Esad gitti ama bence Suriye için en çetin meydan okuma yeni başlıyor.
İsrail, ülkenin tüm askeri varlığını adeta yok etti, Golan ve çevresindeki su ve tarım arazilerini işgal etti. İç savaş nedeniyle altyapı ve üretim tesisleri felç oldu. Kendi içinde onlarca farklı fraksiyona bölünmüş Sünni çoğunluk iktidara yürüdü, Emevi Camiinde namaz kıldı, ama azınlıkta olan Aleviler, Dürziler, Levanter Hıristiyanlar geleceklerinden ciddi kaygı duyuyorlar.
Suriye’de yıllardır süren iç savaş sonunda Esad rejiminin çökmesi tabii ki herkesi sevindirdi ama bu otomatik olarak ülke için barış ve istikrarın geleceği anlamına gelmiyor. Aksine, çok uzun sürmeyecek bu sevinç ve heyecan dalgası yerini sükunete bıraktığında Esad sonrası Suriye, farklı grupların güç mücadelesi, altyapının yeniden inşası, siyasi uzlaşı çabaları ve uluslararası aktörlerin rekabetiyle yeni bir dizi meydan okumayla karşı karşıya.
Bir dönem kapanırken Suriye’nin geleceğini şekillendirmek için çok daha karmaşık ve kapsamlı bir çaba gerekiyor. Bu süreçte özellikle birleşik bir ulusal ordunun kurulması, siyasi geçiş sürecinin (cihatçı gelenekten gelenler arasında daha önce hiç yaşanmamış bir kültürü yerleştirerek) adil ve demokratik bir şekilde yürütülmesi, bu meyanda başat güç olarak Türkiye’nin üstlenmesi beklenen roller kritik önem taşıyor.
Birleşik bir ordu: Barışın ve istikrarın temeli
Suriye’nin geleceği için atılacak en önemli adımlardan biri, ülkenin parçalanmış yapısını toparlamak amacıyla birleşik bir ulusal ordu kurulması. Esad rejimi altında var olan askeri yapı, sadece Alevilerden oluşan bir elitin kontrolündeydi Onun için şimdi Suriye’deki silahlı grupların birleştirilmesi büyük zorluk teşkil etmekle birlikte, ülkenin yeniden inşa sürecinin temel taşlarından birisi.
Ancak bu, yalnızca askeri bir proje değil, aynı zamanda çeşitli silahlı grupların ve farklı etnik, dini toplulukların bir arada yaşayabileceği bir yapının inşası için derin bir siyasi ve toplumsal uzlaşı gerekiyor.
HTS, PYD ve Suriye Ulusal Ordusu gibi grupların tek bir çatı altında toplanması kritik olduğu kadar son derece zorlu bir hedef de. PYD, silah bırakması durumunda kontrol ettiği bölgelerdeki hakimiyetini kaybedeceğini biliyor; bunu Kobanı ile sınırlandırma çabası içinde. ABD destekli güneydeki diğer gruplar için de benzer bir risk söz konusu. Dahası, aralarında Özbek, Uygur, Afgan ve Çeçen binlerce yabancı savaşçı da var, onların yeni Suriye’de bir rolü olacak mı? Vatandaşlık verilmesi, ulusal orduya eklemlenmeleri Suriyelileri rahatsız eder mi?
ABD, HTS’yi terör örgütü listesinden çıkarmak ve Suriye Ulusal Ordusu komutanlarına yönelik yaptırımları kaldırmak gibi adımlar atabilir. Ancak bunun karşılığında PYD’ye yönelik Şam müdahalesinin sınırlandırılması dahil bazı ön şartlar koşabilir. Ülkenin yeniden imarında, demokratik bir yönetime doğru yönelmesinde ABD, AB dahil tüm Batı dünyasının menfaati var.
Katar dışında Arap Dünyasının yeni yönetime hala kuşkuyla baktığını da belirtmemiz gerekiyor. Kalıcı bir barış için Türkiye’nin sahadaki mevcut üstünlüğünü aşındırmadan mutlaka ama mutlaka Suudi Arabistan, Mısır ve BAE de Suriye denkleminde etkin rol üstlenmeli.
Türkiye, geçmişteki tecrübeleriyle birleşik bir Suriye ulusal ordusu kurulmasında kilit rol oynayabilir. Eğer böyle bir talep gelirse, Türk Silahlı Kuvvetleri liderliğinde, NATO’nun da eğitim desteğiyle, profesyonel bir ordu kurulması için çalışılabilir. Bu, Türkiye’nin mevcut sınırlarının ötesinde yeni bir yük altına daha girmesi anlamına gelecek ama mevcut konjonktürde bundan kaçınması da pek mümkün değil gibi gözüküyor.
Suriye’nin yeniden inşası
Ülkenin yeniden inşası, sadece askeri bir başarı değil, aynı zamanda ekonomik bir dönüşüm gerektiriyor. On yıllarca süren çatışmalar sonucu ciddi altyapı kayıpları yaşandı, ekonomik sistem çökmüş durumda.
