

Yeni uydu teknokolisi ve yapay zeka yardımıyla, yıllar içindeki orman kayıplarını daha net görmek ve ona göre önlem almak mümkün. Fonda Türkiye’nin güney batısından bakıldığı şekliyle uzaydan görünümü var. (Görsel kaynak: Türksat)
Sık sık büyük yangınların, sellerin, fırtınaların fotoğrafları giriyor hayatımıza. O anlarda hepimiz bir şeylerin yanlış gittiğini hissediyoruz, sonra unutuyoruz. Bu davranışımız bile mevsimsellik gösteriyor. Orman yangınlarını yaz aylarında anımsıyoruz; kış gelince aşırı yağışlar ve seller çıkıyor karşımıza. Her biri manşet olsa da mevsimsel olarak hatırlanıyor ve unutuluyor.
Oysa asıl değişim çoğu kez bu manşetlerin gölgesinde, sessizce oluyor: ormanların yavaş yavaş seyrelmesi, sulak alanların çekilmesi, kıyıların giderek daralması. Gözümüz alıştığı için fark etmiyoruz; bürokrasi ağır işlediği için kayda geçmiyor, bilimsel raporlar hazır olduğunda ise bazen çok geç kalınmış oluyor.
Tam da bu noktada elimizde yeni bir imkân var: Dünyayı adeta “piksel piksel” izleyen, bozulmanın erken izlerini gösteren bir sanal uydu yaklaşımı. Google’ın Earth Engine platformu üzerinden erişilen AlphaEarth verisi kabaca şunu yapıyor: dünyayı 10 metreye 10 metrelik kareler halinde okuyor ve her karenin yıllık davranışını bir tür özete dönüştürüyor. Böylece tepeden bakan bir göz gibi değil, hafızası olan bir bellek gibi çalışıyor.
Haritaları nasıl okumalı?
Bu haritalar “gerçek renkli fotoğraf” değiller. Gerçek uyduların topladığı görüntüler, radar okumaları ve çevresel ölçümler bir araya getiriliyor; ardından yapay zekâyla işlenerek her piksel için özet bir özellik çıkarılıyor. Bu yüzden ekranda gördüğünüz sıcak-soğuk renkler, doğrudan “ağaç” ya da “tarla” demiyor; daha çok “burada geçen yıla göre farklı bir hikâye var” diyor. Basitçe anlatmak gerekirse: iki yıl arasında benzerlik artmışsa harita sakinleşiyor, azalmışsa ısınıyor.
Ben de bunu Türkiye için 2017’den 2024’e uzanan bir karşılaştırmada denedim. Ortaya aşağıdaki gibi bir harita çıktı.

Türkiye genelinde 2017–2024 yıllarında orman kaybı noktalarına ilişkin simülasyon. Harita kızardıkça önceki yıllara göre fark artıyor. (AlphaEarth)
Türkiye orman haritasını ekrana aldığınızda, önce ülke genelinde açık tonların baskın olduğunu görüyorsunuz. Bu, “her şey aynı” demek değil; yalnızca büyük kısmın büyük bir sıçrama yaşamadığını söylüyor.
Sonra bazı bölgeler daha sıcak renklere dönüyor: Ege ve Akdeniz kıyılarında 2021 yangınlarının bıraktığı izler, Karadeniz’in bazı kuşaklarında aralıklı cepler, kent çevrelerinde büyüyen lekeler… Bu sıcaklık tek başına “orman kaybı” anlamına gelmiyor; tarımsal desenin değişmesi, su seviyelerinin oynaması, yeni yollar ve yerleşimler de aynı sinyali üretebiliyor.
Harita kızardıkça orman kaybı
Bu yüzden haritayı, doğrulanmış bir orman kaybı katmanıyla birlikte okumak önemli. O katmanda kırmızı görünen piksel, belirli bir yılda gerçekten kayıp yaşamış demektir. İki harita üst üste geldiğinde tablo berraklaşıyor: Hem renk ısısı yükselmiş hem de kayıp işareti varsa, orada güçlü bir alarm var demektir; yerinde doğrulama, hızlı müdahale, rehabilitasyon gibi adımların öncelik kazanması gerekir.
Arka plandaki sarı–turuncu–kırmızı tonları, 2017’ye göre değişimin şiddetini gösterir; renk sıcaklığı arttıkça fark büyür. Üstteki koyu kırmızı noktalar, bağımsız bir veri setinin (Hansen Orman Kaybı) işaret ettiği gerçek orman kaybı pikselleridir. İki sinyal aynı yerde çakışırsa (uydu verisi + Hansen kırmızı) yüksek öncelikli alarm kabul edilir. Sadece renk kırmızı ise çoğu kez tarım/yerleşim/su gibi orman dışı süreçler söz konusudur. Harita erken uyarıdır, kesin yargı için yerinde doğrulama gerekir.
