Diyarbakır’da kurulu Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi (DİTAM) 10 Haziran akşamı “Salgının ve Ekonomik krizin Kürt Meselesine Etkileri – Barış Süreci Yeniden Mümkün mü?” başlıklı bir çevrimiçi toplantı düzenledi. KONDA Araştırma Şirketi genel Müdürü Bekir Ağırdır konuşmacıydı. Başlıktaki soru konusundaki tartışmalara da geleceğim. Ama önce iki buçuk saatlik toplantının ana ekseninin kısa sürede “İktidar bloku oy kaybederken muhalefet bloku neden kazanamıyor?” sorusuna yanıt aramaya dönüşmesi üzerinde durmalıyım.
Bekir Ağırdır’ın “neden kazanamıyor” sorusuna yanıt olarak birkaç yıldır kullandığı “otoyol benzetmesi” var. Bazı araçlar artık AK Parti şeridinde devam etmekte kararsız, ama başka yollara direksiyon kırmak yerine aracı sağa çekip beklemeye geçiyor. Bu kitlenin AK Parti’yle eski gönül bağını kaybetmiş olmasının tek nedeni ekonomik sıkıntılar, ya da artık birbiri peşine patlayan yolsuzluk, kayırmacılık iddiaları, idari beceriksizlikler mi? Ya da AK Parti-MHP ittifakıyla ilişkisini “park etmiş” olduğu halde neden muhalefet blokuna, CHP-İYİ Parti ittifakına, ya da diğer partilerin şeridine katılmıyor?
Ağırdır’a göre bunun bir nedeni de muhalefetin, iktidara geldiğinde ne yapacağı ve ne yapmayacağını seçmene net bir şekilde anlatmakta yetersiz kalışı. Muhalefet partileri son dönemde iktidarın açıklarını yakalayıp üzerine gitmekte çok yol kat etti. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve İYİ Parti lideri Meral Akşener başta olmak üzere muhalefet liderlerinin çıkışları Cumhurbaşkanı ve AK Parti lideri Tayyip Erdoğan’ı savunma pozisyonuna itti. Ağırdır 9 Haziran’da T24’te Murat Sabuncu’ya Erdoğan ve AK Parti yönetiminin sorunları (örneğin son olarak “Aç varsa doyursunlar” gibi) ele alış biçiminin toplumu “incittiğinin” görülebilediğini söyledi. Ancak örneğin Medyascope’ta Ruşen Çakır’a konuşan MetroPoll Araştırma Şirket Genel Müdürü Özer Sencar da, Sedat Peker videolarının sanıldığı gibi iktidar saflarından muhalefet saflarına ittiğine dair henüz somut gösterge olmadığını söylüyor.
Erdoğan’ın ise hâlâ güçlü bir silahı var: “Ben gidersem dindarlardan intikam alacaklar” söylemi bu silah. Kılıçdaroğlu son günlerde “İntikam almak yok, sadece yolsuzluk yapanlar yargılanacak” söylemiyle ne yapıp ne yapmayacaklarını söylemeye başladı. Kılıçdaroğlu ve müttefikleri bu söylemi geliştirip “sağa park etmiş” seçmeni iktidar şeridinden muhalefet şeridine geçmeye ikna edebilecekler, ikircikli seçmene güven verebilecekler mi? Mesele biraz da bu.
Kovit eşitsizlikleri sınıfsal zemine kaydırdı
Bu mesele, DİTAM toplantısının konusu olan Kürt meselesiyle de yakından bağlantılı. O zamana dek Kürt sorunundan bahseden Erdoğan, 2015’te HDP’nin önceki eş-başkanı Selahattin Demirtaş’ın “Seni başkan yaptırmayacağız” sözünden itibaren “Kürt sorunu yok, PKK terörizmi var” demeye başlamıştı. DİTAM toplantısında söz alan bazı konuşmacılar ise PKK’nın da HDP’ye verilen oyları kendi -örneğin kanlı hendek-barikat kalkışması gibi- çizgilerinin onayı gibi algılandığından şikâyet ettiler. Hatta CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Kürt aktivistlerinin de artık kendilerini baskı, kırım ve yenilgilere sürekli mahkum eden mevcut mücadele çizgisinden hüsrana uğradığını, ayrılıkçı çizgi yerine Türkiye’nin yönetiminde pay sahibi olmak istediklerini örnekleriyle açıkladı. Sezgin, doğu ve güneydoğudaki seçmenin de artık “kaybetmek üzere” siyaset yapmaktan, ya da oy vermekten bıktığını söylemek istiyor. Burada bütün muhalefet partilerine iş düşüyor.
Ağırdır’ın önemli bir saptaması oldu: Kovit salgını ve ekonomik sıkıntılar, eşitsizlik uçurumunu artırdı, hane halkının sağlık, geçim, eğitim, barınma gibi sorunlarını öne çıkararak çelişkiyi sınıfsal bir zemine kaydırdı. Her 100 haneden 30’unun gündelik hayatlarını ekside sürdürdüğünü, 2 milyon 800 bin öğrencinin, okulların kapalı olması nedeniyle öğle yemeği öğünlerini geçiştirmek zorunda kaldığını rakamlarıyla açıkladı Ağırdır. Çok ağır dertler bunlar. “Kimlik sorunu gibi soyut konular somut sorunlar içinde eridi” saptaması buna dayanıyor. Ağırdır bunu kimlik sorununu hafife aldığı için değil, diğer sorunların ağırlığının Türk, Kürt demeden milyonları sınıfsal temelde yaklaştırdığına işaret etmek için söylüyor. HDP’nin Türkiye siyaseti yapıyoruz” demesinin yetmediği, kimlik siyasetini tek başına anlam ifade etmediği bir ortamdayız artık.
Kovit salgını, zaten 2019 yerel seçimlerinde Erdoğan ve AK Parti’nin aldığı yenilgiyle somutlaşan zemin kaymasına çarpan etkisi yaptı, hızlandırdı. Dünyanın ve Türkiye’nin hızla değişip Kürt sorununun bileşen ve aktörlerinin değişmediğini -değil kırk yıldır aynı kaldığını ve PKK hedeflerine ulaşana dek de aynı kalacağını söylemek gerçekçi de değil, doğru da değil.
Barış sözcüğünü eğer -Türkiye’nin en önemli siyasi sorunlarından olan- Kürt meselesine meşru parlamenter zeminde çözüm diye anlıyorsak, toplumda bunun karşılığı var. Ama defalarca denenmiş PKK ile kapalı kapılar ardında müzakereye yeniden başlanması diye anlıyorsak bunun ne (ırak ve Suriye’deki gelişmeleri de dikkate alarak) güncel bir zemini ne de toplumda bir karşılığı var. Erdoğan’ın “Yeter ki başta kalayım” anlayışıyla başlattığı PKK’nın da kendi çıkarlarını Suriye’de ABD ile IŞİD’e karşı işbirliği üzerinden maksimize etmek üzere katıldığı son “diyalogun” nasıl sonuçlandığından herkes bir ders çıkarmalı.
Başa dönersek, muhalefetin sadece iktidarın zayıfladığı üzerine yürüttüğü kampanya iktidara oy kaybettiriyor ama ona oy kazandırmıyor. Erdoğan iktidardan gittiğinde ne yapıp ne yapmayacaklarını somut olarak anlatmaları gerekiyor.