Seçimleri kaybeden Donald Trump’ın Başkanlığı Joe Biden’e devretmesine günler kala Türkiye’ye uygulanan yaptırımlar Türkiye-ABD ilişkilerinde yeniden çalkantılı günlerin yaklaşmakta olduğunu gösterdi. Mevcut tablonun NATO’ya da olumsuz yansımaları oldu.
Yaptırımlar, Rusya’dan alınan S-400 füzeleri nedeniyle ABD’deki Amerika’nın Hasımlarına Yaptırımlar Yoluyla Karşı Koyma Yasasını (CAATSA) ihlal gerekçesine dayandırıldı. S-400 meselesinde ilk kriz 2019 yılında Türkiye’nin F-35 projesinden dışlanmasıyla baş gösterdi. Türkiye F-35 projesine çok ciddi yatırım yapmıştı. F-35 projesinin dışında kalmanın gerek savunma sanayii ve ekonomimiz gerekse stratejik sonuçları itibarıyla meydana getirdiği külfetlerin serinkanlı ve nesnel bir anlayışla değerlendirildiğini söylemek de pek mümkün değil.
Ulusal egemenlik S-400’den mi geçiyor?
Kimi çevrelere göre kurum olarak Savunma Sanayii Başkanlığına (SSB); gerçek kişiler olarak dört resmî görevliye getirilen yaptırımlar o kadar ağır değil; ‘hafif dozdaydı”. Dolayısıyla, uygulanacağı açıklanan yaptırımlar, deyim yerindeyse, ‘yumuşatılarak’ kamuoyuna sunuldu.
Hatta daha ileri gidip, SSB’ye yönelik ABD yaptırımlarının Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yürümekte olan modernizasyon projelerinde aksamaya yol açmayacağını, dolayısıyla ortada esasen endişe duyacak bir durum olmadığını öne sürenler oldu.
Askeri cenaha baktığımızda ise, birbirinden farklı tutumların ortaya çıktığını görüyoruz. Tüm olası sonuçlarına rağmen, sistem tedarik parametrelerinin belirlenmesinde zamanında rol oynayan kişiler dahil, S-400 sistemini doğal bir tercih gibi sunanların daha fazla ses çıkardıkları görülüyor.
Türkiye’nin gerekli teknolojik bilgi birikimi elde edip, kendi ulusal füze savunması sistemini geliştirmesi gerektiğini söylemesi gerekenler, S-400 konusunu adeta ulusal egemenliğimizin önemli bir kilometre taşı olarak takdim etmekten de çekinmiyorlar. Kendi dünyalarında, dar ideolojik kalıplarında kendilerine avunacak yer arıyorlar. Bunlardan bir bölümü ise, S-400 konusunu Batı karşıtlıklarının kılıfı haline getiriyorlar.
S-400 güzellemesi ve çelişkiler
Bugüne kadar yapılan tartışmalarda, istisnalar hariç, füze savunması gereksinimini olgusal temelde ve nesnel kapsamda değerlendirenlerin sayısı maalesef kısıtlı oldu.
Meselenin geçmişine vakıf olmayan, kulaktan dolma bilgiler ve önlerine konan notlarla yola çıkanlar ile ideolojik saplantıları dolayısıyla soğukkanlı analize zihinlerini kapatmış kesimlerin kendi konfor bölgelerinde mesut yaşadıkları görülüyor. Gün geçmiyor ki bu çevreler S-400 güzellemeleri yapmasınlar. Halbuki stratejik niteliği bulunan yabancı bir sistemle ne egemenlik sağlanır ne de tam bağımsızlık. Dolayısıyla, kendi içlerinde de amansız bir çelişki yaşıyorlar.
Türkiye gibi NATO müttefiki olan bir ülkeye diğer NATO üyesi olan ABD’nin yaptırım uygulaması elbette hoş karşılanamaz ve kabul edilemez. Bu durumun müttefiklik ruhuna uymayacağına şüphe yok. Diğer yandan, ‘müttefiklik ruhu’ iki taraf için de geçerli.
