ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Türkiye’ye ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Yasası’na (CAATSA) göre yaptırım uygulayacağını açıkladı. Gerekçe Türkiye’nin Rusya’da aldığı S-400 füzesinden vaz geçmemesi. Yaptırımın dört bürokrata yönelik kısmının öne çıkması, Ankara’nın gelişmeyi pek önemsemiyormuş gibi davranmasına yol açtı. Oysa son Avrupa Birliği (AB) sonrasında da tanık olduğumuz “bir şey olmaz” tutumunun Türkiye’yi dış politikada da acı ilacı içme kararı aşamasına getirdiği görülüyor.
ABD başkanlık seçimin kaybettiği dün resmen açıklanan Donald Trump’ın veto edeceğini söylemesine rağmen, Pompeo’nun yaptırımı ilan etmesi dikkat çekici. Joe Biden dönemi başladığında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın umduğundan daha ters bir durumla karşılaşabileceğine işaret ediyor.
Yaptırımın öne çıkan kısmında Savunma Sanayii Başkanı (SSB) İsmail Demir, yardımcısı ve ROKETSAN yöneticisi Faruk Yiğit, SSB Hava Savunma ve Uzay Dairesinden Serhat Gençoğlu ve SSB Deniz Dairesinden Mustafa Deniz Alper’in ABD’deki mal varlıklarının dondurulması ve seyahat vizesi kısıtlanması var. Profile baktığımızda yaptırımın 16 Ekim’de Sinop’ta yapılan S-400 atış denemesiyle ilgili olduğunu anlaşılıyor.
Yaptırımlara direnme geleneği
Dışişleri Bakanlığı yaptırım ilanını kınadı ve “Türkiye uygun gördüğü şekilde ve zamanlamayla mukabelede bulunacaktır” dedi. İsmail Demir de “Bekliyorduk” dedi; “Duruşumuzu değiştirmeyecek, Türk savuma sanayiini hiçbir şekilde etkilemeyecektir.” İktidar de muhalefet de ABD’yi sert kınadı.
Umarız öyle olur. Umarız yaptırım kararının SSB’nin ABD’den ihracat lisansı, ABD’li ve uluslararası finans kuruluşlarından 10 milyon doları aşan borç ve kredi alamayacağını öngören boyutu Türkiye’nin yerli savunma sanayiini geliştirmesine engel olmaz. Umarız bu açıklananın Kongre’nin ABD Başkanından 5 ini seçmesini istediği 12 yaptırım maddesinin en hafifi olması da durumu değiştirmez.
Türkiye’nin müttefiklerinden gelen yaptırım tehditlerine pek aldırmadığının ilk örneği olmuyor yani bu yaşadığımız. ABD 1975’te yaptırımın ötesinde, tam askeri ambargo uygulamış, Türkiye de İncirlik üssünü ABD’ye kapatmıştı. O ambargo Türkiye’nin (ASELSAN, ROKETSAN VE HAVELSAN üzerinden) savunma sanayii atılımını getirmişti. Keza 1990’larda AB ülkelerinin PKK ile mücadele nedeniyle uyguladığı yaptırımlar da.
Türkiye’nin Batılı müttefiklerinin ekonomik ve teknolojik üstünlüklerini kullanarak yaptırım siyasetine karşı durmasının bir geleneği var yani.
ABD’nin siyasi miyopluğu ve AB
Yaptırım siyaseti sonuç getirseydi, ABD’nin İran’ı, Rusya’yı, Çin’i, hatta Kuzey Kore’yi şimdiye dek elli kere dize getirmiş olması gerekirdi.
İşin bir başka dikkat çekici yanı Türkiye’ye yönelik ABD yaptırım ilanına bu defa üç ülkeden daha tepki gelmesi. Biri doğal olarak Rusya, Karabağ harekatıyla ilişkilerin daha da geliştiği Azerbaycan ve yaptırımlardan çok çeken İran.
ABD Kongresi akıl almaz bir siyasi miyopluk içinde dış politikada Türkiye’yi Batıdan uzaklaştırıp Doğuya yaklaştıracak ne gerekiyorsa yapıyor.
