Ekrem İmamoğlu Bayramın ikinci günü Karadeniz’i salladı. Şimdiye dek kendisi de Karadenizli olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın oy deposu sayılan Doğu Karadeniz sahili İmamoğlu’na CHP’nin şimdiye dek görmediği bir kitlesel coşkuyla sahip çıktı. Sahip çıktı diyorum, çünkü İmamoğlu haftalardır, yalnızca Trabzonlu olması nedeniyle, Yunanistan’da ne idüğü belirsiz bir internet sitesi üzerinden başlatılan, 1970’lerin CIA patentli kara propaganda yöntemlerini andıran “Rum asıllı” iddialarının hedefiydi. Garip olan bu iddialara Erdoğan’ın da katılmasıydı. Çünkü kendi memleketi olan Rize’nin Güneysu ilçesinin eski adı Rumca “Potamya” idi. Hatta “Kürt açılımının” Oslo süreci esnasında, 17 Ağustos 2009’da memleketini ziyaretinde bunu kendisi de “Potamya seninle gurur duyuyor” sloganları eşliğinde vurgulamıştı. Potamya, “Derecik”, ya da “Küçük dere” anlamına geliyor, kökü Yunanca “Potami-Irmak” sözcüğünden. İyidere ilçesinin eski adı Kalopotamos imiş örneğin, tam tercümesi. Rize’nin Türkler Anadolu’ya gelmeden önceki adı, eski Yunanca Rizeon imiş, ne var ki bunda?
Ama tabii Cumhurbaşkanı öyle deyince AK Parti teşkilatı Karadenizlileri, Rum, Pontuslu sayan inanılması zor bir ayrımcılık kampanyasına giriştiler. Kimi çıktı İmamoğlu’nu Trabzon’da karşılayan kitleyi “Rum Pontus Cemiyeti üyeleri” sayacak kadar ileri gitti. Sanki İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’dan, Hazine ve Maliye Bakanı, aynı zamanda Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’tan, AK Parti seçim işleri sorumlusu Ali İhsan Yavuz ve 31 Mart fiyaskosu ardından kızağa çekilen Bayram Şenocak’a, hatta AA Genel Müdürü Şenol Kazancı’ya varana dek AK Parti’nin seçim aktörlerinin çoğu Trabzonlu değilmiş gibi. Kaldı ki, söz gelince “etnik köken ayrımı yapmama” mangalında kül bırakmayan AK Parti yöneticilerinin, gayet ayrımcı bir bakışla Rum kökenli olmayı bir hakaret unsuru gibi kullanmaları da yanlıştı; Rum asıllı olsa ne fark edecekti?
İmamoğlu’nun bir gün içinde tamamladığı Trabzon-Giresun-Ordu turu da, o turda Karadenizlilerin AK Parti yönetiminden gelen gözdağına karşı meydanları, yolları doldurması da işte bu yaklaşıma verilmiş cevap niteliğindeydi.
Karadeniz turu, İmamoğlu’nun siyaset yıldızını biraz daha yükseltti, onu İstanbul hedefine biraz daha yaklaştırdı. Öte yandan İmamoğlu saflarında bir tür “Bitti bu iş, kazandık” rehavetine yol açma riskini de beraberinde getirdi; CHP Genel Merkezindeki değerlendirmeye göre.
Çünkü İmamoğlu’nun işi hâlâ kolay değil, 31 Mart’ta Binali Yıldırım’ı geçip aldığı İstanbul’u 23 Haziran’da yeniden alması hiç de öyle çantada keklik görülmüyor.
Pek çok görünen ve görünmeyen unsur var, Yıldırım’dan yana ve İmamoğlu’na karşı işletilme ihtimali olan.
Bunlardan biri, Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) son kararıyla ortaya çıkan durum.
YSK’ya AK Parti itirazı, buzdağının görünen ucu mu?
YSK 31 Mart İstanbul seçimini iptal gerekçeleri arasında olan seçim kurulu oluşumunun 23 Haziran’da da devam edeceği kararına tepkiler yağıyor.
Tepki verenlerin başında da Erdoğan ve Yıldırım geliyor. Yıldırım, YSK kararının 23 Haziran seçimi üzerinde “şimdiden soru işareti” oluşturduğunu söylerken, Erdoğan AK Parti’nin karara “itirazî kayıt” koyduğunu açıkladı.
YSK, 6 Mayıs kararıyla soruşturma geçiren seçim kurulu başkan ve üyeleri aleyhindeki suç duyurusunu 3 Haziran’da geri çekerek, yani ortada bir suç olmadığı inancını beyan ederek, 23 Haziran seçimlerinde de görev yapacaklarını duyurmuştu. AK Parti buna itiraz ediyor; yargıçların nerede görev yapacağına YSK’nın değil, başkanlığını Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün yaptığı Hâkimler ve Savcılar Kurulunun (HSK) karar vereceğini söylüyor. Zaten Ankara’da Bayram tatilinden hemen sonra HSK’nın ilçe seçim kurulu başkanları hakkında yeni bir soruşturma açabileceği konuşuluyor; Erdoğan’ın sözünü ettiği itirazın devamında bu var.
Yani aslında YSK, 31 Mart’ta ağır yara alan tarafsızlık görüntüsünden geri kalanı 23 Haziran seçiminde de koruyabilmek için topu HSK’ya atmış görünüyor.
