Bu metine düşünerek başlamak istiyorum. Akademi denince akla, fikirlerin özgürce çarpıştığı, yeni düşüncelerin cesaretle filizlendiği alanlar gelir. Oysa bugün üniversitelerde “çok seslilik” iddiası çoğu zaman yalnızca bir vitrinden ibaret. Farklı görüşler varmış gibi görünse de bu çeşitlilik çoğunlukla aynı ideolojik çerçevenin içinde, birbirine zarar vermeyen, makbul ve güvenli mesafelere sıkıştırılmış durumda. Bir üniversite koridorunda yürürken,
13 Temmuz Pazar akşamı, ODTÜ Devrim Stadyumu’nda 2024-2025 eğitim yılı mezuniyet törenine katıldım. Bir ODTÜ mezunu, bir baba, bir akademisyen ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı olarak oradaydım. Ancak o gece bana sadece bir tören değil, aynı zamanda gençliğin siyasetle kurduğu ilişkiye dair sahici bir saha araştırması sundu. Evet, pankartlarıyla, sloganlarıyla, kahkahaları ve protestolarıyla oradaydılar: Gençlik,
Türkiye Bilimsel ve teknolojik Araştırma Kurumunun (TÜBİTAK) 2024 yılı “Girişimci ve Yenilikçi Üniversite Endeksi” açıklandı. Buna göre ilk üç sırayı devlet üniversiteleri aldı. Birinci sıradaki Orta Doğu Teknik Üniversitesini (ODTÜ), İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) ve Yıldız Teknik Üniversitesi izledi. Sonuçlar Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır tarafından 28 Mayıs’ta Ankara Ticaret Odası (ATO) Congressium’daki
“Azıcık bir gelenek oluşturmak bile, bitimsiz bir tarih birikimini gerektirir.” Henry James’in bu sözü, üniversitelerin yalnızca bilgi aktarılan mekânlar değil, aynı zamanda tarihsel hafıza, etik duruş ve sessizce örülmüş direnişlerin taşıyıcısı olduğunu hatırlatır. Bugün bize küçük gibi görünen bir akademik refleksin ardında, çoğu zaman görünmeyen ama derin izler bırakan kolektif çabalar ve anlamlı sessizlikler vardır.
“Görülmeyen Akademi” başlıklı ilk yazımda, içeriden yükselen sessizliklerin akademik dünyanın görünmeyen kırılma hatlarına işaret ettiğini tartışmış ve akademinin bugün nasıl bir değer kaybına uğradığını, kişisel deneyimlerim ışığında anlatmaya çalışmıştım. Ardından, “Diploma İptali, Demokratik Gelecek ve Akademik Özgürlüğün Küresel Çöküşü” başlıklı ikinci yazımda, bu sessizlikten küresel baskı iklimine uzanan yolu ele almış; akademik özgürlüğün dünya ölçeğinde