Erken uyarı için ortak panel
“Bunu ne yapacağız?” sorusuna gelince: Bu haritalar, kamu için bir erken uyarı mekanizması kurulabileceğini gösteriyor. Örneğin her ay güncellenen, herkesin girebildiği bir web paneli düşünün. Orman Bakanlığı, Belediye, yerel orman idaresi, DSİ, üniversite ve sivil toplum aynı ekrana bakıyor. Panelde genel değişim haritası var; isterseniz yalnızca orman piksellerini gösteren versiyonu açıyorsunuz; bir de doğrulanmış orman kaybı katmanını ekliyorsunuz.
Diyelim ki Muğla’da, Artvin’de, Balıkesir’de harita ısınıyor ve kayıp noktaları üst üste geliyor. O zaman o il için küçük ama hedefli bir saha listesi oluşturuyorsunuz: beş-on nokta, koordinatları belli, sorumlu birim belli, dönüş tarihi belli. Bir ay sonra panel yeniden güncelleniyor; neyin ilerlediğini, neyin durduğunu, neyin yanlış alarm çıktığını birlikte görüyorsunuz. Bu, ağır raporların yerini tutmaz ama onlara hız ve yön verir; karar vericinin elini güçlendirir.
Riskler, sınırlar ve şeffaflık
Elbette riskler de var. Bu veriler, büyük teknoloji şirketlerinin elindeki altyapılar üzerinde çalışıyor. Erişim kuralları, maliyetler, yöntemlerin açıklığı gibi konular net olmazsa, kamu yararı için tasarlanmış bir araç, kapalı bir sisteme bağımlılık haline gelebilir. Diğer yandan, yapay zekânın ürettiği temsil her zaman kusursuz değildir; yanlış pozitifler ve yanlış negatifler kaçınılmazdır. Kışın geç kar tuttuğu bir yıl, baraj kapaklarının farklı işletildiği bir sezon, tarla nadasındaki bir değişiklik bile haritayı “değişim var” diye boyayabilir.
Bu yüzden harita bir “kanıt” değil, “hedef gösterici” bir pusula olarak görülmeli; sahadan gelen gözlemlerle ve yerel bilgiyle mutlaka sınanmalıdır. Şeffaflık burada kilit kelime: Nasıl ürettiğimizi, neyi iyi yakaladığını, nerelerde körleştiğini açıkça yazmalı; kodları ve yöntem notlarını, mümkün olduğunca herkesin denetimine açmalıyız.
Karamsarlık Değil Fırsat
Yine de tablo karamsar değil, aksine umut verici. Çünkü ilk kez, ülkenin tamamını aynı anda, makul bir çözünürlükte ve düzenli bir sıklıkta izleyebiliyoruz. Daha önemlisi, bu izlemeyi gerçek bir yönetişim pratiğine çevirmek mümkün. İl düzeyinde “en sıcak yüzde beş” cepleri belirlenebilir; bu ceplerin kaç hektar olduğu aylık olarak raporlanabilir; yerel ekipler küçük bir uygulamayla fotoğraf ve not yükleyebilir; bu kayıtlar kamuya açık bir arşivde tutulabilir. Böylece tartışmalar soyut başlıklardan çıkıp, haritada duran somut koordinatlara ve tarihlere kavuşur. Bir başkan, bir bakan, bir sivil toplum temsilcisi aynı soruyu sorabilir: “Bugün ne değişti; neden değişti, ne yaptık; işe yaradı mı?”
Ormanların Geleceği İçin
Bu hikâye yalnızca ormanlarla sınırlı da değil. Bozkır alanlarında, sulak alanlarda, kıyı ekosistemlerinde aynı yaklaşım uygulanabilir. Her katman kendi gerçeğini fısıldar; birlikte okunduklarında ses yükselir. Haritanın dili basittir: “Şurada bir şey oluyor.” Geri kalanı bizim sorumluluğumuz. Bu nedenle asıl mesele, neyi görebildiğimiz kadar, kimin için gördüğümüzdür. Haritalar kamuya açık olduğunda, yerel ve merkezi kurumlar birlikte çalıştığında, üniversite ve sivil toplum sürece davet edildiğinde, sessiz kayıplar sessiz kalmaz.
Belki de ihtiyacımız olan şey, büyük cümleler değildir. Birkaç iyi harita, düzenli güncellenen bir panel, her ay sahaya giden küçük ekipler ve geri dönen net notlar… Türkiye ormanlarının geleceği böyle bir disiplinle daha erken, daha adil ve daha isabetli korunabilir. AlphaEarth gibi araçlar işi kolaylaştırır; esas işi ise biz yaparız: görür, anlar, paylaşır, harekete geçeriz.