Buradaki soru şu; Türkiye, İttifak içinde arka arkaya alınan kendisinin de en üst düzeyde taraf olup imza attığı kararlara rağmen neden NATO sistemleriyle uyumlu olmayan stratejik bir silah sistemini tercih etti?
Yaptırımlar etkilemez diyenler avutuyor
Bir başka soru ise şudur: Rusya’nın Kırım’ı işgal ve ilhakı ile Ukrayna’ya ait Donbas bölgesini istikrarsızlaştırması ertesinde hangi NATO üyesi ülke Rusya’dan stratejik silah sistemi satın almıştır? Bu son sorunun yanıtı, Türkiye hariç hiçbir NATO üyesinin bu yola sapmadığıdır. (*)
ABD Başkanı Biden’ın görevi devralır almaz ilk tasarruflarından birisinin Türkiye’yi CAATSA yaptırımları çerçevesinde karşısına almayacağı genel beklentidir. Muhtemelen de böyle olacaktır. Bunun karşılanması kaydıyla Türkiye’nin önüne bir fırsat penceresi çıkabilir.
ABD yaptırımlarını hafife alanlar ve bunların, yakın çevremizde giderek derinleşme eğilimi gösteren istikrarsızların bulunduğu bir dönemde TSK’nın ihtiyaçlarının karşılanmasında güçlüklere neden olmayacağını iddia edenler fazla iyimser.
ABD yaptırımları arasında SSB’ye getirilen kurumsal yaptırımı hafife alanlar önce kendilerini, sonra toplumu avutmaktadırlar. ABD’nin bu kurumsal yaptırımının, Avrupalı şirketlerle de yoğun temas ve projeleri olan Türk savunma sanayiini etkilemeyeceğini öne sürmek inandırıcı bir gerekçe değildir.
Avrupalı şirketler de katılabilir
ABD yaptırım uygulamaya, hatta gelişmelere göre bunları artırmaya başlarsa Amerikan savunma şirketlerinde ortaklığı bulunan Avrupalı şirketlerin ABD’nin yaptırımlar rejimine katılmayacaklarını kim garanti edebilir?
Bir çıkış yolu bulunmadığı takdirde bundan sadece Türk savunma sanayii değil, Türk ekonomisinin de ağır hasar alması kuvvetle muhtemeldir. Özellikle Türk ekonomisinin kırılgan bir döneminde bu tablonun ortaya çıkması halkın birçok kesimini doğrudan etkileyecek sonuçlar doğurabilir. Bu karamsar ortamda suret-i haktan görünen hangi ülke Türkiye’ye destek verecektir?
Meselenin diğer bir yönüne ise 2020 Haziran ayında Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Aleksey Yerhov şöyle açıklık getirmiştir: “Türkiye’nin bizden satın almak istediği ürünü biz sattık. Satış yaptık. Sizden parayı aldım, aracı verdim. Araç sizin. İster plaja gidin ister patates taşıyın; isterseniz üstüne makineli tüfek monte edin savaşa katılın; onu garajda saklamak sizin doğal hakkınız.”
Rus Büyükelçi bir yandan Türkiye’nin egemen kararına küstah bir tavırla da olsa ‘saygı’ gösteriyor. Diğer yandan, S-400’lere dair kararımıza nereden alındığı belli olmayan ‘yetkiyle’ müdahale ediyor.
Rus Büyükelçinin itirafı
Rus Büyükelçi aslında füze savunma sistemi tedarikiyle ilgili bir başka gerçeği de itiraf etmektedir. O da şudur: sistem hazır alınmıştır. İçinde ortak üretim, teknoloji paylaşımı ve Türk savunma sanayii şirketlerinin üretim payı yoktur. Türkiye’nin zamanında egemen kararıyla kendisinin belirlediği altı kriterden en az üçü karşılanmamıştır. O zaman şu soruyu sormak meşru ve geçerlidir: Egemenlik bunun neresindedir?
