Gazeteci Uğur Mumcu bundan 30 yıl önce, 24 Ocak 1993 sabahı evinin önündeki aracına konan bombayla öldürülmemiş olsaydı o gün Cumhuriyet gazetesinde masasının başına geçip acaba ne yazacaktı? Evet, bir süre önce İran, uyuşturucu, PKK bağlantısı iddialarına dair yazacakları olduğunu söylemişti. Ama o gün muhtemelen Başbakan Süleyman Demirel’in Müsteşarı Turgut Özal tarafından hazırlanıp 24 Ocak 1980’de ilan edilen Ekonomik İstikrar Programının nasıl ancak 12 Eylül 1980’de Genelkurmay Başkanı Kenan Evren öncülüğündeki askeri darbe sonrasında uygulama imkânı bulduğu üzerine yazacaktı.
O dönem muhalefetteki CHP’nin lideri olan Bülent Ecevit, 24 Ocak kararlarının ancak “süngü zoruyla” uygulanabileceğini söylemişti. Askeri darbe sadece Demirel’in MHP ortaklığındaki Adalet Partisi (AP) hükümetini değil, TBMM’ni, siyasi partileri, Anayasayı, sendikaları, dernekleri de devreden çıkarmış, sadece Özal’ın Başbakan Yardımcısı olarak devam ettiği darbe hükümeti 24 Ocak kararlarını uygulayabilmişti.
Mumcu tehlikeyi görmüştü
İlk icraatı ABD’nin talebi uyarıca Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşüne izin vermek olan 12 Eylül askeri darbesi solu ezmiş, devletin kapılarını siyasi İslamcı cemaatlere açmıştı. Üstelik bunu Mustafa Kemal Atatürk’ün gölgesine sığınarak ve cumhuriyetçilik, laiklik kisvesi altında yaptılar. Fethullah Gülen Cemaatinden Özal’ın da yolunun geçtiği İskenderpaşa Cemaatine dek siyasi İslamcı çevrelerin devlet kademelerinde yükselişi böyle başladı. Kilit adımlardan birisi 12 Eylül’ün askeri yönetimin din derslerini zorunlu hale getirmesiydi. Mumcu sık sık bunu gündeme taşıyordu.
Mumcu tezgâhı görmüştü. Bence en önemli kitabı “Rabıta”dır. ABD-Suudi petro-dolarların nasıl komünizmle mücadele kisvesi altında Türkiye’ye ve Türkiye üzerinden çevre coğrafyaya dağıtılıp adım adım ilerlendiğini yazıyordu.
Bir süre önce yayınladığım “Meraklısı İçin Darbeler Kitabı”nda hem 12 Eylül’ün ABD ve Cemaatler bağlantılarını hem de 1993 yılının Türkiye’deki yerleşik sistemin kendini sürdürebilmek için “kendisine darbe”, ya da gizli darbe olduğunu anlatmaya çalıştım.
Mumcu cinayeti 1993 gizli darbesinin, sitemin kendisine darbesinin daha başlangıcındaki dönüm noktalarındandı.
1993 gizli darbesi
1993’teki tartışmalı ölüm ve cinayetler 5 Ocak’ta Maliye Bakanı Adnan Kahveci yanlışlıkla devam eden yol inşaatına saptığı kazda öldü. Kahveci’nin Özal’ın aklındaki Kürt siyasetine çalışanlardan olduğu konuşuluyordu.
24 Ocak’ta Mumcu öldürüldü. Cinayeti hem İBDA-C Hizbullah üstlendi. Eşi Güldal Mumcu, Mehmet Ağar’ın kendisine devletin cinayeti çözdüğü ancak açıklayamayacağı imasıyla “Tuğla çekilirse duvar yıkılır” dediğini açıkladı. Aradan 30 yıl geçti, katil hala bulunamadı, cinayet dosyası açık.
17 Şubat’ta Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis’i Diyarbakır’a taşıyan uçak, Ankara’da havalanmasından kısa süre sonra düştü, Bitlis öldü. Bitlis’in Özal’ın Kürt politikası çalışma ekibinde olduğu konuşuluyordu.
