Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 15 Aralık gecesi canlı yayında ABD’nin Türkiye’ye karşı atmaya hazırlandığı adımlara karşı gerekirse İncirlik ve Kürecik üslerinin kapatılacağını söyledi. İncirlik üssü, malum, Adana yakınlarında, Türkiye’nin ABD ve NATO kullanımına açtığı stratejik hava üssü. Kürecik’te ise ABD-NATO Füze kalkanı projesinin, dünyada İkisi ABD toprakları, biri İngiltere ve diğeri de Japonya’da olmak üzere) beş örneği bulunan erken uyarı radarı kurulu. Bu iki stratejik üssün ABD kullanımına kapatılmasının, Rus yapımı S-400 füzesi alan Türkiye’yi yaptırımlarla cezalandırmak isteyen ABD’nin böylelikle canını acıtmayı hedefliyor.
Bu, Türkiye’nin ABD’ye bu şiddette ilk kafa tutuşu olmayacak. Geçmişte, 1974 Kıbrıs Harekâtı ve afyon ekim yasağı nedeniyle 1975’te ABD Kongresi Türkiye’ye silah ambargosu ilan ettiğinde, (o zaman Kürecik’te mevcut radar yoktu ama) İncirlik üssü, hem de muhalefetin Amerikancı olarak eleştirdiği Süleyman Demirel tarafından kapatılmış, yeni bir anlaşma yapılana dek üç yıl kapalı kalmıştı. Bu ihtimalin bir süredir Amerikan ordusu tarafından da değerlendirildiği ve önlemler alındığı medyaya yansımış durumda.
Geçenlerde Dışişleri bakanı Mevlüt Çavuşoğlu tarafından ima edilen İncirlik ve Kürecik’in kapatılması ihtimalinin, şimdi Cumhurbaşkanı tarafından açıkça söylenmesi, artık Ankara’nın da S-400 nedeniyle ABD yaptırımlarının gerçekten geleceğine inandığını gösteriyor.
Gerçeği söylemek Akar’a mı düştü?
Erdoğan yayında ABD Temsilciler Meclisi ardından Senato’da da onaylanan ve 1915 faciasını “Ermeni soykırımı” olarak kabul edip ABD Başkanı Donald Trump’ın onayına sunan tasarıyı öne çıkardı.
Oysa Erdoğan hükümetinin asıl endişesi S-400 nedeniyle artık kapıda sayılan ekonomik ve askeri yaptırımlar. Askeri yaptırımların başında Türkiye’nin ortağı olduğu F-35 savaş uçağı projesinden çıkarılması geliyor. Bu aynı zamanda Türkiye’nin yirmi yıl önce dâhil olup hava savunmasının geleceğini bağladığı projeden mahrum kalması demek. Bu durumun NATO savunmasına da zarar vereceği NATO Genel sekreteri Jens Stoltenberg tarafından da söylendi, ama ok yaydan çıkmak üzere.
Ekonomik yaptırımlar ise, zaten durgunluk eşiğindeki Türkiye ekonomisini daha da olumsuz etkileyebilir. Yaptırımlar arasında, Temsilciler Meclisinin önerdiği gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ailesiyle birlikte bazı bakanların mal varlıklarının araştırılmasının da eklenmesi Türkiye açısından daha önce eşi görülmemiş bir itibar sorunu olacak, bankacılık sistemine etkilerini ise kimse düşünmek istemiyor.
Erdoğan halka “Bize bir şey olmaz, karşılığını veririz” mesajı iletiyor ama bir süredir Ankara, aslında Londra’da 3-4 Aralık NATO Zirvesinde başlayan yangını kontrol altına almak için sessiz ve derinden büyük çaba içinde. NATO Zirvesinde işlerin hiç de yolunda gitmediği, Erdoğan’ın başarı demeçleri ardından “Mutabakat sağlanamadı, yalnız bırakıldık” diyen Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın sözleriyle anlaşılmıştı.
Ankara’da üst üste yaptırım toplantıları
Son birkaç hafta içinde Ankara’da kapalı kapılar ardında toplantı üzerine toplantı yapılıp, yaklaşmakta olan Türk-Amerikan tren çarpışmasının etkilerinin nasıl kontrol altına alınabileceği araştırılıyor. Bir gün bakıyorsunuz Cumhurbaşkanlığı Dış Politika ve Güvenlik Kurulunun dış politika araştırmacıları ve iş dünyası temsilcileriyle toplandığı haberi geliyor, bir başka gün, Hükümet çizgisindeki Hükümet-Dışı araştırma kuruluşu SETA’nın ABD’den davet ettiği uzmanlarla “Ne yapmalı?” konusunu masaya yatırdığı haberi.
Denklemin çözümü kolay değil: Türkiye S-400 konusunu artık egemenlik hakkı görüyor, vazgeçilmesi söz konusu görünmüyor. F-35 konusunu ise Türkiye’nin Batılı müttefikleri tarafından NATO’da izole edilmesi çabası olarak algılıyor. Ancak buna bir alternatif bulunmuyor. Çünkü bütün ABD’ye nispet verme girişimlerine ve yakınlaşmaya karşın Türkiye, Rusya ile ittifak ilişkisine tarihi ve coğrafi nedenlerle giremez. Çin’in şimdilik böyle bir derdi zaten yok, o ekonomik yayılma peşinde, askeri ve siyasi değil. Dolayısıyla Beştepe’de hâlâ bir şekilde etkisini sürdüren Avrasyacı hayallerin geçerli bir zemini yok.
Geriye Avrupa Birliği ile ilişkileri güçlendirmek kalıyor. Oysa AB ile ilişkileri “Suriyeli göçmenleri üzerinize salarız” tehdidine bağlamış görüntü veriyoruz.
Bütün bunların üzerine bir de Libya’ya asker gönderme tartışması eklenmiş durumda. 15 Aralık’ta, Başkenti Trablus, Hafter yanlısı isyancıların tehdidi altındaki Sarraj’ın Türkiye’ye gelip Erdoğan ve Akar’la konuştuğu gün, Almanya’da ABD’nin kullanımına açık Ramstein hava üssünden kalkan bir C-17 nakliye uçağının, Hafter’in karargâhının yer aldığı Bingazi’ye indiği haberleri da medyadaydı.
Türk-Amerikan ilişkilerinin mevcut durumu, aynı hat üzerinde kafa kafaya tam gaz ilerleyen iki tren katarının durumuna benziyor. Trenlerin cüsseleri ve güçleri eşit değil. Her iki makinistin de frene basma niyeti yok gibi görünüyor. Endişelenmeyecek bir durum yok yani ortada.