“Keskin bıçak olmak için çok çekiç darbesi yemek gerekiyorsa feda olsun, değil çekiç balyoza bile razıyız.” MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 3 Ekim’de Meclis grubu konuşmasında kullandı. Konuşmasında bu cümlenin önündeki ve devamındaki cümlelerle doğrudan bağını kurmak da zor; kullanılmasa da olurmuş denebilir. Ama son günlerde Ankara’da kapalı kapılar ardındaki gelişmeler göz önüne alındığında adeta konuşmasındaki diğer cümlelerin sırf bu mesajı vermek için kurulduğunu söylemek de mümkün.
Kimin, neden, neyi kesmek için keskin bıçak olması gerekiyor? Keskin bıçak olmak için kimden çekiç darbesi yemeyi göze alıyor? Kendisini neye feda ediyor? Tümü aynı cümleden çıkan bu soruların sadece sonuncusuna, “Türkiye’nin varlığı ve birliği gibi” genel bir söylemle karşılık verilebilir belki, konuşmanın tamamına baktığımızda. İlk ikisine verilecek yanıtların kapalı kapılar ardındaki gelişmelerin yansıması olduğunu varsayabiliriz.
3 Ekim sabahı 18 ilde başlatılan PKK operasyonlarından geriye doğru gidersek tamamen iktidar cephesi içinde cereyan eden hareketlenmeye bir anlam vermeye çalışabiliriz.
Hem iç hem dış gerilimler
Kapalı kapılar ardındaki hareketlenme derken sadece Meclis’in 1 Ekim’de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın konuşmasıyla başlayacak yeni yasama yılı açılış törenine saatler kala, Meclis’e birkaç yüz metre mesafede İçişleri Bakanlığına yapılan terör saldırısı üzerindeki sır perdesinden söz etmiyorum. Bu saldırının sadece İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın terörle mücadelenin yanı sıra mafya ve çetelerle, uyuşturucu kaçakçılarıyla mücadeleyi tırmandırdığı bir sırada yapılması da tek başına bir etken değildir. Ne de önceki İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun adının Ayhan Bora Kaplan çetesinin yakalanmasıyla birlikte anılmasına (AK Parti’den çıt çıkmazken) Bahçeli’nin itiraz etmesiyle ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmesi. Aynı süreçte İsveç’in NATO üyeliğine alınması için Türkiye’nin üzerinde artan ABD ve AB baskısını da hesaba katmak zorundayız.
Bu üç denklemin ortak paydası PKK’dır. Hızlandırıcı etkeninin ise Yerlikaya döneminde artan uyuşturucu ve silah kaçakçılığı ile çetelere karşı operasyonlar olduğu görülüyor.
Kapalı kapılar ardında
Erdoğan’ın Temmuz’daki NATO Zirvesinde İsveç’in üyeliğini Meclis açılınca gündeme getireceğini söylemesi İsveç’i aradan geçen aylarda PKK konusunda bir şey yapacaksa da yapmamasına neden oldu adeta. Bunun üzerine ABD kapalı kapılar ardında “Önce İsveç’i onayla, sonra F-16 satışını düşünürüz” demeye başladı. Erdoğan’ın İsveç’e karşı AB üyelik müzakerelerinin canlandırması koşulu ise AB ile gerilimi daha da attırmaktan başka sonuç getirmedi.
Ankara’ya dönersek, meseleyi Yerlikaya’nın Erdoğan tarafından Soylu’nun yerine atanmasından itibaren almamız gerekiyor. Erdoğan ve AK Parti yönetimi Yerlikaya’nın hem söyledikleri hem yaptıklarıyla adeta Soylu’nun anti-tezi olarak algılanmasına izin verdi. O kadar ki 3 Ekim’deki CHP Meclis Grubu toplantısında Kemal Kılıçdaroğlu, Yerlikaya’yı tebrik etti; görülmüş şey değildi.
