Kasım ayında bir günlüğüne gittiğim Malatya gezisinde oldukça üzücü bir görüntü ile karşılaştım. 6 Şubat depreminin üstünden neredeyse 10 ay geçtikten sonra hâlâ bazı binaların yıkıntıları duruyor ve birçok depremzede minicik konteynerlerin içinde yaşamlarını sürdürmek zorunda. Gittiğimiz toplantı öncesi yaptığımız 2 saatlik şehir gezisi gerçekten iç burkucuydu. Daha birinci basamağın “a” bendinin ancak aşıldığını görmüştük.
Yıkılmayı bekleyen binalar
Fakat beni asıl etkileyen farklı bir görüntü oldu. Malatya’da oldukça geniş bir araziden geçerken, yanlış hatırlamıyorsam, en azından iskele halinde 15-20 katlı 20 apartmanlık bir bloktan geçtik. Binaların hepsi yerli yerinde duruyordu; ancak bizi gezdiren ev sahibimiz, çok kısa zamanda bütün bu apartmanların yıkılacağını, yerle bir edileceğini belirtti.
En azından 400 ailenin oluşturacağı ve umut bağladığı bir site tamamen yok edilecekti. Blokların daha önceden satın alınıp alınmadığı konusunda pek bir fikrim yok. Ama bırakın can kaybı konusunun acıklı tarafını, demek ki hâlâ milli servet ziyanı depremin üstünden bir sene geçtiği halde devam edecekti.
Dünyamız yıkılacak bir apartman bloğu
Birdenbire dünyamızın bir sürü apartman blokundan oluştuğunu düşündüm. Binalar devamlı yükseliyor, içinde bir takım asansörler inip çıkıyor; fakat bir tek yükselen binanın en üst katında oturan canlı insanlar var. Geriye kalan katlarda tarihe gömülmüş bedenler, yöneticiler ve dünyalar var. Söyleyecek farklı sözleri de yok.
Üst katta oturan canlılar ise devamlı birbirleriyle boğaz boğaza kavga halinde. Bu arada o kadar kendi dertleri içine çökmüşler ki, binanın bakımını, altyapısının tamirini, güçlendirmeyi tamamen bir tarafa da bırakmışlar. Alt katlardan birinde kendi ataları oturduğu için bütün binanın kendilerine ait olduğunu iddia ediyorlar. Kimi binada 7. katın tanrılar tarafından kendilerine verildiğini iddia ediyor. Kimisi bir önceki katta zaten kendi büyüklerinin oturduğunu söylüyor. Kimisi ise 3. kattan 14. kata kadar büyük babaları tarafından yönetildiğini, doğal olarak bütün binanın, hatta yandaki binanın da bir kısmının kendisine ait olduğunu söylüyor. Bir de en son yapılan apartmanlardan birinin üst katında oturanlar, diğer binaların yönetimlerine de karışıyor.
Tehlike yaklaşıyor, bir şeyler yapılmalı, ama…
Apartmanların kendileri ise artık bakım halinden neredeyse çıkmış durumda. Aslında ellerinde binaları güçlendirecek ve yaşatacak teknoloji de mevcut. Ancak o kadar kendi dertlerine düşmüşler ki, tamir ve düzeltmeler devamlı ikinci plana veya daha ileriki zamanlara atılıyor.
Asıl büyük tehlike binalarda değil. Dışarıda hava gittikçe bunaltıcı bir hale geliyor. Son 120 bin yılın en sıcak yazı yaşanıyor. Binalara gittikçe yaklaşan orman yangınları ve yükselen bir su seviyesi var. Etraf da gittikçe çölleşiyor. Gelecek tehlikeler binaların kendi içinden daha fazla dışarıda.
Yıkılan yeni binalar daha da yükselecek
Senede bir defa binaların üst katında oturan liderler bir araya gelip mutlaka bir şeyler yapılması gerektiğini ifade ediyor ve inanarak ve gönül rahatlığı ile akşam kendi rahat yataklarına geri dönüyorlar. Bir şeyler yapılması gerekiyor. Tamam. Ama bir şartla! Altyapıyı düzeltmeden önce apartmanların birkaç kat daha yükselmesi gerekecek. Çürük mürük… O kadar önemli değil. Ancak bu şekilde binalar varlıklarını devam ettirebilecekler. Hem onu da tekrar karar verme zamanı geldiğinde yeni karar verecekler düşünsün.
Binaların sağlamlaştırılması ve mevcut tehlikelerin bertaraf edilmesi için eldeki teknolojinin kullanılabileceğini, belki bazı konularda biraz daha fazla araştırma yapılması gerektiğini söyleyen bir takım kişiler var ama onlar da ancak senenin “eh artık bir şeyler yapılması lazım” gününde seslerini duyurmayı başarabiliyorlar.
Umarım Malatya’daki yıkılacak binalar metaforu dünyamız için geçerli değildir.
* Bu yazı 15 Aralık tarihinde baslangicnoktasi.org sitesinde yayımlanmıştır