Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 16 Aralık’ta uzun süredir beklenen açıklamayı yaptı ve asgari ücreti 4253 lira olarak ilan etti. Bu açıklama, Merkez Bankasının politika faizini yüzde 15’ten 14’e düşürmesinin ardından geldi. Sabah saatlerinde zaten 15 lira çıtasını aşan dolar böylece 15,5 lira düzeyine yerleşti. Ve yine böylece 2825 liralık asgari ücretin uygulandığı Ocak 2021’de 380, asgari ücretin 4000 lira ve üzeri olması gerektiğinin tartışılmaya başladığı sıralarda 290 dolar civarında olan asgari ücret, tarihteki en yüksek yüzdeli artışa rağmen 280 dolar civarına düşmüştü. Yani rakam yükseliyor ama alım gücü azalıyordu.
Perşembenin gelişi
Ama perşembenin gelişi çarşambadan belliydi.
Dün akşam (15 Aralık) bulunduğum özel bir toplantıda ihracat da yapan önemli bir sanayici “Üretimimiz devam ediyor” diyordu; “Verim de yüksek, sınırına geliyoruz. Ama artık maliyet hesabı yapamıyoruz, bütçe yapamıyoruz; daha yaparken değişiyor”. Varsıllar maliyet hesabı yapamayıp önlerini görememekten şikayetçiysek yoksulların iki yakayı bir araya getirme sorunu büyüyor. Bu bir bilek güreşine dönüşüyor.
Ne mi demek istiyorum?
ABD Merkez Bankası FED’in faiz oranını aynı tuttuğu haberi geldiği sırada, aynı toplantıda bulunan ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a yakınlığıyla tanınan bir başka yatırımcı etrafında toplandı diğerleri. Acaba Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) da 16 Aralık’taki toplantısında faizi değiştirmeden tutabilir miydi? Çünkü Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin 11 Aralık toplantısında yatırımcılara söylediğini böyle yorumlamışlardı.
Bilek güreşi ve oyun planı
Erdoğan’a yakın iş insanı “Sanmıyorum” dedi; “Hükümet kararlı, bir puan olsun indireceklerini sanıyorum.”
Mesele Erdoğan ile ekonomik sistem arasındaki bir bilek güreşine dönüşmüş durumda.
Bu bir güreşinde Erdoğan sonuna dek gidecek gibi görünüyor. Erdoğan’ın son ekonomik hamlesini hararetle savunan ve bunu İstanbul sermayesini dize getirme operasyonu olarak gören, Beştepe ile doğrudan irtibat içindeki bir iş insanı şunları yazdı bana bu sabahki piyasa hareketliliğini tartışırken:
• “MB bugün faiz kararını açıklayacak. Hükümetin direnci belli, faizi aşağı çekecek. Karşısında sert bir muhalefet var. Haliyle dolar kuru da yukarı çıkıyor ama nereye kadar?
• “Havuzdaki TL bitmek üzere. Banka mevduatlarının %60’ını geçti döviz hesapları. Piyasaysa TL ile dönecek. İşin matematiği var. Bankalar, finans kuruluşları mecburen satacak o dövizleri.
• “Tabii bu arada paramı güvenceye alayım deyip üç beş dolar döviz alan amcalar, ablalar da çıra gibi yanacaklar. Burada önemli olan hükümetin ve karşıtlarının dayanma kapasitesidir; bileğin büküldüğü an çan eğrisi aşağı doğru döner.”
Neye güveniyor?
Erdoğan ve ekibi bu oyun planına ve sanayi sermayesinin lira takatını tüketip artık elindeki dövizi satmak zorunda kalmasına güveniyor.
Nitekim, Nebati’nin yatırımcılarla toplantısında her biri 100 milyon dolar bozdursa güvesizliğin aşılabileceğini söylemesi de bunu gösteriyor.
Ama bu arada hesap edilmeyen, Erdoğan’ın “yastık altı” dediği, mali sistemin, bankacılık sisteminin dışındaki döviz ve altın miktarı. Uğur Gürses geçenlerde bankalardaki döviz miktarının bozdurulmadığını ama çekilip “yastık altına” atılmasının hızlandığını yazdı. Bunu önlemenin yolu olarak da her ne kadar serbest piyasaya müdahale olmayacağı söylense de döviz hesaplarına belli bir kontrol getirilmesi görülüyor olabilir. Bunun çıkışı önleyip önlemeyeceğini zaman gösterecek ve o zaman çok da uzak olmayabilir. Dengeler saat saat değişiyor.
Güven meselesine gelince. Erdoğan’ın “artık danışmadığı” yeni duyurulan hukukçu İzzet Özgenç’in ekonomik nedenlerle olağan üstü hal gelebileceği sözlerinin yalanlanması bile neredeyse iki gün aldı. Yalanma da AK Parti’den geldi, hükümetten değil. Erdoğan’ın müttefiki MHP lideri Devlet Bahçeli’nin tepkisi ise daha da ilginçti. Tek başına onu okuyan OHAL spekülasyonunun hükümet tarafında bilinen bir kaynaktan değil, CHP, İYİ Parti ya da HDP’den geldiğini düşünebilirdi.
Güvensizlik böyle mi aşılacak?