İstiklal Caddesinde 13 Kasım öğleden sonra patlatılan bomba, resmî açıklamalara göre şu ana dek 6 kişinin ölümüne, bazıları ağır 81 kişinin yaralanmasına neden oldu.
Saldırıyı öfke ve üzüntüyle kınıyorum.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, patlamanın olduğu bankta oturup bir paket bıraktıktan sonra kaçarcasına uzaklaşan bir kadının gözaltına alındığını duyurdu. Bakan ve Emniyet yetkilileri terör saldırısını yapan Suriye vatandaşı Ahlam Albashr’in talimatı Suriye’deki PKK/YPG militanlarından aldığını Afrin’den Türkiye’ye girdiğini ve asıl sorumlunun ABD olduğunu söyledi. (*) Bunları haberlerden izlediniz.
Saldırı üzerinden dakikalar geçmeden patlama anının, hatta kuşkulu hareketleriyle bir kadının paketi banka bırakması ardından patlama meydana gelmesinin, ardından İstiklal Caddesinde kanlar içindeki cansız bedenlerin, yaralıların görüntüleri sosyal medyayı sardı. Sarmasıyla inanılması güç bir kirli bilgi ve yorum yağmuru başladı sosyal medyada. Bunu Türkiye’de şimdiye dek görülmemiş bir bilgiye erişim karartması izledi; sosyal medya sunucuları kapatıldı, internet yavaşlatıldı. İmkânı olanlar Türkiye’de olan biteni bir süre Türkiye dışındaki haber kaynaklarından izlemek zorunda kaldı.
İstiklal saldırısıyla aklımıza ilk gelen
Terör saldırılarına gerekçe aramayı bırakalı uzun yıllar oldu. Sorduğunuzda belediye otobüs duraklarına, pazar yerlerine, barışçıl protesto gösterilerine, spor seyircilerine, okullara, ibadethanelere saldırıp can alan suçlular da kendilerini hep haklı çıkaracak gerekçeler vereceklerdir. Hiçbirinin geçerliliği yoktur.
Bununla birlikte bir soru sormak istiyorum: saldırıyı duyuca öfke ve üzüntü dışında günlük haberlerle biraz olsun ilgili insanların aklına ilk gelen ne oldu?
Saldırı faillerinin kim olabileceği dışında demek istiyorum. Çünkü kimilerinin aklına ilk gelen benzeri terör eylemlerini daha önce de yapan PKK, IŞİD ya da El Kaide geldi. İstiklal Caddesinde 19 Mart 2016’daki saldırı IŞİD’in işiydi. İntihar Bombacısı dahil 5 kişi öldürülmüş, 36 kişi yaralanmıştı; öldürülenlerin 3’ü ABD-İsrail vatandaşı, biri İran vatandaşı turistlerdi. Bu defa -şimdiye dek- öldürülen 6 kişinin tamamı Türk vatandaşı; aralarında 3 yaşındaki bir çocuk ve babası ile bir anne-kız bulunuyor.
Fail konusu dışında çoğunluğun ilk aklına gelen yaklaşan 2023 seçimleri öncesi terör saldırılarının yine tırmandırılacağı endişesi oldu.
Seçime güvenlik endişesiyle gitmek
Çünkü 2015 seçimlerinin, özellikle 1 Kasım 2015 seçimleri öncesi yaşananlar hala hafızalarda taze.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde başlattığı PKK ile dolaylı diyalog sürecinde, 6-8 Ekim 2014 olayları dışında kan dökülmesi durmuş gibiydi. 7 Haziran seçimlerinde AK Parti Meclis çoğunluğunu kaybetti, HDP Meclis’e girdi ve MHP lideri Devlet Bahçeli aynı gece seçim tekrarı istedi. PKK’nın “sürecin bittiğini” ilan ettiği 11 Temmuz’dan önce zaten işin gidişi belli olmuştu. Terör saldırılarıyla terörle mücadelenin en sert yöntemlerinin tırmandığı bir dönem yaşandı. Bu dönemde Türkiye’de bir defada en çok insanı öldüren 10 Ekim 2015 Ankara Garı saldırısı da bu dönemde IŞİD tarafından yapıldı.
Bu ortamda yapılan 1 Kasım seçimlerinde AK Parti yine Meclis çoğunluğunu aldı. Hükümetleri Meclis’te güvenoyu denetiminden çıkaran başkanlık sistemi çalışmaları AK Parti-MHP iş birliğiyle o dönem başladı. PKK ve IŞİD’in masum canlara mal olan saldırıları 15 Temmuz 2016’da Fethullahçıların örgütlediği darbe girişimine dek devam etti. IŞİD’in 2016 İstiklal saldırısı, PKK’nın Ankara’daki kanlı eylemleri sayılabilir. 2017 başkanlık sistemi referandumu ve 2018 seçimleri yine -bu defa darbe girişimi sonrası- ortamda yapıldı. O endişenin artık geçtiği ve yerini ekonomik kaygıların aldığı 2019 yerel seçimlerindeyse AK Parti İstanbul ve Ankara belediye başkanlıkları dahil önemli mevziler kaybetti.
Güvenlik-ekonomi-özgürlükler
Güvenlik-özgürlük dengesinden hep söz edilir; arada ekonomik durum, yani geçim vardır.
İnsanlar kendilerini güvende hissettikçe geçim derdi ve özgürlüklerini öne çıkarmaya başlar; doğanın ve toplumun kanunudur. Güvenlik ve geçim endişeleri azaldıkça hak ve özgürlük talepleri ağırlık kazanır. Ancak güvenlik endişeleri arttıkça ilk geri plana çekilen hak ve özgürlük talepleri olur. Güvenlik endişesi daha da artarsa ekonomik talepler, geçim derdinin dile getirilmesi de arka plana geçer.
Bugün toplumun büyük kesimleri geçim sıkıntıları, bağımsız yargı, eğitim hakkı ve ifade özgürlüğü talepleriyle seçime gidiyor. Seçmenin yine güvenlik endişesine sürüklenmesi Türkiye’deki laik ve sosyal hukuk devleti zemini ile çoğulcu demokrasinin içinde bulunduğu gerilemenin durdurulup geliştirilmesini istemeyenlerin işine gelir.
İçişleri Bakanı yurt içinde şu kadar terörist kaldı söyleminden sonra -neredeyse gerilla kıyafeti içinde bir kadının yüzlerce polisin aynı anda görev yaptığı İstiklal Caddesinde kanlı bir bombalama eylemi yapabildiğini söylemiştir. Hükümete düşen, vatandaşların yüreğine yeni terör eylemleri korkusu salıp kendilerine mecbur kalacaklarını ummak değil, ülkenin ve vatandaşların seçime güvenlik kaygılarından uzak, oylarını serbestçe ve rahatça kullanabilecekleri ortamı sağlamaktır. Artık buna seçim öncesi ve seçim süresinde haberleşme özgürlüğüne hükümetin sınırlama getirebileceği endişesini de katmamız gerekiyor ne yazık ki.
(*) 15 Kasım 2022, saat 07.26’da güncellendi.