Ekonomik krizin giderek derinleşmesinden daha büyük bir sorunumuz yok. Ama hükümet kanadından gelen açıklamalara ve hükümet güdümündeki medyaya baktığımızda böyle bir sorumuz yokmuş gibi görünüyor.
Gerçekler öyle değil.
Dün yanıma yaklaşan bir vatandaş önce Murat Yetkin olup olmadığımı sordu; Fox TV’de Orta Sayfa programından tanıyordu. Sonra kendisini tanıttı; sivil giysiler içinde bir polis memuruydu. Hükümetin dün, 5 Temmuz’da, açıkladığı memur maaş zammını duyup duymadığımı sordu. “Var” dedim; aslında enflasyon rakamları açıklandıktan sonra alışverişe çıkmıştım ve hararetimi bir çay bahçesinde giderirken az önce okumuştum.
“Yüzde 17,7 zam” dedi; “8 bin de seyyanen”.
“Okudum” dedim, “Ne diyorsunuz?”
“Bakın, şu kadar yıllık polisim” diye başlayıp devam etti: “19 bin lira maaş alıyorum. Kira veriyorum. İki çocuğum üniversite kursunda, ayda 8 bin lira kurs parası. Artı 3 bin lira da takviye ders. Allah’tan eşim çalışıyor; çalışmasa çocukların geleceğinden mi kısacağız? Şimdi 30 bin liraya yaklaşacak maaş, ama her şeyin fiyatı ona göre artıyor, geldiği gibi gidiyor:”
Sorunumuz geçim sorunu
Yaz gelince medyanın turizm odaklı bombardımanı insanın canını acıtacak boyutlara ulaşıyor. İş bulabilen nüfusun yarısı 11 bin 402 lira asgari ücretle çalışıp ne yapacağını şaşırmış vaziyetteyken, tatil beldelerindeki beş yıldızlı oteller yüzde 90 kapasiteyle dolmuş Kurban Bayramı’nda. Bodrum’da falanca “beach”de lahmacun 450 lira, aylık şezlong kirası 26 bin liraymış; lokantalarda boş masa kalmamış. Zannedersiniz Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan durumu idare etmek, 25 milyar dolar yatırım bulmak için Birleşik Arap Emirlikleri’ne gitmiyor da Türkiye büyük bir refah dönemi yaşıyor.
Gerçekler öyle değil.
85 milyonluk nüfusun ne kadarı dolduruyor oraları dersiniz. AB İstatistik Ofisinin saptamalarına göre Türk halkının yüzde 59’u, diyelim 10 kişiden 6’sı yılda 1 hafta olsun tatil yapacak kaynağa sahip değil. Avrupa ortalaması bunun yarısı kadar; her 10 kişiden 3’ü.
Sadece Haziran ayında liranın değeri yüzde 18,5 düşmüş, dolar 26, avro 28 lirayı geçmiş durumda. Elin emeklisi kendi parasıyla üç otuz paraya Türkiye’ye gelip beş yıldızlı otelde Türk vatandaşlarına verilen fiyatın küsuratına kalırken, Türkiye’de emekliler burnunu evden dışarı çıkamıyor; çay bahçelerinde bir bardak çay 10 lira.
Her şey ateş pahası
Sorunumuz elbette ekonomi, hayat pahalılığı. Her şey ateş pahası.
Pazar alışverişinde yan tezgahtaki iki pazarcının dertleşmesine kulak kabartıyorum.
“Geçen sene bu tezgâhı 6 milyara kurdum” diyor biri, halkımız hâlâ bine milyar diyor. Bu sene masrafı 30 bine yaklaşmış. “Fasulyeye 50 lira fiyat koydum” diye devam ediyor; “Millet alamıyor, ben satamıyorum.”
TÜİK yıllık enflasyon oranını yüzde 38 küsur olarak açıkladı ama bir yıl içinde süt fiyatı yüzde 43, ortalama meyve yüzde 48, sebze fiyatları yüzde 60, pirinç yüzde 85, dana eti yüzde 108 artmış, CHP sözcüsü Faik Öztrak da söyledi basın toplantısında. Bu arada TÜİK 38 dedi ama ENAG araştırmacılarına göre yıllık enflasyon yüzde 108, İstanbul Ticaret Odasına göreyse yüzde 55 küsur.
Mazota, benzine yeni zam kapıda; enerji fiyatındaki her artış zincirleme artırıyor gıdayı da ulaştırmayı da. Deprem zammı adı altında motorlu taşıtlar vergisine “bir defaya mahsus” olmak üzere yüzde 100 zam geldi. Bu “bir defalık” vaatlerini 1999 depreminden de hatırlıyoruz.
Özgür siyaset tok karınla
“Çark dönüyor ama” diye bilgiçlik taslıyor birileri. Kur Korumalı Mevduat buluşuyla hükümetin bankada parası olanlara faiz kazancı sağlamasının başarısından bahsediyor. Ama yeni Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan’ın bankalara artık dövizi sabit tutmak için satış yapılmayacağını duyurduğu gün, 1 milyar dolardan fazla dolar bozdurulduğu ortaya çıktı; Kur Korumalı Vade dönüşleri için diye açıklandı. Kim ödüyor faturayı dersiniz? Evet, doğru bildiniz.
En büyük sorunumuz işte bu yüzden ekonomik kriz.
Bir sorunumuz da ekonomik kriz ortamlarında, insanlar geçim derdindeyken tek derdinin o olması, demokrasi, özgürlükler filan gibi lükslere sıra gelmemesi.
Bu da elbette istedikleri gibi at oynatmak isteyen yönetimlerin işine geliyor.
Kitleler ne kadar geçim sıkıntısına batmış olurlarsa ve yönetimlerin yardımlarına bağımlı hale gelirlerse bunun siyasi sonuçları da oluyor. İnsanlar hiç değilse elimizdekini kaybetmeyelim endişesine kapılıyor, ona göre davranıyorlar.
Bakın sakallı sorunumuz için ne demiş?
Yazıyı, komünizmin iki babasından Friedrich Engels’in, 17 Mart 1883’te Karl Marx’ın mezarı başında yaptığı veda konuşmasından bir bölümle bitirmek istiyorum:
“Darwin’in organik doğanın gelişim yasalarını keşfetmesi gibi Marx da insanlık tarihinin gelişim yasalarını keşfetmişti. Fazlasıyla büyümüş bir ideolojinin örtbas ettiği basit gerçek şudur: insanlık siyaset, bilim, din vb. peşinde koşmadan önce yiyip içmeli, barınmalı ve giyinmelidir; dolayısıyla belli bir halkın ya da belli bir çağın erişeceği dolaysız maddi araçların üretimi ve neticesinde ekonomik gelişme, söz konusu halkın geliştireceği devlet kurumlarının, hukuki anlayışların, sanatın, hatta dini fikirlerin temelini oluşturur.”
Filozoflar ağır konuşmayı seviyor ama ben size özetlemeye çalışayım. “Özgür siyaset tok karnına yapılır” demek istiyor.
Sorunumuz biraz da budur.