18 Şubat’ta Doğu Perinçek yönetimindeki “2000’e Doğru” dergisinin Diyarbakır Temsilcisi Halit Güngen öldürüldü. Bir gün önce “Hizbullah, Çevik Kuvvet Merkezinde eğitiliyor” haberini yayınlamıştı.
24 Şubat’ta hükümet Nurculuğun kurucusu Said-i Nursi’nin itibarının iade edildiğini duyurdu.
5 Mart’ta Ankara’da Türkiye ile Azerbaycan arasında Bakü-Ceyhan Petrol Boru hattı protokolü imzalandı; anlaşma Mayıs’ın son haftası Bakü’de imzalanacaktı.
Mumcu, Özal, Bakü, Madımak, Başbağlar
15 Mart’ta PKK lideri Abdullah Öcalan, Celal Talabani’nin aracılığında Lübnan’ın Bekaa Vadisinde “Bir aylık ateşkes ilan etti.
16 Nisan’da Öcalan yanında Ahmet Türk olduğu halde ateşkesi bir ay daha uzattığını duyurdu. Bir gün önce Cumhurbaşkanı Özal ağır bir gut krizi ardından çıktığı 11 günlük Orta Asya seyahatinden dönmüştü.
17 Nisan’da Özal’ın sabah sporu yaparken geçirdiği kalp krizi sonrası öldüğü açıklandı. Oğlu Ahmet Özal’a göre seyahatin Aşkabat durağında kendisine “Türkiye’ye döneceğim, PKK ve Kürt meselesini bitireceğim” demişti.
16 Mayıs’ta Özal yerine Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı seçildi.
24 Mayıs’ta Bingöl-Elâzığ arasında PKK tarafından pusuya düşürülen 33 silahsız er öldürüldü. Fiili ateşkes sona erdi.
18 Haziran’da Azerbaycan’da askeri darbeyle devrilen Ebulfez Elçibey’in yerine geçen Haydar Aliyev Bakü-Ceyhan protokolünü iptal etti. Anlaşma, 1999’da Öcalan’ın MİT-CIA işbirliğiyle yakalanması ardından Bakü-Tiflis-Ceyhan rotasıyla yenilenecekti.
Şiddet sarmalı
2 Temmuz’da Pir Sultan Şenliği için Sivas’a giden sanatçı ve yazarların kaldığı Madımak Oteli siyasi İslamcıların protesto kuşatması altında yakıldı; 37 kişi öldürüldü.
5 Temmuz’da Erzincan’ın Kemaliye ilçesinin Başbağlar köyünü basan PKK militanları 33 kişiyi öldürdü.
Yetmiyor mu? O zaman 4 Eylül’de DEP (bugünkü HDP’nin öncülü) Milletvekili Mehmet Sincar’ın Batman’da Hizbullah tarafından öldürülmesiyle başlayan faili meçhul cinayetler dönemini ekleyebilirsiniz. (HDP eş başkanı Pervin Buldan’ın eşi Savaş Buldan da o cinayetler serisi içinde 3 Haziran 1994’te öldürülecekti.) Ayrıca bu şiddet sarmalına 22 Ekim 1993’te Lice de karargâh binası önünde, uzaktan dürbünlü tüfekle öldürülen ve Bitlis’in “reformist” ekibinden bilinen Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ı da ekleyebilirsiniz.
Mumcu cinayeti hem bu şiddet sarmalının hem de 1993 gizli darbesinin, yerleşik düzenin kendisini yeniden üretmek için kendisine müdahalesinin bir parçasıydı.
Kendine darbe, ya da Bonapartist darbe
Kavram siyasi tarihe Fransız Cumhuriyetinin başında bulunan Napoleon Bonaparte’ın (Fransız Devrimi takvimine göre 18 Brumaire, bugünkü takvime göre) 9 Kasım 1799’da parlamentoya yaptığı darbeyle kendisini İmparator ilan etmesiyle girmiş. Yani Napolyon kendi sistemini yeniden üretim gücü tek başına ele geçirmek için “kendisine” darbe yapmış.
