Doğa boşluk kaldırmaz. Amerika’nın hataları yüzünden bir alternatif arayanlar aradıklarını Rusya ve Çin’de bulmaya başlamış olabilirler. Onlar da avcılar gibi çok da iyi fırsat kolluyorlar. 2008 yılından beri Rusya Federasyonu’nun Güvenlik Konseyi Sekreteri olan Nikolai Patrushev, küresel karışıklık ve güvenlik sorunlarının çözümünün Rusya olduğuna sizi ikna edebilir.
Geçen hafta katıldığı Şanghay İşbirliği Örgütü Organizasyonu’nda, “Mevcut uluslararası durum belirsizlik, silah kontrolü konusunda bozulan anlaşmalar, yasa dışı, tek taraflı yaptırımların geniş çapta kullanılması ve dünya çapında anlaşmazlıkların artışı üzerine kurulu” dedi. Ertesi gün, Uluslararası Moskova konferansında güvenlik konuları konusunda konuşmaya devam ederek, “Rusya ilgilenen bütün taraflara küresel istikrar konusunda basit bir doktrin sunuyor” dedi. “Özü son derece berrak olan bu doktrin; suçlama yerine diyalog, çatışma yerine işbirliği, egoizm yerine iyi niyet ve çifte standart yerine dürüstlük koymayı teklif ediyor.”
İlginç bir şekilde, Çin’in Birleşmiş Milletler’deki daimi temsilcisi olan Büyükelçi Zhang Jun da Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiseri Flippo Grandi’yle mevcut küresel mülteci durumunu konuşurken kendi ülkesi için buna çok benzeyen bir açıklama yaptı. Zhang, “Dünya iki büyük kriz ile karşı karşıya; Covid-19 ve tek taraflılık sonucunda ortaya çıkan çok taraflılık. Bazı ülkeler tarafından çok taraflılık adı altında kullanılan güç politikası ve bloklaşmanın dünya üzerinde çok tehlikeli ve yıkıcı etkileri oluyor.” dedi. “Tüm ülkeler hakiki çok taraflılık konusunda el ele verip tek taraflı yaptırımlar ve insani konuların politize edilmesine karşı çıkmalıdır” diye sözlerine devam etti. Çin’in Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin ve diğer çok taraflı kurumların, mültecileri ve diğer kırılgan grupları korumak için yapacağı insani yardım operasyonlarını desteklemeye devam edeceğinin altını çizdi.
Kulağa çok hoş geliyor, değil mi? Oysa Rusya’nın eski Sovyet cumhuriyetlerinde uyguladığı yaptırımlar ve askeri güç kullanarak yaptıkları (Gürcistan, Ukrayna ve Kırım’ın ilhak edilmesi) Çin’in ise Uygur Türklerine uyguladığı soykırımsal davranışlar insanlığa karşı büyük saygısızlıklarla dolu ve “Bir Kuşak Bir Yol” projesi ile elde ettikleri güç, her ikisini de daha ahlaklı kılmıyor. Onlar demokrasi ve insan haklarını geliştirmek gibi bir niyeti olmayan güç odaklı birer siyaset makinesi.
Amerikan ve Avrupa politikaları dünyaya demokrasi ve insan hakları konusunda bir umut ışığı verdi. Evet, bu konularda bir parça saygınlık ve inandırıcılık kaybettiler ve netice olarak vatandaşları yasa yapıcılarına olan güvenlerini yitirdiler. Dünyanın her yerinde sessiz çoğunluk, suları bulandıran popülist propogandaya terk edildi. Haliyle de sürekli olarak ideal bir dünyada yaşamadığımızı hatırlamak zorunda kalıyoruz.
Washington, Londra, Paris ve Berlin gibi Batı başkentlerindeki büyük stratejik düşünce insanları, Moskova, Pekin, Tel Aviv ve Tahran’dakilerle aynı şeyleri konuşuyor. Sürekli olarak gerçekleri reddedip hiç durmadan “ötekini” suçlamak sadece tepkisel bir reaksiyona yol açıyor. Buna artık bir son vermek gerekiyor. Liderlerimiz birbirlerini hırpalayarak asla barış ve huzur ortamı sağlayamayacaklarını anlamalılar. Bu sadece terörizm, popülizm, nasyonalizm ve otoriteryanizm benzeri yıkıcı sonuçlar verecektir.
