Türkiye’de, yaklaşık iki ay sonra Cumhuriyet tarihinin belki de en önemli seçimi yapılacak. Ülkenin kaderini tayin edecek böylesine bir seçim arefesinde, halk, asrın felaketi olarak nitelenen bir depremin yol açtığı görülmemiş boyuttaki maddi ve manevi yıkımla karşı karşıya kalmış durumda.
Ülkeye yılgınlığın ve yorgunluğun hakim olduğu bu zorlu dönemde, kimse dünyada olan bitenle gereği şekilde ilgilenemiyor. Oysa, uluslararası planda, Türkiye’nin geleceğini de ilgilendiren çok önemli gelişmeler yaşanıyor.
Rusya Ukrayna saldırısı ikinci yılında
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı ikinci yılına girdi. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulunda saldırının yıldönümü vesilesiyle geçen ay yapılan oylamada, 193 BM üyesi ülkenin 141’i Rusya’nın saldırısını bir kez daha takbih etti. Ancak, bu sorunun nasıl çözümleneceği konusunda ne tasarı lehinde ne aleyhinde oy kullanalar arasında bir görüş birliği vardı. Tabir caizse, her kafadan bir ses çıktı.
Diğer taraftan, ABD’nin ve Avrupa Birliğinin (AB) Ukrayna’ya yaptığı devasa silah yardımı Rusya’yı geriletmek bakımından henüz beklenen farklılığı yaratmadı. Rusya’ya yönelik ekonomik yaptırımlardan da hedeflenen sonuçlar alınamadı. Aksine, yaptırımlar, Batı ülkelerinin ekonomilerini ciddi şekilde sarstığı gibi, Rusya karşıtı cephedeki birlik ve dayanışmanın sürdürülebilirliği konusundaki soruların çoğalmasına da yol açtı.
ABD’de siyasi ekonomik çalktantı
Bunlar olurken, ABD içinde süregiden ciddi siyasi ve ekonomik çalkantıyı da dikkatten kaçırmamamız gerekiyor. Biden yönetimi bir taraftan, Rusya karşıtı cepheyi sağlam tutmaya çalışırken, diğer yandan Donald Trump ve taraftarlarının yeniden güç kazanmasını önlemeye çalışıyor. Ayrıca, son olarak patlak veren bankalar krizi de ülke ekonomisini ve doların itibarını zorluyor.
Bir de, 2023 yılının sonu itibariyle, ABD’de Başkanlık seçim sürecinin başlayacağını ve özellikle Demokrat Partinin aday belirlemek bakımından kayda değer bir adım atmamış olduğunu dikkate almamız gerekiyor. Buna geçmiş Başkan Donald Trump’tan henüz hesap sorulamamış olduğu gerçeğini de ekleyecek olursak, ABD’nin, önümüzdeki dönemde, küresel sorunlardan önce ülke içindeki potansiyel siyasi çalkantıya odaklanmak zorunda kalabileceği anlaşılıyor.
Çin, Suudi Arabistan, İran, Rusya
Rusya-ABD çekişmesi bu şekilde çıkmaza sürüklenirken, ABD’nin Çin ile başlattığı soğuk savaşta Çin’in ilginç çıkışlarda bulunduğuna şahit oluyoruz. Çin, geçen günler zarfında önce Suudi Arabistan ile İran arasında diplomatik ilişkilerin yeniden tesisi konusunda arabuluculuk yaptı. Başarılı sonuçlanan bu arabuluculuk girişimi dünya kamuoyunda belirgin bir şaşkınlığa yol açtı.
Ardından, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Ukrayna işgalinin başlamasından sonra ilk kez Rusya’ya 3 gün süren bir ziyarette bulundu. Şi Cinping’in, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yaptığı görüşmede, diğer konular meyanında, Ukrayna savaşının son bulması için Çin tarafından sunulan 12 maddelik barış planı da ele alındı. Putin, planı detaylı şekilde incelediklerini söyledi, Şi’ye “Sevgili arkadaşım” diye hitap etti. Şi ise, Putin’in “güçlü liderliğini” övdü.
Rus halkının Putin’i 2024’te yeniden Devlet Başkanı seçeceğinden emin olduğunu söyledi. Rusya ve Çin arasındaki yakın ilişkinin önemine vurgu yaptı. İki liderin Moskova’daki buluşmalarında, ayrıca “kapsamlı ortaklığı derinleştirme” konulu bir anlaşma imzalandı.
Çin’in kozları
Çin’in, bu iki hamlesiyle, ABD ile sürdürdüğü yeni nesil soğuk savaşta dengeleri değiştirebilecek önemli kozlara sahip olduğunu rakiplerine gösterdiğini söyleyebiliriz. Çin, bundan birkaç yıl önce, İran ile 400 milyar dolar tutarında bir ekonomik işbirliği anlaşması imzaladığı hatırlanacaktır. Çin’in, özellikle, İran’dan petrol alımları bakımından önem taşıyan bu anlaşmayı, Suudi Arabistan ile İran’ın arasını bularak, şimdi de enerji ihtiyacını Suudi petrolü vasıtasıyla konsolide etmek bakımından kullanacağı açıktır. Ayrıca, Çin’in, son zamanlarda ABD ile ilişkileri epeyce gerilmiş bulunan Suudi Arabistan’ın ABD’den biraz daha uzaklaşmasını sağlamayı hedeflemiş olabileceği de düşünülebilir.