Ancak CHP’liler halen TBMM İçişleri Komisyonu Başkanı olan Soylu’nun, Komisyon üyelerini toplayıp eski bürokratına “Geçmiş olsun ve teşekkür” ziyaretine gitmesine katılmadılar. Yeşil Sol Partili üyeler de güvenlik operasyonlarına tepkili olduklarından katılmamıştı ama, CHP’lilerin gerekçesi “Soylu’ya meze olmamak” idi.
İktidar saflarında Soylu diplomasisi
Aslında kapılar ardındaki gerilimin bir ucunda PKK varsa, diğer ucunda Soylu’nun bulunduğunu söylemek de mümkün görünüyor.
Soylu’nun ismi o güne dek dokunulamaz var sayılan Ankara’daki Kaplan çetesine uzanınca açıkça söylenir oldu; iş 15 Temmuz darbe girişimi gecesine dek uzanıyordu. Ama adeta Soylu’nun 15 Temmuz’dan beri devam eden İçişleri Bakanlığı başka bir partiye aitmiş gibi, Numan Kurtulmuş’un TBMM Başkanı olmasıyla Başkan Vekilliğini, Soylu’nun selefi Efkan Ala’nın üstlendiği AK Parti’den çıt çıkmıyordu. Soylu’yu savunma bir kez daha “ahde vefa ve siyasi ahlak” gerekçelerini özellikle vurgulayarak MHP lideri Bahçeli’ye düştü.
Bahçeli’nin 25 Eylül’deki Soylu çıkışı ardından 26 Eylül’de Soylu’nun randevu isteyerek Erdoğan’la –iddiaya göre iki saat– görüştüğünü Aytunç Erkin’in Sözcü’deki yazısından öğrendik. 27 Eylül’de ise Bahçeli, Beştepe’ye çıktı Erdoğan’la görüşmeye.
Yerlikaya’ya destek gösterisi
1 Ekim saldırısından sonra Soylu namına durumdan vazife çıkartıp Yerlikaya’ya hücum eden an iki sosyal medya hesabı devletten gelen tepkiler kendilerini kapattı. Yerlikaya’nın medyaya “lütfen kullanmayın” dediği güvenlik kamerası görüntülerinin İçişleri Bakanlığı bünyesi dışında bir yerden servis edilemeyeceğinin de herkes farkındaydı.
MİT Başkanı İbrahim Kalın Yerlikaya’yı ilk ziyaret eden üst düzey devlet görevlisi oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir gazetecinin sorusu üzerine Yerlikaya’nın işini yaptığını söyledi. Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, Genelkurmay Başkanı Metin Gürak ve kuvvet komutanları, TBMM Başkanı Kurtulmuş, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz ve Cumhurbaşkanlığı ekibi İçişleri Bakanlığına gidip Yerlikaya’nın yanında olduklarını gösterdiler.
3 Ekim operasyonlarının başladığı gün Bahçeli “keskin bıçak” ve “feda olsun” cümlesini kurduğu konuşmasını yaptı. Ardından Soylu’nun sırayla bütün devletin hatta CHP’nin desteklediği, kendi döneminin İstanbul Valisi Yerlikaya’ya teşekkür ziyaretinde bulundu.
Kimler gidecek, kimler kalacak?
Ankara’da kapalı kapılar ardında yaşanan hareketlilik görülebileceği gibi sadece iktidar cephesinde. İktidar cephesindeyse önemli bir eşik bu hafta sonu aşılacak. Erdoğan’ın AK Parti yönetimini 7 Ekim’deki Olağanüstü Kongre ile şekillendireceği, 31 Mart 2024 yerel seçim stratejisini de bu yeni yönetimle belirleyeceği belli. Bakalım kimler gidecek, kimler kalacak? Bakalım AK Parti yönetimindeki değişiklikler, AK Parti’nin Meclis yapılanmasından yerel seçim adaylarına dek kimlerin yerlerini değiştirecek.