Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 17 Kasım’da faiz düşmeli dedi. Merkez Bankası Para Politikası kurulu (PPK) 18 Kasım’da politika faizini 16’dan 15’e düşürdü. Türk lirası dolar ve Avro karşısında biraz daha değer kaybetti. Avro 12,5 lirayı, dolar 11,5 lirayı gördü. İlk sonucu, beklenebileceği üzere benzin, mazota, gaza zam daha gelmesi. Olan halka oluyor Erdoğan bunu neden yapıyor? Bir Cumhurbaşkanı ülkesine bunu neden yapar?
Erdoğan 2018 seçimlerinden önce “Bu kardeşinize yetkiyi verin, dolar da düşecek, faiz de enflasyon da” demişti. Yetkiyi aldı. Sonuç ortada. Türk lirasının sadece son bir yıl içinde değer kaybı yüzde 30. Cebimizdeki para her geçen gün eriyor. İstifçilik geri geldi. Bakkallar ayçiçekyağı şeker gibi gıda maddelerini, fiyat artacak korkusu ve beklentisiyle. Türkiye 1990’lara değil, 1970’lere dönüyor. MHP destekli AK Parti iktidarı ülkeyi bir ucuz işgücü deposuna çevirdi. Ama yatırım gelmiyor. Cumhurbaşkanı TÜSİAD’a ve diğer sermaye gruplarına öfkeli; faiz düşüyor ama yeni yatırım yapılmıyor diye. Yabancılara öfkeli, neden gelmiyorlar diye?
Bu tablodan daha vahimi şu
Erdoğan güvensizliğin Türkiye’ye değil kendisine olduğunun farkında değil.
Bu tablodan daha vahimi Erdoğan ve destekçilerinin bu yapılanların tamamen doğru olduğuna inanmaları ve psikolojik propaganda operasyonlarıyla kötüyü iyi göstermeye çalışarak oy avcılığına çıkmaları.
Bunu mesleki kaderlerini iktidarın kaderiyle birleştirmiş gazeteciler sayesinde öğreniyoruz. İyi ki onlar da var.
Hürriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Hande Fırat’ın Cumhurbaşkanlığı kaynaklarından aktardığı “Faiz indirimi politikasının nedenleri?” başlıklı yazıdan öğreniyoruz.
Cumhurbaşkanlığı kaynaklarına göre, bugüne kadar başımıza gelenler, daha geleceklerin teminatı. Çünkü “acı reçete” daha yolda. Faizi buna rağmen indiriyormuş hükümet, siyasi faturanın farkında olmasına rağmen. Neden mi? Çünkü faiz düşünce yatırım gelecek, istihdam artacak, halkın memnuniyeti geri gelecek ve bu sayede 2023 seçimlerinde MHP destekli AK Parti iktidarını sürdürecekmiş.
Nasrettin Hoca fıkrası gibi, değil mi?
Görüldüğü gibi bu stratejik akıl büyük bir varsayıma dayanıyor: faizle birlikte işçi ücretlerini düşürürsem yatırım ve ihracat artar.
Erdoğan güvensizliğin Türkiye’ye değil, kendisine olduğunun, sorunun kendisi ve yönetimindeki belirsizlikten kaynaklandığının farkında değil.
Erdoğan neye güveniyor? Elvan gidecek mi?
Öncelikle, Covid-19 salgını nedeniyle yaşanan kapanma, Çin kaynaklı tedarik zincirlerinin aksaması sonrasında görülen sanayi ihracatı patlamasının kalıcı olacağına inanıyor.
Ankara’da konuşulan şu ki, ekonomi kurmayları, Nurettin Canikli’den Erişah Arıcan’a, Cemil Ertem’den Yiğit Bulut’a, Meltem Taylan Aydın’a, Mehmet Muş’a dek Erdoğan’ı ihracat patlamasının kalıcılığına, kur artarsa işçi ücretleri düşeceği için yatırımcının Türkiye’ye koşacağına inandırıyorlar. (*) Hazine ve Maliye Bakanı Lütfü Elvan’ın 16 Kasım’da Sermaye Piyasaları Komitesinde yaptığı konuşmanın belli satırlarını Erdoğan’ın önüne koyulmasıyla, Erdoğan’ın 17 Kasım’da AK Parti TBMM grubunda, Elvan’a bakarak “Faizden yana olanlar bizden değildir” demesi arasında neden sonuç ilişkisi mevcut.
Elvan bir gün önce “enflasyonda istediğimiz seviyede değiliz” ve “her kurum kendi işini yapmalı” anlamında konuşması Merkez Bankası ve dolayısıyla Erdoğan eleştirisi olarak yorumlanmıştı.
