İçişleri Bakanı Süleyman Soylu 14 Mayıs seçimine “siyasi darbe” deyince ortalık karıştı. Muhalefetin her kesiminden sert tepki geldi. Ülkenin asayişinden halkın güvenliğinden sorumlu bakan söyledi bunu. Daha önce de muhalefeti “Cudi’ye, Gabar’a gömmekten” bahsetmişti gerçi ama demokrasinin en meşru zemini olan seçimi darbe saymak ayrı bir ezber bozulması düzeyi.
Çünkü son derece anti-demokratik bu bakışla seçimde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan için çalışmayan herkesi, nüfusun en az yarısını darbeci saymak da mümkün. Yoksa seçimi ve denetlenemeyen iktidar nimetlerini kaybetme korkusuyla sadece bir ezber bozulmasının ötesinde mi bu siyasi tarihte eşi benzeri görülmemiş şiddette çıkış?
Seçime ki hafta kala İçişleri Bakanından gelen bu çıkış muhalif seçmene “Biz iktidarı sizin oylarınızla kaybetsek de teslim etmeyeceğiz” mesajı mı? Sandıkları korumakla görevli polis ve jandarma gücünü kontrol eden İçişleri Bakanı muhalif seçmene 14 Mayıs günü canı tatlıysa evde oturup oy vermeye filan kalkışmama tehdidinde mi bulunuyor yoksa?
Ama atasözü var; armut dibine düşer.
Cumhurbaşkanı camide miting yaparsa
Soylu’dan daha birkaç gün önce Cumhurbaşkanı Erdoğan değil miydi tarihimizde ilk defa cami avlusuna seçim kürsüsü kuran? Erdoğan değil miydi Sultanahmet Camiindeki seçim konuşmasında CHP’nin iktidara gelirse Diyaneti kaldıracağını iddia eden, cami cemaatine siyasi rakibini yuhalatıp “Yuh yetmez, siyasi mevta yapacağız” diyen?
Kendisini ülkenin imamı yerine koyan Erdoğan bunu yapımca cemaatine her şey serbest hale geldi.
Soylu tek değildi. İktidar değişirse aile fertlerinin kaybedeceği çok nimet olduğu ortaya çıkıp kapatılan parasal iddialardan anlaşılan AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Binali Yıldırım, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanlığını kazanırsa Türkiye’yi istila etmek isteyenlerin kazanacağını söylemedi mi?
Bundan yüzyıl önce Mustafa Kemal Atatürk istilacılara ve onların Saray kaynaklı yerli işbirlikçilerine karşı önderlik ettiği savaş sonrası Cumhuriyeti (ve ardından Diyanet İşleri Başkanlığını da) kurarken, Yıldırım’ın da Erdoğan’ın da hayranı olduğu “Keşke Yunan kazansaydı da hilafet kalsaydı” diyen gericiler istilacılarla işbirliği içinde isyan bayrağı açıyordu.
Sadece Soylu ve Yıldırım değil. Adalet Bakanına da geliyoruz.
Çocuğu kime, seçimi kime emanet?
Erdoğan’ın camide siyasi rakibini söylemediği sözler nedeniyle yuhalatmasından sonra Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’a da ayrı bir cesaret geldi; belki de cüret demek lazım.
14 Mayıs seçimi gecesi Kılıçdaroğlu kazanırsa muhalefetin bunu şampanyalar patlatarak, Erdoğan kazanırsa da taraftarlarının “temiz alınlarını” şükür namazı” için secdeye koyarak kutlayacaklarını öne sürdü. Yolunu (Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlığını yaptığı) Erdoğan ve AK Partiden ayırdıktan sonra Gelecek Partisini kurup muhalefet blokunda yer alan Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu yayınladığı sert video mesajında Bozdağ’ın sözlerinin Ceza Kanununun 218’inci maddesindeki, halkın bir kesimini diğerine karşı kışkırtma amaçlı suç olduğunu söyledi. Cumhur ittifakının Hüda-Par ile birlikte son üyesi DSP Genel Başkanı Önder Aksakal’ın muhalefete “küffar” demesini de bölücülük sayan Davutoğlu, video mesajında sandıkların bu Adalet Bakanına mı emanet edilemeyeceğini öne sürüp, sandığa sahip çıkması çağrısı yaptı.