Sessizliğin değeri
Dünya asla tamamen barış içinde olmayacak ancak bu, medeni bir dünyada yaşamamıza yardımcı olan araçları topyekun yok etmeye baş koyalım anlamına gelmiyor. İsrail Başbakanı Netanyahu’nun 1999’da ki seçimi kaybetmesinden sonra, İsrail’in en başarılı yazarlarından biri olan Amos Oz, iktidarda kaldığı zamanını şu çarpıcı metaforla özetlemişdi: “Seçimlerin ertesi günü, penceremin altındaki hava kompresörü ses çıkarmayı bıraktı. Bir anda sessizlik oldu.” Tüm farklılıklarımıza ve çelişkilerimize rağmen sessizliğin bir arada yaşamamıza yardımcı olduğunu unuttuk. İnsanlar, kendilerinden şüphe eder bir hale büründürülerek ve yanlış bilgilerin yarattığı kafa karışıklığından büyük zarar görüyor.
George Orwell’in 1984 romanında tasvir edildiği gibi bu “çiftdüşünme” insanların temel değerlerini alt üst ediyor. Vaat ettikleri ayrı ve fakat yaptıkları bir tek kendi çıkarına hizmet eden popülist siyasiler tarafından aptal yerine konuluyorlar. Otto von Bismarck, muhafazakar ilkelere bağlı bir dış politika yapmanın sık bir ormanda dişlerinin arasında sıkıştırdığı 12 metrelik bir direkle yürümeye çabalaması diye özetlemişti. İlkelere ne kadar bağlı kalmaya çalışırsanız çalışın, işin içinde yol alırken netlik giderek zayıflıyor. Bu sebeple de şunu anlamak gerekiyor ki dünya ittifakların kimlerden oluştuğunu kurdu ve bu ittifaklar içinde iken her aktör daha iyisini yapabilmek için çaba sarf ediyor.
Nasıl bir dünyada yaşamak istiyoruz?
Batı ittifakı, birçok kusuruna rağmen, devletin kutsallığını korurken bireysel haysiyeti onurlandıran demokrasi yoluyla daha iyi bir gelecek yaratma ilkelerini savunuyor. Türkiye, Batılı ortaklarına yönelik tepki tepişmesi sarmalının ne Batı’da ne de Doğu’da kendisine fayda getirmeyeceğini çok iyi biliyor. Türkiye, hem yurtiçinde hem de Batılı müttefikleri ve ortaklarıyla bu tepki tepişmesi sarmalına yenik düşmesi anlamında benzersizdir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bile son zamanlarda Türkiye’nin NATO’dan ayrılmak gibi bir niyeti olmadığını vurguluyor – ancak “çift düşünme” alışkanlığından vazgeçemiyor ve siyasi arenayı ne pahasına olursa olsun kendi lehine manipüle etmeye çalışmaktan kendini alamıyor gibi görünüyor.
Erdoğan her şeyin kontrolünü elinde tutmayı seviyor, bu da şu soruyu gündeme getiriyor: Dünyadaki kim, neyi, gerçekten kontrol edebiliyor? ABD gerçekten olan her şeyi kontrol edebilir ve gelecek çeyrek yüzyıl hakkında stratejik düşünebiliyor mu? Yapabiliyorsa, neden Afganistan’dan yenilgiye uğramış olarak çekiliyor veyahut askerlerini Irak’tan çekmesi isteniyor? Toplu olarak jeopolitik bir karmaşa yarattık ve bunu temizlemenin bir yolunu bulmamız şart. Nasıl bir dünyada yaşamak istediğimize, doğruyu yanlıştan nasıl ayıracağımıza ve insan hayatına nasıl değer verdiğimize bizler karar vermeliyiz. Politikacılar bizi bu karanlık açmaza götürdüyse, o zaman kesinlikle halkın iradesi bizi aydınlığa çıkaracaktır. ABD Başkanı Joe Biden, Donald Trump’tan sonra yeni bir sayfa açılabileceği umudunu temsil ediyor ve İsrail’deki adeta büyülü sekiz partili koalisyon da öyle. Bu ülkelerde değişimi getiren siyasiler değil ve fakat insanların kararlılığı idi. Dünyanın farklı noktalarında da halkların böylesi yeni bir şansı kendilerine verme ve daha parlak bir gelecek inşa etme olasılığı mevcut.