S-400 sistemini tedarik edenler ve bunu egemenliğimizle eşdeğer görme yönünde tutum takınanlar bu sorulara geçerli ve inandırıcı yanıt vermekle mükelleftir. Hal böyle olmakla birlikte, o çevreler halen adeta bir nevi ‘bayram havası’ yaşamaya ve yaşatmaya devam etmektedir.
Önümüzdeki kısa dönemde ortaya çıkması ve başta Türk savunma sanayii olmak üzere Türk ekonomisini derinden etkileme olasılığı bulunan bu durum karşısında ne yapılmalı sorusuna yanıt aramalıyız.
Ne yapmalı?
Öncelikle zamanında mevcut kadrolar tarafından belirlenen savunma sanayii tedarik programlarına dair kriterlere geri dönmeli, bunları yeniden sahiplenmeliyiz.
Bunlar arasında ortak üretim iş birliği modeline göre tedarik edilecek sistemlerin Türk savunma sanayii standartlarıyla uyumlu olmasına azami özen göstermeliyiz. Başta Hava Kuvvetleri olmak üzere ülke savunmasında yer alan tüm kuvvetler için hayati önem arzeden silah sistemlerinin kurumsal yaptırımlardan etkilenmemesini sağlayacak adımları süratle atmalıyız. Aksi takdirde ortaya çıkacağına kesin gözle bakılan savunma zaafiyetinden kaçınmanın yollarını bulmalıyız. Bunları yaparken de bir yandan ulusal ihtiyaç ve önceliklerimizi esas alıp, diğer yandan içinde bulunduğumuz İttifakın belirlediği ve bizim de egemen irademizle katıldığımız kararları gözetmeye itina göstermeliyiz.
Teknoloji ve ortak üretim şart
Uzun yıllardır gereksinim duyulan füze savunma sistemlerini ulusal temelde yürütmek, bu bağlamda ikili çerçevelerdeki anlaşmalardan ve özellikle hazır satın almadan kaçınmak gerekiyor. Teknoloji paylaşımı ve ortak üretin içermeyen, Türk savunma sanayii firmalarının yer almadığı ve standartlarımıza uymayan stratejik sistemleri tercih etmemeliyiz.
Bu bağlamda, S-400 sistemini aktif hale getirme tasavvurunu bir yana koyup, savunma sanayiimizi, yüksek irtifa uzun menzil kabiliyetine sahip ulusal füze savunma sistemi geliştirmeye hazırlamak gerekiyor.
Bu çerçevede uluslararası bir konsorsiyum içinde, örneğin Avrupa menşeli EUROSAM üretiminde yer alıp teknoloji paylaşacak, ilk aşamada ortak üretim yapacak bir konuma getirmeliyiz. Rusya, ABD, Çin gibi seçeneklerden uzak durmalı, EUROSAM gibi çok taraflı bir iş birliği modelini ulusal mimarimizi tesis etmek üzere tercih etmeliyiz. Egemenliğin gereğini, şimdi olduğu gibi değil, ulusal temelli bir füze savunma mimarisi hedefiyle ve ilk aşamada çok taraflı bir çerçevede yerine getirmeliyiz.
(*) Kayıtlarda bunun tek istisnası olarak Macaristan’ın 2014’te Rusya’dan satın aldığı 3 adet kullanılmış Mi-8T nakliye helikopteri görünüyor. Hatırlatma için Arda Mevlutoğlu’na (@orko_8) teşekkürler. Öte yandan kullanılmış nakliye helikopterlerinin hava savunma füzesi gibi stratejik önemde bir silah sistemiyle karşılaştırılamayacağını da hatırlatmak gerekiyor. (Güncelleme: 27 Aralık 2020 saat 12.30.)