Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, aldığı siyasi kararlarda keskin değişiklikler yapma konusunda benzersiz cesarete sahip bir siyasetçi. Bazıları gerçek bir ideolojisi olmadan sadece siyasi olarak uygun bulduğu adımları attığını söylese de Erdoğan, öne çıkan dış politika konularında gittikçe daha isabetli pozisyon almaya başladı. Çünkü ne kadar eleştirirse eleştirsin, ister kendi çıkarına uygun düştüğü, isterse ülkenin geleceği için doğru olanın bu olduğu kanaatiyle, Batı ile hizalanmak durumunda.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le ne kadar dost görünse de Erdoğan, Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşmasının getireceği risklerin farkında olarak, son zamanlarda nasıl anılmak istediği ile ilgilenen sorumlu bir devlet adamı ve siyasi bir aktör gibi davranmaya başladı.
Erdoğan’ın dış politika hamleleri: NATO ve Ukrayna
Erdoğan, Ukrayna’daki eylemleri nedeniyle Rusya’yı eleştirmeye devam ediyor. İşgalin ilk haftasında Ankara hükümeti Moskova’nın eylemini “savaş” olarak nitelendirdi. Hem Çanakkale hem de İstanbul boğazlarını Rus savaş gemilerine kapatan Erdoğan, Türk Boğazları ve Karadeniz’deki deniz trafiğini kontrol eden 1936 Montrö Sözleşmesi’ne de noktasına ve virgülüne kadar sadık kalmaya kararlı görünüyor.
Alamet-i-farikası kuralları görmezden gelmek olan bir politikacı için şaşırtıcı bir gelişme.
Ve bu yaz, Cumhurbaşkanı, NATO zirvesinden sadece iki gün önce, Ukrayna Devlet Başkanı Volodymyr Zelensky’yi ağırladı ve Moskova ile yapılan esir değişimi anlaşmasını ihlal ederek onu Mariupol’de savaşmış beş eski Azov komutanıyla birlikte ülkesine uğurladı. Kremlin sözcüsü Dmitry Peskov, tutuklularun transfer edileceğine dair kendilerine önceden “bilgi verilmediğini” söyledi.
İsveç ve Rusya
En önemlisi de bir yıldan uzun bir süre çekincelerini dile getirdikten sonra İsveç’in NATO üyeliği konusunda fikrini değiştirmesi ve bu karar için Türkiye’nin AB üyeliğini son anda bir koşul olarak öne sürmesi oldu. Yurt içinde ve yurt dışında pek çok analist Erdoğan’ın İsveç konusundaki ayak sürümesinin Rusya’nın menfaatine işlediğini savundu. Halbuki İsveç’in PKK ve bağlantılı terör örgütlerini kayırmasını NATO’nun gündemine taşıyan Erdoğan, Türkiye’nin hassasiyetine daha geniş çaplı dikkat çekmeyi başardı.
Karşılığında ne aldı? Rusya, 13 Ağustos’ta Karadeniz’de Türk sahipli ve Türk personelli, ancak Palau bayraklı bir kargo gemisine, Erdoğan’a uyarı niteliğinde bir mesaj göndermek istercesine çıkartma ve arama yaptı. Dahası, Rusya 17 Temmuz’da tahıl anlaşmasından çekildi. Putin onu ne kadar sıkıştırmaya çalışırsa çalışsın, Erdoğan bir o kadar sağlam gibi görünüyor.
İsrail ile normalleşme
Ve bu Erdoğan’ın tek şaşırtıcı hamlesi değil. Arap Baharı’ndan önce Arap ülkeleriyle arasını iyi tutmanın bir yolu olarak İsrail hakkında sert çıkışlarıyla övünüyordu. Mayıs 2010’daki Mavi Marmara olayı ikili ilişkilerde ilk kez kan dökülmesine neden oldu.
Siyasi ve diplomatik ilişkiler altı yıl boyunca askıda kaldı, ta ki dönemin ABD Başkanı Barack Obama normalleşme adımlarına aracılık edene kadar.
Bugüne gelindiğinde ise Erdoğan, önce İsrail Cumhurbaşkanı Herzog’u ağırladı ve şimdi de Başbakan Netanyahu’nun da bu yıl içinde Türkiye’ye gelmesi bekleniyor. Erdoğan, sadece İsrailli liderlerle görüşmekle kalmadı, aynı zamanda İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’daki operasyonlarına ilişkin söylemini de önemli ölçüde değiştirdi. Çoğunlukla, dışişleri bakanlığının yazılı açıklamalar yoluyla tonu belirlemesine izin veriyor.
Dış Politika Yönelişi
Nihayetinde Erdoğan, Rusya’dan silah alımı gibi geçmişte yaptığı hatalardan ders almış görünüyor ve Batı’ya sırtını dönmenin Türkiye’ye maliyetini anlamışa benziyor. Bu karar Türkiye’nin gelişmiş F-35 savaş uçaklarını inşa eden konsorsiyumdan ve projede kullanılacak yüzlerce ürünün üretim sözleşmelerinden atılmasına neden oldu ve hala F-16’ları ve modernizasyon kitlerini satın almak için Kongre’den onay bekliyor.
Erdoğan’ın Türkiye’yi geleneksel dış politikasından uzaklaştırdığı onca yıldan sonra, bu değişiklikler önemli. Kargo gemisi olayında sessiz kalarak muhtemelen Rusya ile iletişimi açık tutmayı ve tahıl anlaşmasını denemeye devam etmeyi amaçlıyor. Mevcut yörüngesinde devam ederse, geçmiş hatalarını düze çıkartamaz belki ama siyasi deneyler yapma dönemini sona erdirerek Türkiye’yi Batı ile daha uyumlu bir işbirliğine taşıyabilir.