O arada Bozdağ bir bomba daha patlattı: seçmene çocuğunu iktidardan mı muhalefetten mi birine emanet edeceğini sordu. Bunu 2016 yılında yine Adalet Bakanı iken ve tecavüzcülerin de affedileceği bir düzenleme tartışılırken “küçüğün rızasından” bahsedebilen Bozdağ’ın söylediği halkın hafıza ve zekasıyla alay etmekti.
Bir taraf umut, diğer taraf korku ile
Erdoğan şimdiye dek kazandığı seçimleri umut-korku dengesini yerinde kullanarak kazandı. Bu seçimde de ekonomik kriz ve deprem felaketiyle daha da açığa çıkan idari beceriksizlik ve usulsüzlüklere rağmen seçimi “Yine biz yaparız” sloganıyla umudu canlandırarak alma yoluna gitti.
“Biz gidersek” diye başlayan korkutma söyleminde başörtüsü konusu Kılıçdaroğlu’nun yasa teklifine Erdoğan’ın Bozdağ’ı destek için HDP’nin kapısına gönderdiği Anayasa teklifinin suya düşmesiyle gündemden çıktı. Yine Kılıçdaroğlu’nun Alevi olduğunu apaçık söylemesiyle o istismar kapısı da -büyük ölçüde- kapandı. Geriye Diyanet kapatılacak türü söylentiler ve şampanya-seccade fantezileriyle Soylu’nun açık tehditleri kaldı.
Kendisi HDP’nin desteğini alma şansını MHP ve Hüda-Par ittifaklarıyla kaybeden Erdoğan şimdi Emek ve Özgürlük İttifakı Kılıçdaroğlu’nu destekleme kararı aldı diye CHP’yi, İYİ Parti’yi filan PKK ile işbirliği, ABD ile işbirliği ile suçluyor, seçim söylemini seçmeni rakip karalayarak korkutma üzerine kuruyor.
Erdoğan ve Cumhur İttifakı seçimi yüreklere korku salma yoluyla alma çabasındayken, Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı seçimi kendi iktidarlarındaki güzel günler vaadiyle alma çabasında.
İş dünyasında Bay Kemal yüzde 60 küsur
Bir sosyal medya sitesine sızan KONDA anketi sonuçları durumun hala başa baş olduğunu, 14 Mayıs seçimi sonuçlarının milletvekili dağılımını -Cumhur İttifakı aleyhine- belirlese de Cumhurbaşkanı seçiminin 28 Mayıs’ta ikinci tura bırakacağını ve ikinci turda Kılıçdaroğlu’nun kıl payı ile 51-49 alacağı tahmini yapılıyordu. Ancak Muharrem İnce ve Sinan Oğan’ın oylarında başlayan azalma devam ederse Kılıçdaroğlu’nun ilk turda alma ihtimali de ortaya çıkabilirdi. Yoruma göre Muharrem İnce ve Sinanoğan’ın oylarındaki azalma devam ederse Kılıçdaroğlu ilk turda da alabilirdi.
Dün Uludağ Ekonomi Zirvesinde seçim konulu bir panel yönettim; KONDA yöneticisi Bekir Ağırdır ve siyaset bilimci Gülfem Saydan Sanver ile konuştuk. Salonda ilgi büyüktü. Ben de orada bir anket yapayım dedim. Seçim ilk turda biter mi diye sordum. Salonun üçte biri anca el kaldırdı. İkinci soruyu ben sormadan Saydan-Sanver sordu: “Peki, seçimi kim kazanır?” Salonun en az yüzde 60’ı Kılıçdaroğlu için el kaldırdı.
En fazla alkışıysa Ağırdır’ın mutlaka sandıklara sahip çıkılması gerektiği sözleri aldı.
Darbe iftirasıyla seçimi karalama çaresizliği işe yaramayabilir. Miting meydanları da bunu söylüyor sanki.