Çanakkale Boğazına köprü projesini ilk kez 1992 yılında duymuştum. O sırada Turkish Daily News gazetesinin diplomasi ve savunma editörlüğünü yapıyordum. Ulaştırma Bakanı Onur Kumbaracıbaşı makam odasında harita üzerinde anlatmıştı. Haritada İstanbul Boğazına üçüncü köprü projesi de görünüyordu ama onun çevresel etki sorunları vardı. Keza İzmit Körfezine, demiryolu da taşıyan köprü geçişi projesini de Kumbaracıbaşı ayrıntılarıyla anlatmıştı, haber yapmıştık.
Kanal İstanbul’dan bahis yoktu, o Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın fikri.
Bugün Osman Gazi adıyla tanıdığımız köprü geçişinin demiryolu da taşımasını lobiler engelledi. Ancak Yavuz Selim adıyla tanıdığımız üçüncü köprü projesine henüz demiryolu döşenmese de demiryolu geçişi eklendi. Çanakkale Boğazı geçişi ise Çanakkale 1915 Köprüsü adıyla anılacak açıldığında.
Bunlar Türkiye’nin kalkınması için gerekli alt yapı projeleriydi. Projeler kaynak bulunamadığı için yapılamıyordu. Hazine garantileri sorun oluyordu. Erdoğan Hazineyi zarara sokan garantileri yeniden vermeye başladı. Belli şirketler daha da zenginleşirken Hazine zarar etmeye, zarar da yüksek geçiş ücretleriyle halka ödetilmeye başladı. Erdoğan’ın proje gerçekleştirme modeli buydu.
Önümüzdeki seçim proje seçimi mi olacak?
Erdoğan son günlerde birbiri ardı sıra dev projeleri gündeme taşıyor. Ilısu baraj ve hidroeletrik santrali örneğin. Önemli proje. Projelendirilmesi 1954 yılına, Süleyman Demirel’li, Turgut Özal’lı Elektrik İşleri Etüt İdaresi yıllarına dayanıyor. Tamamlanması Erdoğan’a nasip oldu. Çanakkale köprü projesi son tabliye töreniyle gündemdeydi. Aynı günlerde TUSAŞ Genel Müdürü Temel Kotil, Milli Muharip Uçak (MMU) projesini tekrar anlattı. F-35’lerin defterinin kapandığı, yeni F-16’ların ise muhtemelen 2023 seçimlerine yetişmeyeceği bir sırada millete moral verilmesi amaçlanıyordu.
Ancak bunlar Erdoğan’a geçmişte olduğu gibi oy olarak dönecek mi? Örneğin Erdoğan’ın en yüksek oy oranına ulaştığı 2011 seçimlerinde yüzde 7-8 gibi önemli bir oy desteğinin yeşil kart, duble yol ve havaalanı ağının yaygınlaşması gibi projeler sayesinde geldiği tahminleri yapılmıştı. Şimdi de öyle olacak mı?
Arada fark var. O zaman ekonomik göstergelerle birlikte halkın alım gücü de yükselişteydi. Şimdi değil. Erdoğan büyüme ve ihracat rakamlarını öne çıkarmayı seviyor ama bu rakamlar halkın refahı ve gelir adaleti cinsinden ifade edilemiyor.
Para bas, ücret artır, zamlarla geri al
Enflasyonla, hayat pahalılığıyla mücadelenin ucunu bıraktığı anlaşılan Erdoğan, oy kaybını durdurmanın yolunu halkın cebine daha çok para koymakta bulmuş görünüyor.
Asgari ücretin artırılması projesi bunun açık göstergesi. Tabii asgari ücret artırılınca, diğer ücretler de artacak. Kamu maaşları nasıl olsa yine bütün vatandaşların cebinden çıkıyor. Ama özel şirketler sorunu var. Kurumlar vergisi sorunu var. Ücretlere zam geldiği anda fiyatlara da gelecek, o para elden uçacak ama bunun vatandaş üzerinde olumlu psikolojik etki yapması umuluyor. Öte yandan 1992’de Demirel hükümetinin en kötü kararlarından biri olan erken emekliliğin yeniden tartışıldığı görülüyor. Bütün bunlar kısa sürede ekonomiye ve halka daha büyük yük getirecek sorunlar.
Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı ve AK Parti kurmayları belki de iyi bir zamanlamayla seçimi böyle kurtarabileceklerini düşünüyorlar. Bu çok riskli bir hamle ama başka çare de yok görünüyor. Tabii özellikle şehirli, eğitimli, iş ve meslek sahibi kadınları ve gençleri etkileyen ideolojik etkenler de var.
Siyasi ve ideolojik etkenler
Laiklik ve kadın hakları gibi değerlerin, bu döneme tepki olarak Atatürk’e saygı ile birlikte hatırlanması, yükselmesi boşuna değil. Bu konuda duyarlı olan ama daha önce AK Partiye oy vermiş seçmenin, bir de geçim sıkıntısı içindeyse köprü, baraj açılışı ve uçak projesi duyurusu nedeniyle yeniden Erdoğan’a dönme ihtimali nedir?
Şimdiden kestirmek güç, neticede seçimi kazandıran umut verebilme, inandırabilme yeteneğidir. Öte yandan, AK Parti’nin bir zamanlar mağdur ve duyarlı olduğu parti kapatma tahditlerini, şimdi ortağı MHP’nin de etkisiyle HDP’den CHP’ye ve muhtemelen İYİ Partiye karşı kullanma tutarsızlığı başladı.
Bu gelişmelerin Türkiye’nin hem ABD hem Rusya hem de Avrupa Birliği ile ciddi sorunlar yaşadığı bir dönemde meydana geldiğini de gözden kaçırmamak lazım. Bu gerilimlerin devamı sadece dış politika değil, dış yatırımları da olumsuz etkileyebilir.
Soruyu tekrar edelim: Erdoğan “para basıp köprü açmak” şeklinde simgeleştirdiğim siyasetle önümüzdeki seçimi kazanabilir mi? Normal şartlarda çok zor yanıtı vermek gerekir. Ama sanırım şapkadan son anda tavşan çıkartma yeteneği bir yana, Erdoğan da son anda iç ya da dış rüzgarların kendisinden yana döneceğinden umutlu.
Herkes açısından zor bir döneme girmiş bulunuyoruz.