Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek önce Almanya, ardından ABD’de iri kıyım bankerlere Orta Vadeli Ekonomik Programı (OVP) anlatıp yatırım çekmeye çalışacak. Şimdi bununla Sezgin Tanrıkulu arasında ne alaka bulunduğunu soranlarınız olabilir ama alaka olduğunu birkaç satır sonra siz de görebilirsiniz.
Şimşek OVP ile söz verilen ekonomik reform adımlarının öncekiler gibi unutulmayıp kalıcı olacağını, Türkiye’ye yatırımın onlara kazandıracağını anlatacak. İşi önemli ama kolay değil. Çünkü Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, özellikle üçüncü defa seçilmesi ardından Batının gözünde istemeseler de mecburen çalışacakları bir oyuncu olduğunu nihayet kanıtladı ama işte o kadar. Mecburen çalışılan ortaklarla her işi yapamazsınız, anca mecbur kaldığınız alanlarda çalışırsınız. Eğer Türkiye’de o zaman “Ben de sizin mecbur olduklarınızı yapmam” derse ne olur? O zaman o iş rafa kalkar; o kadar.
Şimşek, iş başına geldiğinden bu yana Batı’ya yapacağı bu en önemli tanıtım turuna hazırlanırken Türkiye’deki yatırım ortamını da elbette etkileyen siyasi görünüm pek iç açıcı değil.
Birlikte bakalım
Hukukun matematiği çıkmazda
Daha birkaç gün önce ülkenin cumhurbaşkanı bir parlamento üyesini, parlamentonun silahlı kuvvetler üyelerinin karıştığı insan hakları ihlal iddialarını soruşturma hakkını savunduğu için parlamentodan çıkarılıp hapse atılması gerektiğine işaret etmiştir. Evet, CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu vakasını başka türlü, bir nevi bir matematik denklemindeki değişkenler olarak ifade ettim. Türkiye’nin kurucu üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nin demokratik kuralları düzenleyen Venedik Komisyonu da öyle yapacaktır. Tanrıkulu’na partisi CHP’nin kurumsal olarak sahip çıkmamasını da -elbette yatırım ortamını da etkileyebilecek bir siyaset ortamı defosu olarak- kayda düşelim.
Bir başka örnek. Tutuklu bulunduğu halde parlamento seçimlerine girmesinde ülkenin seçim kurullarınca aday olmasında sakınca görülmeyen bir vatandaş, seçildiği ve hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet kararı bulunmadığı halde tahliye edilip yasama görevine katılmasına izin verilmemektedir. Bu da TİP Hatay Milletvekili seçilen, Gezi Davası tutuklusu Can Atalay’ın durumunun hukuk matematiği olarak ifadesidir.
Atalay, Demirtaş, Kavala
Ülkedeki üçüncü büyük siyasi partinin önceki genel başkanı ayaklanma ve katliam teşvikçisi haline getirilmiş siyasi suçlamalarla bulunduğu hapishaneden tahliye edilmesi için AİHM kararı vardır. Ülkenin Anayasasının AİHM kararlarının bağlayıcılığı hükmü bulunmasına rağmen sonradan açılan yeni davalar gerekçesiyle AİHM kararı uygulanmamakta, politikacı hapiste tutulmaktadır. Bu da -Anayasa Mahkemesindeki kapatma davası sürerken kendini dağıtma kararı alan- HDP’nin önceki eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın hal tercümesidir.
Ancak ülkede Anayasasındaki hükme rağmen sadece AİHM kararları değildir uygulanmayan. Ülkede sivil toplum çalışmalarıyla önce çıkan bir vatandaş, ülkenin gördüğü en büyük tepki patlamalarının birini düzenleyerek hükümet darbesi planlamak ve casusluk suçlamalarıyla ömür boyu hapse çarptırılmıştır. Ülkenin yüksek mahkemesi suçlamaları temelsiz bularak tahliyesine karar vermiş, ancak vatandaş henüz tahliye edilmeden açılan yeni bir dava nedeniyle hapiste tutulmaktadır. Yüksek mahkemenin Anayasa Mahkemesi, vatandaşın da Osman Kavala olduğunu siz çıkarmışsınızdır zaten.
Basın özgürlüğünü, yazıp söyledikleri nedeniyle hapse atılmanın son örnekleri olan Merdan Yanardağ ile Barış Pehlivan’a soralım isterseniz.
Tanrıkulu hapse biz de AB’ye?
Bu siyasi ortamda Tanrıkulu da milletvekilliğinden düşürülüp hapse atılabilir mi? Hayır mı? Bir daha düşünün.
AİHM kararları bir yana Anayasa Mahkemesi kararlarını da uygulamayalım.
Şimşek’in bir gayret OVP’yi anlatım yatırım çekmeye çalışacağı Almanya’ya iltica talepleri patlasın, savaş halindeki Suriye’den sonra ikinci sıraya yerleşsin.
Sonra bütün ilişkileri vize sorununa indirgeyip yakınalım, “Neden aranıza almıyorsunuz?” diye; AB’nin Türkiye’ye yaptığı haksızlıkları, ayrımcılığı, verdiği sözleri tutmamasını unutmadan söylüyorum.
AK Parti çevrelerinde mealen şöyle bir anlayış hâkim: “Türkiye coğrafi konumuyla, ekonomik kaynaklarıyla Batı için vaz geçilmezdir. Dışlandığı stratejik oyunları bozabildiğini kanıtlamıştır. Rusya’nın Ukrayna’ya savaşındaki eşsiz rolüyle yapıcı da olabileceğini göstermiştir. Oysa ABD de AB de güç kaybı içindedir, oyunu kaybetmelerine çeyrek vardır. Müslüman Türkiye her ikisine de güç katar. Türkiye olmadan yapamazlar. O halde ABD Türkiye’nin istediklerini vermeli, AB de insan hakları, demokratikleşme gibi üyelik ölçütlerini Türkiye’nin stratejik önemi gerekçesiyle esnetmelidir.”
Yaman çelişki
Erdoğan 11-12 Temmuz’daki NATO Zirvesine, İsveç’in üyeliği için terörle mücadele koşuluna ek olarak AB ile üyelik müzakerelerinin başlamasını götürmesinden bu yana “AB artık umurumuzda değil” söyleminin inandırıcılığı kalmamıştır. Erdoğan’ın AB Konseyi Başkanı Charles Michel ile de görüştüğü G20 dönüşünde uçakta “AB bizi oyalıyor” diye yakınması da bunu gösteriyor.
Erdoğan G20’ye gitmeden önce AB Komşuluk ve Genişleme Sorumlusu Oliver Varhelyi Ankara’daydı; Dışişleri Bakanı Fidan ile de görüştü. Bir tek konuşulmayanın üyelik müzakerelerinin yeniden başlatılması olduğu anlaşılıyor.
Erdoğan’ın ikilemi, kurallarına uyma sözü vermeyeceği, uygun bulmadığı bir derneğe girmesinin doğal hakkı olduğunu düşünmesi.
Aslında hiç uymuyor fıtratına ama bir yandan para bulma zorunluluğu diğer yandan saflardan gelen vize baskısı bunları yaptırıyor işte.
Şimşek’in çabası ve Tanarıkulu vakası arasında bağ yok mu sizce de?