürt olduğu gerçeğinden de büyük bir gerçek var: AK Partili olmayan on milyonlarca Müslüman gerçeği. Ayrıca kabullenemeyip yok etmek istedikleri “Türk tip Müslümanlık” diye bir hayat tarzı var bu topraklarda. Din işlerinin devlet işlerinden ayrı tutulması o hayat tarzının da güvencesidir.
Özeleştiri, adına özeleştiri deyince değerlidir.
Peki, Erdoğan’ın Atatürk’e vurmaktan vazgeçip şimdi İnönü’yü de “görmezden gelemeyip, ama göstermemeye çalışma” çabasını da bir “helalleşme” saymak mümkün mü?
Pek değil, çünkü Erdoğan’ınki Kılıçdaroğlu’nun söylediği gibi bir özeleştiri içermiyor. Kılıçdaroğlu “Hata ettik” diyor, Erdoğan şimdiye dek sadece Fethullah Gülen’in kendisini “aldattığını” söyledi; onda da hatadan azade saydı kendisini.
Belki Erdoğan’ın danışmanlar ordusu, ekonomik kriz kendi kitlesini de eritirken cumhuriyetçi, laik demokratların oyunu artık Kurtuluş ve Kuruluş kahramanlarına laf etmeyi bırakarak alacağını düşünüyordur.
Tarkan’a laf söylüyorlar ama 9 Eylül’de İzmir konserinde “Bugün birlik günümüz” diyerek siyasi slogan atılmamasını rica eden Tarkan gibi olamıyorlar.
İzmir bu yüzden dert oldu bazılarına.