Şimdi, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın sıkıntıyı aşmak için hem de “radikal” bir kabine değişikliği yapacağı konuşulmaya başlandı yeniden. Sözü uzatmanın alemi yok: Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın yerini koruduğu, ya da etkin görevde kaldığı bir kabine değişikliği iç siyaset odaklarından dış yatırımcılara dek çoğu kişinin gözünde yok hükmünde olacaktır. Oysa Ankara’nın dinamikleri Erdoğan ve aile çevresinin, güçlü bir kurban vermeme ruh halinde olduğunu gösteriyor.
Ekonomi çok önemli. Üçüncü çeyrektir küçülüyor; her ne kadar TV’lere çıkmaya akredite yorumcular sırf küçülme demiş olmamak için “negatif büyüdü” gibi çarpıtmalar uydursalar da. Ücretler zamlara yetişemiyor, işsizlik artıyor.
Ekonomide sıkıntı devam ederken Erdoğan’ın AK Parti hükümetinin hareket alanı başka alanlarda da daralıyor.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun görevden alınan belediye HDP’li Diyarbakır, Van ve Mardin belediye başkanlarıyla Diyarbakır’da buluşmasından iki gün sonra, önceki HDP eş-genel-başkanı Selahattin Demirtaş yasadışı örgüt kurma suçlarından tahliye aldı. Ama propaganda suçundan mahkum olduğu için bir süre daha cezaevinde tutulacak. Bunda 18 Eylül’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Demirtaş davasını görüşecek olmasının payı olduğu yorumları yapıldı. Ancak İmamoğlu’nun CHP ile HDP arasında, Kemal Kılıçdaroğlu’nun geçen haftaki HDP heyetiyle görüşmesi ardından kurduğu köprünün AK Parti’de yol açtığı rahatsızlık da ortada. İmamoğlu’nun Diyarbakır’a Atatürk resmiyle gitmesi ve bunun da kabul görmesi, 30 Ağustos’ta Diyanet hutbelerinde kurtuluşun zaferini ve Atatürk’ün adını çok gören AK Parti’nin kolay kolay yapabileceği bir manevra değil. Erdoğan, MHP lideri Devlet Bahçeli ile yakınlaştıkça, özellikle Doğu ve Güneydoğuya yapılan atamalarda MHP etkisi daha çok konuşuldukça Kürt seçmen AK Partiden soğuyor olabilir.
AK Parti’nin önceki Başbakanlarından Ahmet Davutoğlu’nun 7 Haziran-1 Kasım (2015) terörle mücadele defterlerinden söz etmesi Kürt seçmenin AK Parti’den soğumasını hızlandırabilir. Öyle anlaşılıyor ki sadece bu nedenden değil sert eleştirel söylemi nedeniyle de Davutoğlu, Erdoğan cephesine sanılandan fazla endişeye neden oluyor. 1 Eylül’de Davutoğlu’nun memleketi Konya’da yapılan ve beklentilerin gerisinde kalan Konya mitinginden bir gün sonra AK Parti yönetiminin Davutoğlu ve üç arkadaşını kesin ihraç talebiyle disipline vermesi yaşanan sıkıntının boyutunu gösteriyor.
Ali Babacan ve ekibi ise sessiz ve derinden gidiyor.
Erdoğan, parti içi sıkıntılarla başa çıkabilmek için eski yol arkadaşlarını tasfiye ettikçe etrafında giderek daha yetersiz siyasilerden oluşan bir ekip kalıyor, Erdoğan savunma güdüsüyle MHP’ye daha çok yaklaşıyor, yaklaştıkça daha çok kişiyi yanından uzaklaştırıyor ve döngü böylelikle kısır hale geliyor.
Sadece bu durum bile HDP eş-Genel-Başkanı Sezai Temelli’nin “seçime hazırlanın” çağrısına kuşkuyla yaklaşmamıza neden oluyor. Temelli’nin Abdullah Öcalan ile silahsız mücadelenin sembolü Mahatma Gandi ile karşılaştırmasındaki yanlışlık bir yana, Erdoğan’ın şu anda gideceği bir seçimde, ekonomi bu durumdayken MHP desteğine rağmen yüzde 50 alması mucize sayılabilir.
Dış politikadaki açmazlardan, Suriye’de ABD ve Rusya arasında kalmış olmaktan, ülkenin sadece yeni bir göç dalgası değil, yeni göçün binlerce cihatçı militanla birlikte gelmesi tehlikesinden, Avrupa Birliğine yakınlaşacağız derken idam cezası konusu açmaktan filan hiç söz etmeyelim.
Ama bu koşullarda, sözümona “radikal” bir değişim beklemek, Albayrak olmaksızın bunu “radikal” bir değişiklik olarak sunmak, dikkatleri bacayı sarmaya başlayan ateşten dağıtmayı mı amaçlıyor? Eğer öyleyse, o da bir yere kadar tabii.