ABD Başkanı Joe Biden, 27 Şubat’ta NBC televizyonunda “Ben bir Siyonistim” dedi; “İsrail olmasaydı dünyada tek bir Yahudi bile güvende olmazdı.” Sunucu Seth Meyers sormadı, İsrail’in ve Yahudilerin güvende olması için Filistinlilerin öldürülmesi ve evsiz, yurtsuz bırakılması mı gerektiğini.
Daha bir gün önce Amerikalı asker Aaron Bushnell’in, onun Gazze’deki katliama desteğini protesto için kendisini İsrail’in Vaşington Büyükelçiliği önünde yakmasının da bir sohbet değeri yoktu Meyers için. “İyi ki varlar” diye düşündüm; Meyers de Biden da. İyi ki varlar ve gerçeklerden kopup kimsenin ABD eliyle barış hayallerine kapılmasına müsade etmiyorlar.
Sadece Biden mı?
Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Ursula Von Der Leyen de iyi ki var. Leyen’in Holokost’un günahını çıkartmak istercesine İsrail’e açık çek veren vicdansızlığı olmasaydı AB’nin Güvenlik ve Dış Politika Sorumlusu Josep Borrell Fontelles onu bu tutumundan dolayı kuvvetle kınayıp AB çatısındaki İsrail çatlağını ortaya çıkarmazdı. Leyen’in Nazi iktidarı döneminde yaşasaydı Yahudi soykırımının da destekçisi olacağından kuşku duymuyorum bu sayede.
Sanırım meramımı anlatabiliyorum.
İyi ki Vladimir Putin var. Muhalifi Aleksey Navalni’nin uydurma suçlarla tıkıldığı hapishanede şaibeli ölümü, cenazesinin ailesine günler sonra verilmesi ve şimdi avukatının da tutuklanması bizim coğrafyamıza yabancı değil. Ama 2008 Gürcistan, 2014 Kırım ve 2022’de Ukrayna’ya topyekûn “özel harekâtı” bize Rus milliyetçiliğinin yayılmacı özelliklerini de hatırlatıyor. Bir de İsmet İnönü’nün “Büyük devletlerle ilişkiler ayıyla yatağa girmeye benzer” sözüyle birlikte dikkatli olma gereğini.
İyi ki varlar da hatırlatıyorlar
İyi ki Kadir Mısıroğlu vardı. O olmasa kim bu açıklıkta Türk Kurtuluş Savaşı için “Keşke Yunan kazansaydı. Ne Hilafet yıkılırdı ne Şeriat” derdi. Mısıroğlu bize Kurtuluş Savaşının sadece işgalci güçlere değil, onların gönüllü işbirlikçilerine karşı kazanılmış bir iç savaş niteliğini de hatırlattı.
Şevki Yılmaz da iyi ki var da Abdülhamid’in dördüncü kuşak torunu Berna Sultan Osmanoğlu’nun fesli-feraceli bir müsamereye benzeyen düğününde eline verilen mikrofonla Cumhuriyetin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e utanmazca saldırdı, bedduasına düğün davetlilerinden “Âmin” aldı. Bu tür arsız vicdansızlıklar sadece 100 yıldır sönmeyen kinlerini hatırlatmakla kalmıyor, aynı zamanda böyle zamanlarda kimlerin Cumhuriyet ilkeleri ve Atatürk’e sahip çıktığını da gösteriyor.
Konakçı arada kaynamasın
Ve iyi ki Halil Konakçı da var. Bu vesileyle Şevki Yılmaz ile el ele fotoğraflarını gördüğümüz Diyanet İşleri Başkanlığı personeli, imam Konakçı’ya adeta her şey serbest. Cumhuriyet düşmanlığı da Atatürk düşmanlığı da kadın düşmanlığı da. Milletvekillerinde olmayan dokunulmazlığa sahip.
Son olarak şu sözleriyle öne çıktı:
“İslam dini hoşgörü dini… Bizi böyle sakıza çevirmek istediler, kafamızı yıkadılar, beynimizi yıkadılar! İmanımızdaki cihat ruhunu aldılar böyle diye diye. Hoşgörü yok! Kafire hoşgörü falan yok. Ne zaman hoşgörü var, Müslüman olursa hoşgörü var. Ne zaman hoşgörü var? Kılıcımın altında haracını öderse var hoşgörü.”
Konakçı’yı, “Ben de Siyonistim” diyen Biden ile, Filistin düşmanı Leyen ile, Atatürk düşmanı Şevki Yılmaz ile, Putin ile, Mısıroğlu ile, yandaş gazeteci Meyers ile aynı yazıya konuk eden de bu sözleri oldu zaten.
İyi ki varlar da unutturmuyorlar.