İşe bir açıdan baktığınızda şu yoruma varmak mümkün: CHP ve İYİ başta olmak üzere muhalefet sıkıntı içindeki esnafa, üreticiye, işçiye, işsize hitap ettikçe Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan AK Parti’nin dayandığı oy tabanının, özellikle de esnaf tabanının erimekte olduğunu gördü. Esnafın tek sorununun yetersiz pandemi destekleri, ekonomik durgunluk, alım gücünün düşmesi değil de faiz olduğunu düşündüğü için de dayanamadı, Merkez Bankasına faiz düşürme baskısı yaptığını övünülecek bir şeymiş gibi söyledi.
TRT’nin 1 Haziran’daki canlı yayınında söylediklerinden söz ediyorum.
Bunun sonucunda da Türk lirası dolar karşısında birkaç saat içinde yüzde 4 daha değer kaybetti. Düşünün ki, ABD Başkanı Joe Biden 24 Nisan’ı Ermeni Soykırımı Anma Günü olarak ilan ettiğinde, Erdoğan -yüksek perde hitabet dışında- karşılık vermediğinde dahi yüzde 5 düşmüştü. Bunun üzerine, göreve getiriliş amacı faiz düşürmek olarak algılanan MB Başkanı Şahap Kavcıoğlu’na piyasaları soğutma işi düştü. Başkan, “Erken gevşeme beklentisi ortadan kalkmalı” dedi. Sanki beklentiyi dile getiren Cumhurbaşkanı değilmiş gibi.
İşe bir başka açıdan baktığınızda ise şöyle bir yorum da mümkün görünüyor: Son gelişmeler, Erdoğan’ın devlet yönetiminde kontrolü elden kaçırmakta olduğu, en azından otoritesinin zayıfladığı algısına yol açınca, dosta düşmana iplerin kimin elinde olduğunu bir kez daha hatırlatma ihtiyacı duydu. Bunun da çok iyi bir şey olduğu zannıyla, Merkez Bankasının kağıt üzerinde kalan bağımsızlığını da ezdi geçti, doları ortada gerekçe dahi yokken bir daha patlatan faiz çıkışını yaptı..
Dış politikada kontrol kaybı
Nedir o Erdoğan’ı otoritesini yeniden gösterme ihtiyacına sevk eden gelişmeler?
Bir tanesini kendi söylüyor zaten: dış politika. Özellikle de ABD ile ilişkiler. Aynı TRT yayınında Bush’la, Obama ile, Trump ile de çalıştığını ama Biden ile yaşadığı “gerilimi hiçbiriyle yaşamadığını” söylüyor. Hatta kendisine “aptal olma”, “kabadayılık yapma” diye mektup yazan, iki defa döviz kuru operasyonu çeken, F35’leri yasaklayıp S400 yaptırımı ilan eden Donald Trump ile “çok rahat ve huzurlu” çalıştığını söylüyor. Neden? Çünkü hep görüşebiliyorlarmış. Biden ile asıl sorununun kendisiyle diğerleri gibi sık sık görüşmemesi, devletten devlete ilişki kurma siyaseti olduğunu anlıyoruz. Gerçi Biden kimseyle kankalık yapmıyor ama Erdoğan’ın dış politika kriteri kendisiyle sık sık görüşülmesi. Biden ile 14 Haziran görüşmesine de böyle baktığını söylüyor.
Bir yandan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Batı ile ilişkilerin rayına girmesi uğruna kendisine Ankara’da meydan okuyan Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias’ı Atina’da kucaklayıp yanaklarından öpecek, diğer yandan Cumhurbaşkanı ilişkileri, devletlerarası kurumsallıktan çıkarıp kendisiyle doğrudan temas kurulmamasına indirgeyecek.
Türkiye Cumhurbaşkanı önemli bir görüşme öncesi siyasi muhatabına zaafını böyle gösteremez, göstermemelidir.
Dış politikada kontrolü, muhataplarının kendisini doğrudan araması girişimine bırakmaktır bu.