Bunu başka örnekleri de sayılır. Örneğin Yunanistan’da 17 Ağustos 1917’de Başbakan Elefteros Venizelos’un Selanik’te çıkan olayları gerekçe göstererek yetkilerini artırması, yürütme gücünü tek başına alinde toplaması da “kendine darbe” sayılır. Bunun sonucunda Yunan hükümeti Kral’ın itirazını dinlemeyerek İngiltere’nin dolduruşuyla 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkacak, bu da Türk İstiklal Savaşını başlatacaktı.
Türkiye’deki 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’da yürütme gücünü tek başına elinde toplayan bir halk oylamasına gitmiştir ama bu durumda Erdoğan iktidarını yıkmak isteyen, Fethullah Gülen örgütünün mızrak ucu olduğu bir başka oluşum söz konusudur.
1993 öyle değildi.
1993’te düzen kendini yeniden üretti
1990’da 21 Kasım 1990’da Paris’te imzalanan Avrupa Konvansiyonel Kuvvet İndirimi Anlaşması Sovyetler Birliğinin çöküşünden hemen önce Avrupa güvenlik mimarisini şekillendiriyordu. Bu anlaşmayla NATO’nun cephe gerisi gizli örgütlenmesi sayılan ve İtalya’daki adıyla Gladio diye bilinen yarı-askeri kontr-gerilla örgütlerini de dağıttı. Ayrıntıları “İyi Günler Bay Başkan – Körfez Savaşı’nda Özal-Bush Görüşmeleri” kitabında ver. NATO ülkeleri içinde bu anlaşmadan ayrı tutulan tek bölge, Mersin limanından başlayıp Hakkari’de İran-Irak sınırına kadar uzanan Türkiye’nin güney ve güneydoğusu oldu. Türkiye’nin gerekçesi sürmekte olan Irak savaşı ve PKK’nın terör eylemleri oldu; bu da kabul gördü.
Ayrıntılarını “Meraklısı İçin Entrikalar Kitabı“nda yazdım, meraklıları okuyabilir. Diğer NATO üyelerindeki Gladiolar en azından görünüşte dağıtılırken Türkiye’nin Glaidosu Ergenekon (Ergenekon davalarından söz etmiyoruz) devam etti. Varlık nedeni PKK ve komşu İran, Irak ve Suriye’deki Batı’yı tehdit eden istikrarsızlıklar olmuştu.
Türkiye’de düzenin Soğuk Savaş sonrası “komünizm tehdidi” ortadan kalktıktan sonra da değişmeden devamı, kendisini yeniden üretmesi ve dolayısıyla hep bir düşmanın varlığı gerekiyordu.
Mumcu cinayeti çözülmedikçe
Mumcu başka pek çok şey gibi, örneğin ABD-Suud petro-dolarlarıyla Türkiye’ye ithal edilen siyasi İslamcı örgütlenmeler gibi bu tekere de çomak soktu.
Gazeteci Fehmi Koru, 9 Temmuz 1992’de MİT Müsteşarı Korgeneral Teoman Koman’ın bir grup gazeteciyle yaptığı sohbette ve Uğur Mumcu’nun sorusu üzerine “Siyasi suikastlar başlayabilir. İçinizden birini de kaybedebiliriz” dediğini yazmıştı. Arada bağlantı olup olmadığı 30 yıl sonra hala karanlıkta ama Mumcu altı ay kadar sonra öldürüldü.
Katili de arkasındaki güçler de hala karanlıkta.
Bugünlerde Türkiye Sinan Ateş cinayetini konuşuyor. Belki de muhalefetin bastırmasıyla bir katil bulunacak ama arkasındaki bağlantılar muhtemelen yine halının altına süpürülecektir.
Mumcu cinayeti çözülmedikçe Türkiye’de siyasi cinayetlerin biteceğini varsaymak için gerçekten fazlasıyla saf olmak lazım.