Sanıyorum 24 saatlik bir tren yolculuğu sonunda ulaşmıştık Sarıkamış’a. Tarife göre, yemyeşil bir kente gidiyorduk ve ormanlar görünmeye başladığında Sarıkamış’a girmişiz demekti. Kars’a yaptığımız bir yolculukta da Sarıkamış sınırları terk edildiğinde ormanların sona erdiğini öğrenecektim. Sanki çölde bir vahaydı Sarıkamış Ormanları, doğanın bu bölgeye özel armağanı.
Gece karanlığında Sarıkamış’ın devasa ağaçları korkutucu gelmişti ama gün ışığıyla bir cennette olduğumuzu görmüştük. Kuşları, kelebekleri, sincapları, bazen istemesekte karşılaştığımız tilkileri ile orman ve kent hayatı iç içeydi.
Zaman zaman efsaneler anlatılırdı büyükler tarafından. Ayılar tarafından kaçırılan genç kızların hikayeleri. Korkalım da çok uzaklaşmayalım diye olabilirdi, kim bilir belki de doğruydu.
Sekiz ay karla kaplı ağaçların altında kayak yaptığımızda henüz tek bir otel yoktu Sarıkamış’ta, yani henüz bir turizm beldesi olarak keşfedilmemişti.
Ağaç kesildiğine hiç tanık olmamıştım ama kozalak toplamak en büyük eğlencelerimiz arasındaydı. Peç denilen Ruslardan kalma sobamızda kozalakların yanarken çıkardığı ses hala kulaklarımdadır.
Son üç yılda ne oldu?
Bu satırlarla sizleri çocukluğumdan süzülen anılarla Sarıkamış’a götürmek isteme nedenim “Sarıkamış Ormanları yok oluyor” çığlığını duyurabilmek için.
Çevre dernekleri ve Sarıkamış halkı son üç yıldır Sarıçam Ormanları’nda Orman Genel Müdürlüğü tarafından aşırı kesim yapıldığını iddia ediyor ve bu katliamın bir an önce durdurulmasını istiyor.
Kars ilindeki tek ormanlık alan, kereste üretimi ve yasadışı yakacak amaçlı kesim nedeniyle çok büyük bir tehdit altında.
Alan 2004 yılında Sarıkamış Allahuekber Dağları adıyla milli park ilan edilmiş ancak milli park sınırları Osmanlı-Rus Savaşı’nın geçtiği alanları kapsayarak çizilmiş ve doğa koruma amacından ziyade tarihsel anıt olarak tasarlanmış. Bu sebeple Sarıkamış-Handere-Erzurum hattının güneyinden Aras Vadisi’ne kadar olan ormanlık kısım, çok sayıda canlı türüne de ev sahipliği yapmasına rağmen milli park sınırlarına dahil edilmemiş. Sarıkamış Ormanları ayı, kurt, tavşan, domuz, porsuk, sansar, tilki, sincap ve vaşak gibi soyu tehlike altında memelilere, bozkır kartalı, kara akbaba, kara çaylak, kızıl çaylak ve toy kuşu gibi hassas türlere ve 352 tür farklı bitkiye ev sahipliği yapmaktayken hem de.
Kış turizminin artması, orman ekosistemi ve yaban hayatı üzerindeki baskının artmasına neden olmuş. Özellikle baharda karların erimesiyle artan toprak erozyonu da bölgeyi verimsizleştirmiş durumda.
Konuyla ilgili açıklamada bulunan Sarıkamış Değişim Derneği Başkanı Saim Ucun, Sarıkamış Orman İşletme Bölge Müdürlüğü’nün geçmiş yıllarda Sarıkamış Ormanları’nda yıllık 10-15 bin metreküp ağaç kesimi yaparken 2019 yılından itibaren kesim oranlarının korkunç boyutlara çıkarıldığını açıkladı.
Sarıkamış Ormanları’nda kesim yaşı gelmiş ağaç kalmadığını, orman işletmesinin artık genç ağaçları keserek ormanın geleceğini ciddi anlamda tehlikeye attığını belirten Ucun, son yıllarda doların artışı nedeniyle kereste ithalatının yapılamadığını ve ülkenin tüm kereste ihtiyacının ormanlarımızdan karşılanmaya başlandığını da egkledi.
Bir tarafta Marmara Denizi’nin isyanı, diğer tarafta yurdun dört bir yanında değişik nedenlerle katledilen ormanlarımız.
Bir tarafta iklim değişikliği ile mücadele etmek gerekliliği diğer tarafta biz biyoçeşitliliği koruyoruz, ağaç dikiyoruz iddiası.
1907 yılında bir aktivist…
Göz göre göre ticari kaygılarla ülkemizin doğal kaynakları yok ediliyor ve bizlerin tepkisi ne yazık ki çoğunlukla sonuç vermiyor. Bu anlamda çok etkilendiğim çevreci bir kadın aktivistin mücadelesini paylaşmak isterim.
İzlanda’nın güneyindeki en dikkat çekici yerlerden biri, Hvítá’daki Gullfoss Şelalesi’dir.
Gullfoss şelalesi üzerinde belki de tüm İzlanda’nın elektrik enerjisini üretebilecek bir hidroelektrik barajı inşa edilebilir ve bugün sahip olduğu eşşiz güzellik yok olabilirdi.
1907 yılına gidiyoruz. O zamanlar Sigríður Tómasdóttir adında bir kadın, ailesiyle birlikte yakındaki bir koyun çiftliğinde yaşıyordu. O sırada çiftlik, şelalenin olduğu arazinin yarısına sahipti. Sigríður ve kız kardeşleri zaman zaman ziyaretçilere şelaleyi gezerken rehberlik ederlerdi.
Babası Tomas, barajı inşa etmek için yatırımcılarla anlaşmıştı, sonradan pişman oldu belki ama 20 yıl sürecek bir mücadele içinde buldular kendilerini.
Sigríður şelaleyi korumak için tüm gücüyle savaştı. Hükümet yetkilileriyle görüşmek ve davası konusunda mücadele etmek için Reykjavik’e (120 km) yürüyerek çok sayıda yolculuk yaptı. Gullfoss’un korunması için verdiği savaşla tanındı. Baraj çalışmalarına başlarlarsa kendini şelaleye atmakla tehdit etti ve sonunda barajın yapılmasına engel olabildi.
Sigríður İzlanda’daki ilk kadın aktivistti. Haukadalur Ormanı’ndaki bir mezarlığa gömüldü. Hikayesi de bizlere miras kaldı bugün turizm harikası olarak ziyaret edilen Gullfoss Şelalesi ile birlikte.