Türkiye-İran ilişkilerinden bahsederken, genellikle 1639 Kasrı Şirin Antlaşması’ndan bu yana sınırlarımızın değişmediğini vurgulayarak başlarız söze. Bu, iki ülke arasındaki tarihi derinliğin, siyasi istikrarın ve yüzyıllar boyunca onca iniş çıkışlı ilişki dönemeçlerine rağmen statükoya saygının sembolüdür.
Zaman zaman aynı coğrafyada bölgesel rekabete dönüşebilen bu köklü ilişkilerin altında Sünni-Şii ayrımının çok ötesinde birbirinden farklı ve dinamik unsurlar yatıyor.
Özellikle Azerbaycan-Türkiye-İsrail ekseninde yaşanan son gelişmeler, İran’da Mesud Pezeşkiyan’ı ikinci turda iktidara taşıyan seçimler, yaklaşan ABD başkanlık seçimleri, Suudilerle yakınlaşma, Pekin-Moskova eksenindeki mutabakat ve İsrail ile gerginlikler, bölgesel vekalet savaşları İran’ın iç ve dış stratejilerini yeniden gözden geçirmesine neden oluyor.
Dünya enerji ve Jeopolitiğinde İran
İran’ın bölgedeki jeopolitik önemi, Batı’nın baş düşmanları olarak sivrilen hem Çin hem de Rusya için köprübaşı vazifesi görmesiyle de perçinlenmiş durumda. İran, dünya enerji piyasalarında sahip olduğu stratejik konum, devasa enerji rezervleri ve jeopolitik önemiyle kritik bir rol oynuyor.
Ülke, dünyanın en büyük dördüncü ham petrol üreticisi (3 milyon varil günlük üretim ve 160 milyar varil ham petrol rezervi) ve ikinci en büyük doğal gaz (33 trilyon metreküp) rezervlerine sahip. Bu nedenle, küresel enerji arz güvenliği ve fiyat istikrarı açısından İran’ın rolü vazgeçilmez.
İran’ın jeopolitik konumu da onu dünya enerji piyasalarının kalbinde yer alan bir ülke haline getiriyor. Hürmüz Boğazı, küresel petrol ticaretinin en önemli noktalarından birisi; dünya deniz yoluyla taşınan petrolünün yaklaşık yüzde 20’sı bu dar boğazdan geçiyor. İran’ın bu boğaz üzerindeki stratejik kontrolü, dünya enerji piyasalarında ciddi bir etkisi olduğu anlamına geliyor. Bu boğazın kapatılması ya da mayınlanması durumunda küresel petrol arzında büyük bir şok yaratabilir.
Batı karşıtı bloklaşma
İran’ın Rusya ve Çin gibi büyük enerji tüketicileriyle geliştirdiği stratejik ortaklıklar, dünya enerji dengesinde Batı karşıtı bir blokun oluşmasına katkıda bulunuyor. Bu ülkelerle olan enerji işbirliği, İran’ın uluslararası yaptırımlar karşısında ayakta kalmasını sağlıyor, enerji piyasalarında alternatif ittifakların oluşmasına zemin hazırlıyor.
İran, uluslararası yaptırımların hafifletilmesi durumunda enerji altyapısını süratle modernize edebilirse, petrol ve doğal gaz üretim kapasitesini artırarak dünya enerji piyasalarında bugünkünden çok daha güçlü bir pozisyon elde edebilir.
İran’da yaşayan (farklı tahminlere göre, 20-30 milyonluk) Azeri nüfus, bu ilişkilerin İran’ı kaygılandıran stratejik boyutunu daha da önemli hale getiriyor.
İran ve Azerbaycan
Birkaç yıl önce uluslararası bir konferansta tanıştığım, aynı panelde yer aldığımız İranlı Azeri konuşmacıya merak ettiğim bir soruyu yöneltmiştim: “İran Azerbaycan’ı kuzeyindeki bağımsız Azerbaycan ile bir gün birleşir mi sizce?”. Yanıtı ilginçti: “İran, bizim de ülkemiz, devlet liderleri arasında çok sayıda Azeri var. Şayet kuzeydeki Azerbaycan Cumhuriyeti’nde yaşayan 10 milyon kardeşimiz birleşmek istiyorsa; buyursun gelsinler, İran’a katılsınlar.”
Geçtiğimiz günlerde, Pezeşkiyan onuruna düzenlenen bir davete katıldım. Bu etkinlik, onun reform ajandasının ana hatlarını ve bu süreçte karşılaşacağı engelleri daha iyi anlamamı sağladı. Davetteki konuşmalar, Pezeşkiyan’ın halktan aldığı desteğin güçlü olduğuna ve reformcu bir hareket başlatacağına işaret ediyordu. 2020 Karabağ Savaşı sonrasında yükselen Fars milliyetçiliği ve İran’ın Azerbaycan-Ermenistan çatışmasındaki Ermenistan yanlısı tutumu, Türk kökenli nüfus arasında ciddi bir küskünlük yaratıyor.
