Gezegenimiz ısınıyor. İklim değişikliği, küresel sağlığı baltalıyor, küresel sağlık sistemlerinin kırılganlığını artırıyor, ülkeleri jeopolitik, enerji ve yaşamsal krizlere karşı savunmasız bırakıyor, küresel gıda güvenliğini tehdit ediyor.
Isınan bir gezegenin yoksulluk, çatışma, cinsiyet eşitsizliği, kırılganlık bağlamında yaratacağı zorluklarla başetmek zorunda kalacağız.
İklim Değişikliği ile mücadelede, küresel ortalama yüzey sıcaklıklarındaki artışın, Paris Anlaşması’nda belirlenen 1,5°C hedefi içinde kalması için Enerji Sektörünün olumsuz etkilerinin azaltılması gerekiyor. Ancak Enerji Sektörü hala büyük ölçüde fosil yakıtlara bağımlı.
Yenilenebilir enerjinin benimsenmesi yavaş ilerliyor, toplam küresel enerji arzının yalnızca yüzde 2,2’sine katkıda bulunuyor.
Son derece değişken uluslararası fosil yakıt piyasalarına karşı hane halkaları savunmasız kalıyor. Bu da milyonların güvenilir, temiz yakıt kaynaklarına erişiminin olmadığı anlamına geliyor, enerji yoksulluğunu daha da kötüleştirmekle tehdit ediyor.
Analiz edilen 62 ülkede insanların evlerindeki soludukları havanın kirli olduğu tespit edildi.
2020’de, küçük partiküllü hava kirliliği yönünden (PM 2,5) DSÖ yönergeleri ortalama 30 kat aşıldı.
İklim değişikliğinin olumsuz etkilerini hızla yaşamaya başladık
Isınmaya maruz kalma, özellikle hassas popülasyonların ısı dalgalarına maruz kalması sağlık açısından tehlike yaratıyor. Fiziksel aktiviteyi etkiliyor, emek kapasitesinde değişim yaratıyor.
Küresel bazda, 65 yaşından büyük kişilerin yıllık ısıya bağlı ölüm oranlarının 2000-04 ve 2017-21 yılları arasında tahmini olarak yüzde 68 oranında arttığı tespit edilmiş.
Aşırı hava olaylarını, ani yağışlar, orman yangınları, kuraklık olarak yaşıyoruz. İklimdeki bu dalgalanmalar bulaşıcı hastalıklara neden olabiliyor.
En büyük sorunlardan biri de gıda güvenliği ve sonucunda yetersiz beslenme olarak karşımıza çıkacak.
Sağlıklı bir gelecek için düşük karbona geçişe önemli ve sürekli yatırım yapılması şart. Bunun gerçekleşmesinde hem hükümetlere hem de özel sektöre önemli görevler düşmekte. Göstergeler, yatırımların ve istihdamın yavaş yavaş fosil yakıtlardan temiz enerjiye geçtiğini ve yapılan yatırımların da arttığını gösteriyor. Bununla birlikte, iklim değişikliğinin yıkıcı ekonomik ve sağlık etkilerini önlemek için hızın artırılması gerekiyorken, hükümetler, fosil yakıtları içeren karbon yoğun ve sağlığa zarar veren bir ekonomiyi teşvik etmeye devam ediyor.
Kömürden çıkış en etkili çözümlerden birisi olacak
Geçtiğimiz günlerde Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) tarafından düzenlenen, “Almanya’da kömürden çıkış: Almanya deneyiminden öğrenme” konulu toplantıda, Almanya’nın iklim taahhütlerini yerine getirmek için, kömürün aşamalı olarak kaldırılması eyleminde izlediği yöntemleri dinledik. Vatandaşları, belediyeleri, etkilenecek işçileri de sürece dahil ederek, kömürden çıkış yolunu çizen bir komisyon kurulması; kömür endüstrisinin kaybını telafi etmek için kömür bölgelerinde yeni katma değer ve insana yakışır işler planlanması; daha yaşlı işçiler için erken emekliliğe geçişin sağlanması gibi yöntemleri içeren adil geçiş için bir politika oluşturulmaya çalışılmış.