Diğer taraftan, Çin’in arabuluculuk hamlesi, Rusya’dan yaptığı petrol alımlarına alternatif kaynaklarının bulunduğunu göstermesi bakımından, bir anlamda Rusya’ya mesaj olarak da algılanabilir. Zira, Rusya’nın yıllık gelirlerinin neredeyse yarısının petrol ve gaz satışlarından geldiği biliniyor. En nihayet, Batı ile sorunları olan iki ülkeyi barışçıl bir hamle ile kendi yanına çekebilmiş olması son derece anlamlıdır.
Diğer taraftan, Çin, bölgesinin çok uzağındaki meselelerde uzlaştırıcı aktör olmaya hazır bulunduğu görüntüsünü verebilmiştir. İran-Suudi Arabistan anlaşması sonrası küresel barışı sağlama yolunda bir başka adım daha atabilirse, bunun Şi’ye büyük kredi kazandıracağı açıktır.
Şi Cinping’in Moskova ziyareti
İran ve Suudi Arabistan’ın arabuluculuk için, örneğin Türkiye yerine Çin’i tercih etmeleri bizim açımızdan düşündürücüdür. Bir zamanlar nükleer alanda yaşadığı sorunların aşılması amacıyla Türkiye’nin Brezilya ile birlikte yaptığı arabuluculuk teklifine rıza gösteren İran’ın bu defa komşusundan talepte bulunmayı düşünmemiş olması veya Suudi Arabistan’dan benzer bir talep gelmemesi ilginçtir.
Çin’in liderinin, Kremlin’in büyük uluslararası baskı altında olduğu bir dönemde Rusya’ya yaptığı resmi ziyaret ise, hem Rusya’ya hem onun lideri Putin’e açık bir destek gösterisidir. Ancak, Çin, ziyaret vesilesiyle Ukrayna’daki Rus saldırısının durdurulmasına ilişkin bir barış planı sunarak, Rusya’ya desteğinin esas itibariyle barışcı bir amaç taşıdığına da dikkat çekmiştir. Nitekim, Çin dünya kamuoyuna mesaj verirken, tüm ulusların (yani Ukrayna’nın) egemenliğine saygı gösterilmesi gerektiğini, ancak diğer ülkelerin (yani Rusya’nın) “meşru güvenlik kaygılarına” da saygı gösterilmesi gerektiğini söylüyor. Bu ustalık dolu bir diplomasi hamlesidir.
Ziyaret ABD’ye mesaj
Şi Cinping’in Moskova ziyaretinin, ayrıca, ABD’ye de mesaj içerdiği açıktır. Şi, bu suretle, Rusya’nın ABD ve Batı karşısında yalnız olmadığını gösterdi. Nitekim, Batı yaptırımlarına karşı koymak ve ekonomisini işler durumda tutmak için, başta enerji sektörü olmak üzere Çin ile ticaretini arttırmak zorunda olduğu bilinen Kremlin’in böyle bir mesaja ihtiyacı vardı. Ayrıca, Başkan Biden ve yönetim yetkililerinin sert mesajlarına ve örneğin NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in “Ukrayna’da daha fazla çatışmaya hazırlanmalıyız” şeklindeki açıklamalarına mukabil Şi, uzlaşı ve barış söylemini ön plana çıkardı ve Çin’in çatışmadan yana olmadığının altını çizdi. Çin, bu meyanda, Rusya’ya doğrudan silah teminine sıcak bakmadığını uygun şekilde vurgulamayı da ihmal etmedi.
Şi Cinping’in, ziyaret sırasında Putin’le şahsi dost olduğuna dair sıklıkla dile getirdiği ifadelerin ABD’yi rahatsız etmeyi amaçlayan bilinçli bir tercihin sonucu olduğu söylenebilir. Hatta, ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin geçen yıl Çin’in karşı çıkmasına rağmen Tayvan’a gerçekleştirdiği ziyaretin Çin’de yarattığı rahatsızlığın benzerinin ABD’de yaşanmasını hedeflemiş olabileceği dahi düşünülebilir.
Şu anda, Çin, satın alma paritesine göre, dünyanın en güçlü ülkesi. Yakın çevresinde yer alan, Hong Kong, Tayvan, Singapur, Malezya ve Endonezya ile birlikte düşünürseniz, Çin, fiilen dünyanın en büyük ekonomik gücü.
Bugün, Çin, teknolojide de ön sıralarda. Yapay zekâ alanında, yenilenebilir enerjide, uzay teknolojisinde, okyanusların ve arktik kaynakların yönetiminde ağırlıklı rol oynamaya çalışan bir Çin var. Böyle bir Çin’i tehdit olarak algılayan ABD, Çin’in giderek palazlanmasının önüne geçmek amacıyla başlattığı yeni nesil soğuk savaşı hız kesmeden sürdürmeye çalışıyor.
Küresel saflaşmanın iyice belirginleştiği şu sırada çıkarlarımızı gereği şekilde koruyabilmek ve doğru pozisyon alabilmek için bu soğuk savaşın gelişimini yakından takip etmemiz gerekiyor. Oysa biz, iç siyasetin dar kulvarında kendi kendimizle kavga etmekle meşgulüz.