Pezeşkiyan’ın seçilmesi, İran’daki Türk kökenli nüfusun, özellikle de Azerbaycan Türklerinin, İran’ın siyasal sisteminde daha fazla söz sahibi olacağına dair umutları artırdı.
Reformlara Gücü Yeter mi?
İran, Batı’nın ağır yaptırımları altında ekonomik ve sosyal huzursuzlukların zirve yaptığı bir dönemde, Pezeşkiyan ile yeni bir sayfa açma umudu taşıyor.
Geçen seçimde veto yemişti; şimdi Dini lider, “Rehber” Ali Hameney ve müesses nizam, derinleşen iç çatışmaları hafifletmek ve Azeri nüfusun olası bir karışıklıkta rejimin yanında yer almasını sağlamak amacıyla reformist bir adayı desteklemeye karar vermiş olabilir.
Reformculuk iddiası ve Batı ile ilişkileri yeniden canlandırma vaadiyle öne çıkan Pezeşkiyan’ın beklenmedik zaferi, İran’ın siyasi yapısında ciddi değişim beklentilerini beraberinde getiriyor. Bu durum, İran’ın dış politikasında da yeni bir dönemin habercisi olabilir. Ancak bu beklentilerin ne kadarını karşılayabileceği, İran’ın karmaşık siyasi yapısı ve güçlü muhafazakâr unsurlar karşısında büyük bir soru işareti.
Pezeşkiyan, geçmişte, sağlık ve eğitim alanında yaptığı reformlarla dikkat çekmiş olsa da şimdi karşısında çok daha büyük ve karmaşık bir görev duruyor: İran’ı uluslararası arenada yeniden kabul gören bir aktör haline getirmek ve iç politikada istikrarı sağlamak.
Öte yandan daha görevdeki ilk saatlerinde ülkesinde konuk bulunan Hamas lideri İsmail Haniye’nin öldürülmesini masasında buldu. Dışişleri Bakanlığına getirdiği Cevad Zarif’in ise kabineyi reformcu bulmayarak istifası önemliydi.
Devrim muhafızları ne yapacak?
İran derin devleti ve Devrim Muhafızları’nın bu duruma nasıl tepki vereceği henüz belirsiz. Eğer bu güç odaklarıyla akılcı bir denge kurabilir, gecikmiş reformlarını hayata geçirebilirse, İran’ın iç ve dış politikasında büyük değişiklikler gerçekleşebilir.
Ancak bu, onun ne kadar cesur olacağına, reformlarını ne kadar kararlılıkla uygulayabileceğine ve de bir suikasta kurban gidip gitmeyeceğine bağlı olacak.
Sonuç olarak, başarır ya da başaramaz ayrı konu, ama Pezeşkiyan’ın reformcu gündemi, İran’da uzun süredir biriken sosyal ve ekonomik sorunların çözümü için en azından bir umut ışığı yarattı. Bu ışığın ne kadar parlak olacağı, sönüp sönmeyeceği, reformlarını ne kadar ileriye taşıyabileceği ve bu süreçteki zorluklarla nasıl başa çıkacağına bağlı.
İran’ın geleceği, Pezeşkiyan’ın liderliğinde şekillenirken, bölgesel ve küresel dinamiklerin de bu sürece etkisi büyük olacaktır.
Umarım benzeri bir heyecan dalgası yaratan, ama sürekli engellenen haleflerinden birisi olan Hatemi’nin akıbetine uğramaz.
Azerbaycan ve İsrail işbirliği
Azerbaycan ve İsrail arasındaki giderek güçlenen stratejik işbirliği, bölgesel dinamikleri derinden etkileyen önemli bir faktör haline geldi. Bu ittifak, İran’ın güvenlik endişelerini artırdı, bölgedeki jeopolitik dengeleri zorluyor. Bakü’nün İsrail ile yakın ilişkisi, özellikle savunma ve istihbarat alanlarında, İran tarafından bir tehdit olarak algılanıyor.
İşbirliği, enerji ve ekonomik alanlarda da gelişiyor. Azerbaycan, İsrail’e Ceyhan limanı üzerinden petrol tedarik eden önemli bir ülke konumunda. İran, bu enerji işbirliğinin, kendi ekonomik çıkarlarına zarar verebileceğinden endişe duyuyor. Ayrıca, bu işbirliği İsrail’in İran’a yönelik ekonomik ve diplomatik baskılarını artırmasına da olanak sağlayabilir.
İsrail, Azerbaycan’a ileri teknoloji silah sistemleri ve askeri ekipman da sağlıyor ki Ankara’yı tamamlayıcı bu destek, özellikle 2020’deki Karabağ Savaşı sırasında elde edilen zaferde kritik bir rol oynadı. İran, tabiatıyla, Azerbaycan’ın askeri kapasitesinin artmasından, İsrail’in bu süreçteki güçlü etkisinden ciddi endişe duyuyor. Özellikle İran’ın kuzey sınırına yakın bölgelerde Azerbaycan’ın askeri gücünün artması, Tahran’ın bu bölgedeki güvenlik stratejilerini gözden geçirmesine neden oldu.