Çünkü kömürden sosyal olarak adil bir çıkış, dünya çapında ortak bir görev: Devlet, şirketler ve sendikalar, kömür bölgelerindeki yapısal değişimi şekillendirmek zorunda. Her paydaş sorumluluğunu yerine getirmek zorunda.
Peki ülkemizde durum ne?
Bildiğiniz gibi, Türkiye İklim Şurası’ndan kömüre devam kararı çıkmış, T.C.Hükümeti’nin, 13 Nisan 2023’de Birleşmiş Milletler (BM) Sekreteryası’na sunduğu güncellenen Ulusal Katkı Beyanında (UKB) kömürün bahsi dahi geçmemişti.
Zaten Ulusal Enerji Planına göre, bırakın kömürde azaltımı, 2030’a kadar 1,7 GW kapasiteli yeni kömürlü termik santral eklenecek; 2030-2035 arasında 1,5 GW ilave kömür kapasitesi gerçekleştirilecek, yani 3,2 GW yeni kömür kapasitesi öngörülmekte. Halbuki, 2053 net sıfır emisyon hedefine ulaşmak için kapsamlı bir adil geçiş planı hazırlamak kolay değil belki ama kaçınılmaz.
TEPAV toplantısındaki konuşmacılardan Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği (SEFİA)’yı temsil eden Bengisu Özenç, net bir cümle ile konuyu ifade etti: “Türkiye’nin kömürden çıkış ve azaltım ajandası yok.”
Kömürden çıkış neden önemli?
2019 yılı küresel değerlerine göre, elektrik üretimi, küresel sera gazı emisyonlarının yaklaşık yüzde 32’sini (19,4/58,5 GtCO₂e) oluşturuyor ve dünyadaki en büyük CO₂ emisyonu kaynağı olmaya devam ediyor. Enerji sektöründen kaynaklanan emisyonlar öncelikle iki yakıtın kullanımına atfediliyor: kömür ve fosil gazı.
Gaz kaynaklı üretim, elektrik üretiminden kaynaklanan toplam emisyonların yaklaşık yüzde 22’sine katkıda bulunurken, kömür yaklaşık yüzde 75 ile önemli ölçüde daha fazla emisyona sahip.
Endişe verici bir şekilde, bu iki yakıt küresel enerji sektörüne hakim ve kullanımları küresel olarak artıyor.
Ülkemizde ise, 2022 yılı Aralık ayı sonu itibariyle 103.809 MW’a ulaşmış olan kurulu gücümüzün yüzde 21’i kömüre dayanmakta, 40-45 bin kişi kömür işinde çalışıyorken, kömüre dayalı enerji politikasının yaratacağı ekolojik tahribatı önlemek için bir an önce kapsamlı bir planı duymamız gerekiyor.
İklim için ulaşımda yeni bir proje
Enerji dönüşümü bu kadar önemliyken, ulaşımda dönüşümü sağlayabilecek bir programın duyurusu yapıldı.
Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD), Türkiye’nin düşük karbon ekonomisine geçişini hızlandırmayı amaçlayan yeşil yatırımları ve iklim azaltma teknolojilerini kolaylaştırarak Türkiye’deki denizcilik sektörünü modernize etmeye yönelik bir program başlattı.
T.C. Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı ve Avrupa Birliği (AB) Türkiye Delegasyonu ile istişare içinde geliştirilen “Türkiye Denizleri Karbonsuzlaştırma ve Yeşil Denizcilik Programı”, limanlarda ve gemilerde çevre dostu teknolojileri teşvik ederken sektörü güncellemeyi amaçlayan yeşil yatırımlara odaklanacak.
Programın toplam maliyetinin 70 milyon Euro olduğu tahmin ediliyor. Bunun 20 milyon Euro’sunu AB sağlayacak.