Suriye’nin yeniden inşası, hem ekonomik hem de insani anlamda devasa bir maliyet gerektiriyor. Ülkedeki altyapı, sağlık, eğitim, enerji, sanayi ve konut gibi temel sektörlerin yeniden inşası, Suriye’nin savaş öncesi durumuna dönebilmesi için büyük bir yatırım gerektirecek. Bu süreç, sadece Suriye’nin iç kaynaklarıyla karşılanabilecek bir şey değil; uluslararası yardım ve dış finansmanla desteklenmesi gereken bir yeniden yapılanma süreci.
Suriye’nin 2023 yılı itibarıyla Gayri Safi Milli Hasılası (GSMH) yaklaşık 10 milyar dolara yakın bir seviyede. Bu, savaş öncesine kıyasla çok düşük bir rakam. 2010 yılında Suriye’nin GSMH’si yaklaşık 60 milyar dolar civarındaydı. Yani, Suriye’nin savaş nedeniyle ekonomik olarak büyük bir darbe aldığı ve şu anda mevcut kaynaklarının çok sınırlı olduğu ortada. Ülkede büyük altyapı tahribatları, petrol ve doğal gaz yataklarının kaybı, tarım alanlarının zayıflaması, sanayi tesislerinin yok olması ve geniş bir mülteci nüfusunun varlığı, ekonomiyi daha da zorlaştıran unsurlar arasında.
Suriye’nin yeniden inşası için uluslararası finansman kurumları ve uzmanlar, milyarlarca dolarlık bir yatırımın gerektiğini öngörüyor. Çeşitli raporlara ve tahminlere göre, Suriye’nin yeniden inşası için gereken toplam maliyet 250 milyar dolar ile 400 milyar dolar arasında değişiyor. Bu rakamlar, Suriye’deki altyapının yeniden inşası, yerinden edilmiş milyonlarca insanın geri dönüşü, eğitim ve sağlık sistemlerinin yeniden kurulması, sanayinin modernize edilmesi ve diğer tüm sektörlerin yeniden yapılanması gibi geniş bir yelpazeyi kapsıyor.
Suriye için siyasi geçiş süreci
Ancak, yeniden yapılanma sadece dış yardımlarla değil, aynı zamanda içsel reformlarla da desteklenmeli. Bu, yönetim biçiminden hukuki yapıya kadar geniş bir reform paketini gerektiriyor. Suriye halkının farklı kesimlerinin de sürece dahil olması, yerel yönetimlerin güçlü olması ve halkın taleplerine duyarlı bir yapı oluşturulması bu meyanda önemli.
Mart 2025’e kadar atanan geçici başbakanın, (herkesi kaygılandıracak ve uluslararası desteği söndürecek) şeriatı değil ağır adımlarla da olsa demokrasi yönelimli bir yönetimi kurması gerekiyor. Ülkenin çeşnisini yansıtacak hükümet ve liyakatlı ekipler, yeniden imar sürecinde şeffaf ve etkin bir yönetim sergilemek zorunda, şayet kaynakların dışarıdan akmasını ve güçlü destek görmek istiyorlarsa.
Bunun kolay olmayacağını iyi biliyoruz çünkü zamanında Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra Türki cumhuriyetlere böyle bir destek ve yönlendirme sağlamıştık. Aradan geçen 35 yıla rağmen hala bu ülkelerde gerçek anlamda demokrasinin kökleştiğini söylemek kolay değil.
En kısa sürede Suriye’nin ortak paydalarını yansıtacak, yönetilebilir bir demokrasiyi ve kurumlarını filizlendirecek yeni bir anayasanın hazırlanması, mümkün olursa 2025 yılı içinde uluslararası gözlemcilerin de katılacağı adil ve şeffaf seçimle yeni bir hükümetin iş başına gelmesi gerekiyor. Bu hedef, Suriye’nin kalıcı bir barışa ulaşması için kritik önem taşıyor.
Onca yıl baskıcı bir rejim altında inleyen, temiz su şebekesi tahrip olmuş, elektriği günde sadece birkaç saat alabilen, gıda sıkıntısı çeken ve en temel altyapı hizmetlerinden mahrum halka en hızlı şekilde güven vermek de öncelikli bir adım.
Türkiye’nin üstleneceği roller
Elbette Esad’ın süratle 12 gün içinde devrilmesinde Türkiye’nin önemli bir rolü olduğunu her insaf sahibi teslim ediyor, takdir ediyor. Bundan sonraki Suriye’nin yeniden inşasında da Türkiye’den beklentiler yüksek.
Suriye’ye yönelik politikalar, yalnızca sınır güvenliği ve mülteci krizini yönetmekle sınırlı değil. Aynı zamanda, Suriye’nin uzun vadeli barış ve istikrarına katkı sağlamak adına, yeniden yapılanma sürecinde aktif bir oyuncu olması da bekleniyor.
Bana kalırsa, hâlihazırda 4 milyondan fazla Suriyeli mülteciye ev sahipliği yaparken, bunların kahır çoğunluğunun da geriye dönme niyeti olmadığı ortada iken Suriye’nin içişlerinde kendi kapasitesinin ötesinde yeni roller üstlenmesi, mevcut yükünü daha da ağırlaştıracak taahhütlere girmesi menfaatine olmayabilir.