İran-Ermenistan ekseni
İsrail-Azerbaycan ittifakı, yalnızca askeri alanda değil, aynı zamanda istihbarat paylaşımı konusunda da derinleşiyor, MOSSAD güç kazanıyor hem Azerbaycan içinde hem de İran ile sınır bölgelerinde. İran, sınır bölgelerinde askeri tatbikatlar düzenleyerek, bu ittifaka karşı gücünü göstermeye çalışmaktadır.
İran, bu ittifaka karşı tepkisini genellikle diplomatik kanallar ve bölgedeki müttefikleri aracılığıyla göstermektedir. Örneğin, Ermenistan ile ilişkilerini güçlendirmeye çalışmakta, Azerbaycan üzerindeki baskısını artırmak için çeşitli ekonomik ve diplomatik hamleler yapmaktadır.
ABD-İran ilişkisi mümkün mü?
İran ile ilgili öngörüler ne yazık ki pek tutmuyor. 1979 İslam Devrimi’nden bu yana rejimini tepetaklak olacağına dair onlarca senaryo dinledim, okudum. Ciddi bunalımlara rağmen Tahran hala ayakta, değişen koşullara uyum sağlamayı öğreniyor, küresel güçler dengesi hesaplarını, satranç tahtası mücadelesini de iyi biliyor.
Çin ve Rusya, neredeyse koşulsuz Tahran’ın yanında, satranç tahtasındaki stratejik konumu dolayısıyla. Pakistan ve Hindistan ile kavgalı, arada karşılıklı birbirlerine füze fırlatıyorlar. Riyad ile ilişkileri normalleştirdi Çin sayesinde, Suriye’de Esad’ın arkasında duruyor dimdik. Lübnan’da Hizbullah, Gazze’de Hamas, Kızıldeniz’de Hutsiler aracılığıyla vuruyor. Bahreyn ve Suudi Arabistan’ın petrol bölgelerindeki Şiiler ile dirsek temasını koruyor.
Bir Amerikalı yetkilinin, bana söylediğinde çok şaşırdığım önümüzdeki yıl Tahran ile Washington arasında diplomatik ilişkilerin yeniden başlatılması yönündeki tahmini, bu yeni dönemde beklenmedik olasılıkları gözler önüne seriyor. Eğer Kamala Harris’in ABD Başkanı olması gerçekleşirse, Pezeşkiyan için bir fırsat penceresi açılabilir, tabii ki İsrail ve ABD’deki Yahudi cemaati engelini aşması kaydıyla. Ancak Trump’ın başkanlığa geri dönüşü, Pezeşkiyan’ın karşısına çıkacak zorluklardan sadece biri olacaktır.
Kara senaryo: İran parçalanır mı?
Bir yandan Batı ile barış çubuğu içileceği konuşulurken diğer yandan İran’ı düşman belleyenler ülkenin Beluci, Azeri, Arap, Peştun ve Fars bölgelerine ayrışacağına, hatta Lur ve Bakhtiarilerin de özerk bölgelerini isteyeceklerine dair iddialı tahminlerde bulunuyorlar.
Tıpkı Türkiye, Irak, Suriye ve İran arasındaki coğrafyada on yıllardır dindirilemeyen “Büyük Kürdistan” kurma emelleri gibi önümüzdeki dönemde İran’ın parçalanması sonucunda “Büyük Azerbaycan’ın” ortaya çıkması ihtimali üzerinde duruyorlar. Bu parçalanma sürecinin altyapısını oluşturmak için uzun süredir çalışıldığı aşikâr ama İran devletinin gücü bir yana Rusya ve Çin’in, İran’ın karışmasından ve bölünmesinden yana olmadıkları, İran’daki mevcut yönetimin devam etmesini istedikleri de sır değil.
Türkiye için kötü olur
Bu senaryolar kuşkusuz bizim için de endişe verici. Ortadoğu, Körfez ve Kafkasya’daki potansiyel değişimler, Türkiye’nin dış politikasını ve savunma stratejisini yeniden gözden geçirmesini zorunlu kılıyor. Muhtelif senaryolar ışığında farklı sonuçlara uygun, farklı ve ayağı yere basan stratejiler, yanıtlar geliştirilmesi için dinamik beyin fırtınalarına büyük ihtiyaç var.
Dahası, muhtemelen tek başına hiçbirimiz bu çatışma ve bölünme senaryolarını boşa çıkartamayacağımızdan hareketle, (nasıl olacaksa) NATO’yu da dışlamadan, güncel jeopolitik ve güvenlik sorunlarına cevap arayan bölgesel bir girişim olarak yeni bir Sadabat Paktı (ilki hatırlarsanız Atatürk’ün stratejik dehası sonucu 1937’de Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında imzalanmıştı) düşünülebilir.