Seçim kurullarına YSK ardından HSK baskısı
İşin bir de şu boyutu var: Diyelim ki HSK da seçim kurulu başkanlarına dokunmadı ve görev başında kaldılar. Kendinizi seçim kurulu başkanları ve üyeleri yerine koyun. Bütün bir iktidar oyunu sizin üzerinizden çevriliyor, soruşturmalara konu ediliyorsunuz, ülkenin siyasi geleceğine dair kararların baskısı omuzlarınıza yüklenmiş ve mesleki geleceğiniz pamuk ipliğiyle size telkin edileni yapıp yapmayacağınıza bağlı. Buna boyun eğmek de kolay değil, eğmemek de. Şimdi 23 Haziran’da yerinizde tutulsanız bile, Erdoğan, Yıldırım ve AK Parti hükümetinin, teşkilatının tam saha baskısı ortada. Nitekim 31 Mart seçiminin İstanbul İl Seçim Kurulu Başkanı Müberra Gürdal, bu oyunun daha fazla içinde olmak istemeyerek istifa etti YSK’nın 6 Mayıs kararı ardından, 9 Mayıs’ta. Yerine hemen Fatih İlçe Seçim Kurulu Başkanı Ziya Bülent Öner atandı.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu “Ekrem İmamoğlu’nun rakibi Yıldırım değil, YSK” derken biraz da bu durumu söylemiş oluyor.
Sandık Kurulları ayrı bir âlem. CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, 31 bin 186 oy sandığının her birinin başında bir avukatın da gözlemci olarak bulunacağını açıkladı, resmi müşahitlere ek olarak. Ancak sandık başkanlarının da yetkileri var; isterlerse herhangi bir itiraz ya da bahaneyle, gerekirse polis çağırarak, sandık tutanaklarına müdahale edebilirler. Kılıçdaroğlu “artık sandıkta sorun çıkmaz” özgüveni içinde ama sandık oyunlarının yapılması ihtimali hâlâ mevcut. İlçe ve il seçim kurulları, daha sonra YSK ise AK Parti’nin daha sonraki kademelerde güvendiği dağlar.
İmamoğlu seçmenine “tatile devam” operasyonu
İmamoğlu, 4 Haziran’da The Washington Post’ta yayınlanan makalesinde “Yine kazanacağım” diyor ama işinin o kadar kolay olmadığını da biliyor.
İmamoğlu’nun, Karadeniz turunun bir amacı, kendisine ve Karadenizlilere yönelik saldırılara cevap vermekse, diğeri de Bayram’da memleketlerine giden İstanbul seçmenini, Bayram sonrası dönüp oylarını kullanmaya ve İstanbul’daki hemşerilerini de kendisine oy vermeye ikna etme çabasıydı.
Çünkü İmamoğlu karargâhı, özellikle de AK Parti’ye yakın duran araştırma şirketlerince İmamoğlu’nun açık farkla önde gösterilmesinin, kendi seçmenleri üzerinde “Nasıl olsa kazanmışız, tatile devam” etkisi oluşturmaya çalıştığının farkında; bunu kırmaya çalışıyor.
Yıldırım’ın işi de zor: olmadık kapıları çalıyor
Yıldırım’ın önündeki Karadenizlileri küstürme zorluğuna artık girmeyeceğim.
Ancak kendini Cumhuriyet düşmanlığına kaptırmış yandaş gazetecinin, kendince siyasi iktidara yaranabilmek için Türk Silahlı Kuvvetlerine canlı yayında hakaret etmesine Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın tepkisi, ardından AK Parti kademelerinin Cumhurbaşkanlığından parti sözcülüğüne dek her alanda resmî tepkisine yol açtı. Gaziantep’te bir imamın Bayram günü İstiklal Savaşına hakareti ve keşke Yunanistan galip gelmiş olsaydı diye vaaz verdiği de ortada. Bu tür dışavurumlar AK Partiye hep eksi yazsa da, Binali Yıldırım var gücüyle çalışıyor, bu defa kazanabilmek için.
AK Parti bir yandan MHP lideri Devlet Bahçeli’nin bu seçimde geri durup fazla konuşmayarak, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla görüştürülmesi ile yumuşattığını düşündüğü Kürt seçmenin oylarını hedeflerken, diğer yandan 31 Mart öncesi artık etkilerinin kalmadığı kanısıyla dönüp bakmadıkları tarikat şeyhlerinin ayağına gidiyor. Binali Yıldırım, 31 Mart öncesi bazı projelerini yerden yere vurup düzelteceğini söylediği –ve damadının Fethullah Gülen teşkilatı ile irtibatı nedeniyle- istifa ettirilen eski İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ı ziyaret edip desteğini istiyor.
AK Parti’nin işi de kolay değil, ama tablo öyle İmamoğlu’nun kazanmasının garanti olduğu şeklinde de değil. Gayet zorlu bir yarış var ortada. Ve üstelik sadece seçmenini sandığa götürenin kazanacağı bir yarış gibi “hakkaniyetli” bir yarış olacağa da benzemiyor. YSK’ya AK Parti itirazının danışıklı dövüş gibi görünmesi, İmamoğlu’nun yeniden kazanma ihtimaline karşın seçimlere yönelik “önleyici atış” yapılarak seçim ve sandık kurulları üzerinde psikolojik baskı kurulması bu kuşkuların kaynağı.