İç politikada kontrol kaybı
İç politikada kontrol kaybı algısının ilk sırasına Sedat Peker videolarını koymak işi kurumsallıktan uzaklaştırmak olur. Gerçi son zamanlarda halkın algısı bakımından vitrindeki sarsıntı o oldu. Cumhurbaşkanının İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya destek vermesi, o da kendi talebi üzerine iki hafta aldı. Çok yanlıştı. Ya hemen destek vermeli ve soruşturma başlatmalı, ya da tam kontrolün kendisinde olduğunu göstermek için hemen görevden almalıydı ki Soylu bunu işin başında söylemişti. Şimdi, İçişleri Bakanlığına, Soylu’nun zımnen hedef aldığı isimlerden Selami Altınok’un getirileceği söylentileri var ki hatırlayacaksınız. Altınok’un ismi Soylu 2020’de istifasını verdiğinde, MHP lideri Devlet Bahçeli devreye girmeden önce kulislerde dolaşmıştı. Böyle bir durumda Soylu’nun yerine Altınok, ya da bir başka ismin Erdoğan’ın otorite gösterisi yerine zafiyeti olarak algılanması ihtimali de var.
Yine de iç politikada kontrol kaybı otorite zafiyeti algısının ilk sırasına Bahçeli’nin ilan ettiği MHP’nin yeni Anayasa taslağını koymak lazım.
Bahçeli, kendisi sayesinde kabul edilen mevcut Anayasadaki “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” tanımını iğreti buluyor, yerine -bence de daha doğru tanım olan- “Türk Tip Başkanlık” diyordu ama en önemlisi “kurumsallık” istiyordu. Erdoğan kabinesinin Anayasal zemini olmadığını söylüyor, Cumhurbaşkanı yardımcısı sayısını Erdoğan’ın arzusuna göre artırılıp azaltılabilir olmaktan çıkarıp ikiyle sınırlanmasını, onların da seçimle gelip keyfe göre görevden alınmamasını öngörüyordu.
İç politikada Erdoğan’a son zamanlardaki en ciddi darbe buydu. Erdoğan, kendisini iktidara getiren 2002 seçiminden bu yana bütün erken seçim ve referandum taleplerinin Bahçeli’den geldiğini unutmuyordur herhalde.
Ekonomide kontrol kaybı
İç siyasetle ekonominin kesişme noktasında muhalefet partilerinin pandemiden bunalan kesimlerin sesini dinleyip duyurmaya başlaması bulunuyor.
CHP lideri kemal Kılıçdaroğlu ve İYİ Parti lideri Meral Akşener’in doğrudan sokağa inip nabız tutmaya başlaması, HDP’nin “128 milyar dolar nerede?” dahil daha “Türkiye partisi” yaklaşımında muhalefet yürütmeye başlaması, DEVA Partisi lideri Ali Babacan’ın ekonomik söylemleri ciddi yankı buluyor. Akşener dün Meclis konuşmasında kürsüyü herşey serbest bırakılırken serbest bırakılmayan sanat ve kültür faaliyetlerini dile getiren müzisyen Burhan Şeşen ve Rizeli çay üreticisi Avni Ertaş’a bıraktı.
AK Parti tabanında önemli yer turan esnaf ve küçük üreticinin tepkisi cami açılışlarıyla ve “biz gidersek” tehditleriyle giderilebilecek boyutu aştı. Erdoğan ise ekonomideki her sorunun kaynağını faizde gördüğü için esnafın tek derdinin da faiz olduğunu düşünüyor ve çıkışı orada görüyor. Faiz konusundan vaz geçmediğini de söylüyor zaten.
Ankara siyasi kulislerine yansıdığı kadarıyla Erdoğan ekonomi yönetimi konusunda sadece duymak istediklerini dinliyor. Erdoğan’a ekonomide neyin ne olduğunu gerçeğe en yakın şekilde aktarmaya cesaret edebilen son kişinin Merkez Bankası başkanlığı sadece dört ay sürebilen Naci Ağbal olduğu konuşuluyor. Dolayısıyla Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan dahil, ekonominin kilit noktalarındaki isimlerin vermeye çalıştığı bilgilerin duvardan dönmesi söz konusu.
Kontrol kaybının olmadığını gösterme ihtiyacı
Hem Turgut Özal hem de Süleyman Demirel dönemlerinde devlet görevinde sonrasında siyasette bulunmuş bir iktisatçı kaynağımla da konuştum bu tabloyu. Artık aktif siyasette olmadığı için ismini vermek istemedi. Ama Erdoğan’ın 1 Haziran’da TRT’de sergilediği tutumun hem Özal hem de Demirel’in kontrolün ellerinden çıkmakta olduğunu gördükleri zaman giriştikleri gövde gösterilerine çok benzediğini söyledi.
Bakalım Erdoğan’ın bu otorite gösterilerinin sonucu nasıl olacak?