İki ana bileşenden oluşan program, teknik yardım ve kapasite geliştirmenin yanı sıra liman ve gemi yatırımlarını teşvik edecek. Ayrıca, sektörün geniş kapsamlı dönüşümünü sağlamak için ülkenin kurumsal ve düzenleyici çerçevelerini destekleyecek.
Ulaştırma sektörü, 2053 yılına kadar net sıfır ekonomiye ulaşmayı hedefleyen Türkiye’nin karbondan arındırma gündeminde kilit bir rol oynuyor. Ülkenin liman altyapısı ve hizmetlerinin iyileştirilmesi gerekiyor, yaşlanan filolar ve iklim değişikliğine karşı savunmasızlık, yeşil ilerlemeyi tehlikeye atıyor.
Program, emisyonları azaltmak veya sektörel oyuncuların iklim krizinin neden olduğu aksaklıkları daha iyi hafifletmesine yardımcı olmak gibi olumlu bir etki yaratabilecek, hem özel hem de kamu sektörü yatırımlarını destekleyecek.
EBRD’nin Türkiye, Orta Doğu ve Afrika Altyapı Direktörü Sue Barrett programı memnuniyetle karşılayarak şunları söyledi: “Değişim süreklidir, ancak asla kolay değildir. EBRD, bu önemli aşamada AB ve Türkiye Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı ile sektör çapında dönüşüm etkisi yaratabilecek bir programla güçlerini birleştirmekten memnuniyet duyuyor. Fonlarımızın, yardımlarımızın ve diyaloğumuzun, Türkiye’nin denizcilik sektörünü hızla gelişen uluslararası standartlarla uyumlu hale getirerek ülke için daha yeşil bir geleceği güvence altına alacağından eminiz.”
AB Delegasyonu Başkanı Büyükelçi Nikolaus Meyer Landrut, “AB-Türkiye işbirliği, Türkiye denizcilik sektörüne bazı yenilikçi teknolojiler kazandıracak ve sektör için güçlü bir tanıtım etkisi yaratacaktır. AB, çevre dostu, öncü teknolojilerin ve yeşil yakıtların pilot kullanımını kolaylaştırarak, Türkiye’nin denizcilik sektörünün karbondan arındırılmasının önündeki mevcut engellerin yıkılmasında kritik bir rol oynayacaktır. Avrupa deneyimi, güçlü teşvikler olmadan yenilikçi teknolojilerin ve alternatiflerin kullanılmasının önündeki engellerin aşılamayacağını gösteriyor.”
Finansmanın da adil paylaşımı şart
Küresel çapta, ulaşımdan kaynaklanan sera gazı emisyonlarının oranı %15’e ulaşırken, bunun da yaklaşık %11’i deniz taşımacılığına aitken, 3 tarafı denizlerle çevrili ülkemizde denizcilik sektörünün payının artırılması ama bunun çevre dostu yatırımlarla desteklenmesi çok önemli.
Ancak, bu ve benzeri projelerin finansının adil paylaşımla taçlandırılması gerekiyor. Hükümetin belediyeler arasında ayrım yapmadan, teklif edilen yatırımlara onay vermesiyle dönüşüm sağlanabilir. Kıyı kentlerimizin önemli belediyeleri muhalefetin elinde ve elektrikli deniz taşımacılığı konusunda yatırım talepleri olanlar var ama bir türlü hükümet tarafından onaylanmıyor. Hükümetin kaybettiği büyükşehir belediyelerini geri almak için çabası da boşuna değil. Bu bir kısır döngü aslında ve milli duygularla topyekün ülke kalkınması için ayrım yapmamak gerekirken, “benim belediyem benim yatırımım” yaklaşımı bir türlü bitmiyor bu topraklarda ve büyük dönüşüm hedeflerimiz örseleniyor. Aslolan bu yaklaşımda dönüşümün sağlanması!
*GtCO₂e = gigaton karbondioksit eşdeğeri