Zira, bu süreçte yanlış giden her şey, muhtemelen ilk olarak Ankara’ya yıkılacak, fatura edilecektir. Zorlu görevlerin büyük kısmı zaten halihazırda Türkiye’nin sırtında.
Arap dünyası ve Batı, bu zorlu süreçte başat sorumlulukları en azından ilk birkaç yıl Türkiye’ye havale etmeye çalışıyor. Özellikle Türkiye’nin sınırlarında artan mülteci baskısı, yeniden inşa süreçlerine katkı sağlamak için gereken kaynaklar ve bu kaynakların sürdürülebilirliği, ülke içindeki mevcut ekonomik sorunları daha da derinleştirebilir. Aynı zamanda, sosyal yapıda oluşan gerilimler ve kamuoyundaki rahatsızlıklar, iç siyasetteki karışıklıkları artırabilir.
Uzlaşı olmazsa ne olur?
Yeniden yapılanma süreci, Türkiye’yi ciddi şekilde ekonomik ve toplumsal açıdan zorlayacağından uluslararası toplulukla işbirliği yapmak ve yük paylaşımına gitmek, Türkiye için hayati öneme sahiptir.
Dahası, Türkiye’nin Suriye’deki rolü, yalnızca disarıya dönük bir stratejik hamle değil, aynı zamanda unutmayalım ki iç dengelerin de dikkatlice gözetilmesi gereken bir sorumluluk. Bu sorumluluk, Ankara’nın dış politikada kaydetmek istediği başarılar kadar, iç siyasetteki huzuru da etkileyecektir.
Eğer gerekli siyasi ve toplumsal uzlaşı sağlanmaz, uluslararası yardım süratle akmaya başlamazsa Esad sonrası Suriye’de yeni sorunların ortaya çıkması kaçınılmaz.
Esad’a karşı birleşen güçler, rejimin çöküşüyle birlikte birbirine karşı savaşmaya başlayabilir iktidar ve kaynak paylaşımı için. Bu, tabiatıyla ülkenin daha da parçalanmasına, istikrarsızlaşmasına yol açacaktır ki bunda kimsenin menfaati yoktur. Yeni bir mülteci dalgası ve sinir güvenliği sorunları, yeniden imarın faturası Türkiye’nin bu ülkede zaten ağır olan yükünü daha da artırabilir.
ABD, Rusya, İran, İsrail ve diğer Arap ülkelerinin çıkar çatışmaları (ve de İran ile Rusya’nın ortalık durulduktan sonra oyuna yeniden katılma çabaları), Suriye’deki istikrarı engelleyebilir, çatışmaları derinleştirebilir ve hedeflediğimiz normalleşme başka bir bahara kalabilir.
Hesaplı bir 2025-2043 yol haritası
Bu yüzden, Türkiye, Suriye’deki mevcut meydan okumaların ötesinde önümüzdeki 10 yılın Suriye’sini ve Türkiye’nin etkilenecek kendi toplumsal ve ekonomik dinamiklerini da hesaba katan realpolitik bir strateji geliştirmelidir.
Sözün özü: kısa vadeli kazançlar uğruna uzun vadeli riskler almamalıdır.
Tek taraflı bir yüklenme, bölgedeki dengeleri bozabileceği gibi Türkiye’nin kendi çıkarlarına da zarar vereceğinden. Suriye’deki yeniden yapılanma sürecine (siyasi düzenin demokratikleşmesine pek sıcak bakmayacak olsa da) Arap dünyası ve uluslararası toplumun aktif katılımı sağlanmalı.
Esad sonrası dönemde elbette ki Türkiye, Suriye’de önemli bir aktör olarak geçiş sürecini desteklemeli, yönlendirmeye çalışmalıdır. Lakin, söylemeye çalıştığımız husus, gereklilik sınırlarının ötesinde ihtiraslı roller üstlenmekten kaçınılması ve de “fatura sadece kendi üzerinde kalmasın” diye uluslararası sorumluluk paylaşımı konusunda ısrarcı olması.
Ankara, “bölük pörçük” çabalara dalmadan ve kaynaklarını hesapsızca konuşlandırmadan önce uzun vadeli milli stratejik vizyonunu ortaya koymalı, Suriye’nin yeniden inşasında ve siyasi geçiş sürecinde nasıl bir rol oynamak, 25 yıl sonra güney sınırlarında nasıl bir Suriye görmek istediğine de karar vermelidir.
Belki bu amaçla gerekli zemin taşlarını döşeyerek tüm ilgili tarafları, Şam ile birlikte, davet edeceği Türkiye’de “Suriye için yeniden imar ve yönetişim” uluslararası toplantısını düzenlemeli.
Şayet belli bir strateji çerçevesinde doğru adımlar bugünden atılmazsa, yani ilk düğme yanlış iliklenirse, Suriye’nin bir kez daha kaosa sürüklenmesi riskini mutlaka akılda tutalım.