Biden, İngiltere’nin kopması, dış politikada bütünlüğün bozulması ve üstüne gelen kovit pandemisi nedeniyle karar alamayan AB’nin Türkiye kararında kendisinin arkasına saklanmak istediğinin muhtemelen farkında. AB’nin yaptırımlar için Mart 2021’i bekleme kararının ne anlama geldiği şu takvimden görülebiliyor. Biden 20 Ocak’ta görevi devralacak. 17 Şubat’taki NATO Zirvesine ABD Başkanı olarak katılacak. 25-26 Mart’ta da AB Zirvesi yapılacak.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, yaptırımlara tepki olarak “Türkiye’yi NATO’dan çıkarmak isteyenler var” tepkisi vermesi Dışişlerinin bunun farkında olduğunu gösteriyor. Peki Beştepe? Onu göreceğiz.
En ağır yaptırım F-35 idi
Ancak işin bir başka boyutu da bulunuyor.
Global İlişkiler Forumu (GİF) İcra Kurulu Başkanı Selim Yenel, ABD yaptırımının en ağırının zaten çoktan başladığı görüşünde. 10 Aralık akşamı OLAY TV’deki Gündem programında konuşan Yenel, ABD’nin Türkiye’yi, ortak üretici olduğu F-35 programından 2019’da dışlamasının zaten en ağır yaptırımı yürürlüğe koymuş olduğunu söyledi.
F-35 Türkiye’nin hava savunması için stratejik önemde bir projeydi. Çalışmaları 1999’da başlamış, 2010’lardan itibaren F-16’ların yerini alması öngörülmüştü. Türkiye 9 ortak üreticiden biri olmuş, 120 uçaklık siparişle aynı zamanda üçüncü büyük alıcı haline gelmişti. Bugüne dek ABD’ye (Erdoğan’ın açıklamasına göre) 1,4 milyar dolar ödendi ama sözleşmeye aykırı olarak şimdiye dek 8 uçağına resmen el kondu.
Yunanistan nispet yaparcasına bu uçakları almak istediğini söylüyor. S-400 dünyadaki en iyi hava savunma füzesi, F-35 de en iyi muharebe uçağı. Yeminli Türkiye düşmanı Muhammed bin Zeyid yönetimindeki Birleşik Arap Emirlikleri anlaşma imzalıyor F-35 alımı için. İsrail iki yıldır kullanıyor, hem de Suriye’de, Türkiye sınırlarında.
Dış politikada acı ilaca doğru
Türkiye’nin son yıllardaki en önemli savunma sanayii başarısı olan insansız hava araçları, taktik açıdan yeni bir doktrin sayılsa da stratejik planda muharebe uçaklarının yerini tutması mümkün değil. Yerli muharebe tankı projesi zaten Koç’tan alınıp BMC’ye verilmesinden itibaren ilerlemiyor. Rusya’nın F-35’lere karşı geliştirdiği Su-57 uçağı henüz test aşamasında. Türkiye’nin İngiltere ile üzerinde çalıştığı TF-X kodlu savaş uçağının ne zaman uçacağı da belli değil, İngiltere’nin ABD yaptırımlardan nasıl etkileneceği de. Özetle F-35 projesi Türkiye için stratejik önemde, inanmayan Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’a sorsun.
Ama F-35’in de ötesinde Ankara’ya hâkim olan bu sığ “bir şey olmaz” anlayışıyla dış politikada bir karar aşamasına, yol ayrımına yaklaştığımız görülebiliyor. Bu süreci 2021’in ilk yarısı olarak tanımlamak mümkün. Ulusal çıkarları koruyup boyun eğmemek bir bakıştır ve doğrudur. Ulusal çıkarların sürekli çatışma stratejisiyle korunacağını sanmak ise bir başka siyasi miyopluktur, uzağı görememektir.
Üstelik sürekli çatışma stratejisinin, dış politikada askeri gücü kullanmanın bir sınırı vardır ve bu sınırı ekonomik dayanma gücünüz belirler.
Cumhurbaşkanının yurttaşlardan ellerindeki dolarları Türk lirasına çevirmesi çağrısında bulunduğu ortamda askeri güçle dış politikada kazanım siyasetinin ekonomik sürdürülebilirliğini de düşünmek zorundayız. Acı ilaç, ekonomide olduğu üzere 2021’in ilk yarısında dış politikada da içilebilir.