Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 16 Aralık’ta 4253 lira asgari ücreti ilan ederken başına geleceği tahmin ederek dolar hesabına vurmayın dedi. Çünkü dolar hesabına vurunca yüzde 50 rekor artışa rağmen o parayla daha az gıda, elektrik, ulaşım satın alınabileceği ortaya çıkıyordu. Yüzde 50 artış zaten gerçek enflasyonun ilanı gibiydi. Ama vatandaş Erdoğan’ın dolardan uzak durun sözüne pek aldırmadı, alabilen dolara, altına hücuma devam etti, 17 Aralık sabahı artık 16 Türk lirasıyla 1 ABD doları alınabiliyordu. Evet sorun güvensizlik ve güvensizlik devam ediyor ama bu güvensizlik ve kırılganlık sadece ekonomi ve iç politikayı değil, dış politika alanını, Türkiye’nin dış ve güvenlik çıkarlarını da etkiliyor ne yazık ki.
Ekonomi bu haleyken dış politika önceliği de ister istemez kaynak bulmaya yoğunlaşmış durumda. Döviz krizinin ilk işaretlerinin geldiği bahar aylarında Mısır ile normalleşme hamlesinden, yakın zamana dek düşman sayılan Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile barışmaya ve en son Ermenistan ile yumuşamaya dek hemen bütün dış politika adımları bu amaçla atılıyor.
Parmak sallarken para istemek kolay değil
Başarılı dış politika başarılı ekonomiye kapı açar. Mustafa Kemal Atatürk İstiklal Savaşını kazandıktan sonra bu nedenle önce işgalci İngiltere, Fransa, İtalya ile siyasi ve ekonomik iş birliği aramış ve sağlamıştı. Yurtta Sulh, Cihanda Sulh hedefi bunu simgeliyordu.
AK Parti’nin sarıldığı Değerli Yalnızlık bahanesi Yurtta Sulh, Cihanda Sulh sloganından sapmanın sonucudur.
Aradığınız dış yatırım, komşularına durmadan parmak sallayan, her kafası kızdığında diplomatik ilişki kesen yere gelirken iki değil üç defa düşünür. Çünkü bir de yönetiminizin mahkemelere siyasi müdahale algısı ve siyasi öngörülemezlik sorunu vardır.
Kavala bırakılır, S.Arabistan ve İsrail ağırlanır
Dahası, ekonomiyi toparlamak için dış kaynak beklediğiniz ABD, AB ve Körfez ülkeleri iç politikada en fazla hedef gösterdiğiniz ülkelerse bunun sürdürülebilirliği olmaz.
Gün gelir duvara çarpar, özellikle de askeri diplomasi sayesinde elde ettiğiniz mevzileri destekleyecek ekonomik gücünüz yoksa.
Örnek mi? Eylül ayında ABD’den istenen yeni F-16’ların 10 milyar dolar maliyeti olacağı basında yer almıştı. Başvurunun yapıldığı Eylül sonunda dolar 8,6 liraydı. Hatırlayın, 9 olur mu endişesi vardı. O zaman F-16’ların maliyeti 86 milyar lira olacaktı; bugün 161 milyar lira.
Duvara çarptık. Dönüşün neden bahar aylarında başladığını ayrıca yazacağım, Sedat Peker hadisesiyle de bağlantısı var. Erdoğan’ın Osman Kavala’nın serbest bırakılmasını isteyen 10 büyükelçinin -bence yanlış bir güç denemesi olan- mektubuna aşırı tepkisini Dışişleri Bakanlığı ve İbrahim Kalın’ın frenlemek için neden o kadar uğraştığını şimdi daha iyi anlayabiliriz. Hasarı azaltmak istiyorlardı.
Gerek Erdoğan gerek Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu gerekse Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati AB ile ilişkileri geliştirmek gerekir diyorlar. Ben bunu Kavala -haksız yere tutulduğu hapisten- serbest bırakılır diye okuyorum.
Kavga yerine diplomasi zorlansaydı
Dışişleri Bakanı daha bir kaç ay önce 15 Temmuz’un arkasındaki güçlerden gördüğü BAE’ye ziyaretinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da geleceği müjdesiyle birlikte veriyor önceki ABD Büyükelçisi Serdar Kılıç’ın Ermenistan’a özel temsilci atandığı haberini.
Sırada, İstanbul Başkonsolosluğunda cinayet işleten, Cemal Kaşıkçı’yı öldürme talimatı verdiği anlaşılan Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Salman’ı ağırlama vardır. Sırada Filistinlilere baskı nedeniyle ilişki kestiğimiz İsrail’le barışma vardır.
Barışma olsun elbet, ama zamanında kavga yerine diplomasi zorlansaydı, emin olun ekonomi de bu berbat durumda olmazdı.
Boşuna demiyoruz başarılı dış politika başarılı ekonomidir diye.