Elvan alkışlamayarak artık kalmak istemediğini de gösterdi ama Erdoğan uygun bulmadıkça görevden ayrılmak iradesine gösteren de az günümüz Türkiye’sinde. Örnek Türk Hava Kurumu kayyumu; ayrılamıyor.
Elvan giderse yerine kim mi gelir? Mutlaka Erdoğan’ı Türkiye’ye ve halka bu fenalığı reva görmenin yararlarına, diyanet dünyasında yerini bulacak şekilde inandıranlardan, ya da onların desteklediklerinden biri gelir. İsim o kadar önemli değil artık.
Kötümser senaryolar
Hande Fırat’ın Cumhurbaşkanlığından bildirdiğine göre bu hayli riskli ekonomi politikasının amacı 2023 Haziranına dek ekonomik tabloyu halkın yüzünü güldürecek şekilde tersine çevirmekmiş.
Ne kadar ver 2023 haziran seçimlerine? On sekiz ay (ramakla 18 ay) var. Bütün göstergeler 2022 ve 2023’de büyüme rakamlarının -az önce değindiğimiz koronavirüs kapanması sonrası ihracat patlamasının getirdiği- büyüme rakamlarının altında olacağını gösteriyor.
Bu on sekiz ay içinde yerli ve yabancı sermaye fabrikalar dikip üretime geçip, işsizliğe son verip seçmenin yeniden AK Parti-MHP’ye koşmasını mı sağlayacak?
Yoksa Türkiye’nin daha bir yıl öncesine göre yüzde 30 ucuzlamış fabrikaları, kurumlarının yabancı sermaye tarafından satın alınması mı umulacak? Muhalefette böyle bir endişe de var. Aklınıza sadece Katar gelmesin, sadece Erdoğan’ın yeniden barışmaya karar verdiği Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail gelmesin. Sadece zayıf ekonomileri neredeyse ülke ülke alan Çin de gelmesin. Erdoğan, Arap ülkeleri bir yana, Çin ve Rusya’yla rekabeti öne çıkaran ABD ve AB ülkelerinin gelmesini istiyor, onu umuyor daha çok.
Bir de karşılıksız para basıp asgari ücreti artırıp halkın cebinde alım gücü düşmüş parayı suni olarak artırmayı.
Bir de hiç söz edilmeyen…
Karanlık senaryolar demişken… Dövizdeki artış ihracatçıları umutlandırıyor belki ama ara mal ithal edip üretim yapanları zora sokuyor. Bir de neden bilinmez, bu bahiste hiç geçmeyen savunma ihtiyaçları var. Evet, Türkiye son dönemde yeni bir atılım yaptı savunma sanayii alanında. Ancak stratejik silahlarda hâlâ belli bir bağımlılık var. Örneğin Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın doğal olarak çok önemsediği, olmazsa başka yerden alırız dediği yeni parti F-16 alımı. Bunlar hep dolar, Avro, Sterlin, Ruble demek.
Ama aradan sadece CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Beşli Çete” dediği Erdoğan’a yakın inşaatçılar kazanmıyor, elinde döviz tutan kesim olarak. Faiz indirimlerinin süreceğinden emin olan belli şahıslar, belli çevreler de kazanıyor. Aldıkları 3-4 maaşla yetinmeyenler dahil. Belki bazıları giderayak olabildiğince küpü doldurmak niyetinde. Başkasına ne olduğu umurlarında değil.
Siyaset biliminde “küçük ve ayrıcalıklı bir grubun iktidarda olduğu” yönetim şekline “oligarşi” deniyor.
Oraya doğru gidildiğinden endişe ediyorum.
Notlar
(*) Nurettin Canikli bu cümle üzerine bir açıklama gönderdi. Canikli özetle, döviz kuru ile yatırım ve istihdam arasında geriletici bir ilişki olduğuna dair bir bilimsel kanıtın olmadığı, çünkü kur artışı yoluyla ithalatın cari açığı ortadan kaldıracak şekilde azaltılmasının mümkün olmadığını söylüyor. Düşük ücretler üzerinden rekabet avantajı sağlamanın Türkiye gibi değil, kişi başı milli gelirin 1000 doların altında olduğu ülkeler için geçerli olduğunu söyleyen Canikli, kur yoluyla ücretlerin düşürülerek avantaj sağlama görüşünde olmadığını, buna açıklık getirmek istediğini yazdı.
* Güncelleme: 19 Kasım 2021, saat 18.44