Başbakan Erdoğan 2011 seçimleri öncesinde İstanbul’da yaptığı büyük mitingde kendisini dinlemeye gelen büyük kalabalığı uzun uzun selamladıktan sonra şöyle der: “Biliyorum, bu sıcakta çok beklediniz, biliyorum sıkıntı var. Gelirken bütün kardeşlerimin bunaldığını, bunu gördüm. Fakat bu yol çile yoludur, eza var, cefa var, ama biliyorum sizde de vefa var.”
2016 yılında Trump’ın beklenmedik bir zafer kazandığı ABD seçimleri öncesinde Trump mitinglerini takip eden gazeteciler o mitingleri karakterize eden ana duygunun çile ve cefa olduğunu yazar. Mitinglerin yapıldığı yere gitmek ve miting yapılan alana girmek olağanüstü zordur. Kapılarda kilometrelerce kuyruk oluşur. Trump bütün mitinglere neredeyse istisnasız olarak geç gelir. On binlerce insan yağmurda, çamurda, güneşin altında, nefes alacak boşluğun kalmadığı meydanlarda Trump’ın gelmesini bekler.
Ancak tam da bu eza ve cefa bir grubu gerçekten bir araya getiren tek şeydir. Erdoğan ya da Trump kendisi için cefa çeken on binlerce insanla buluştuğunda onlara beklediklerine değdikleri bir şey verir: ortaklık duygusu. Bir amaç uğruna acı çekmek, “hepimiz gerçek inananlarız ve hepimiz bu işte birlikteyiz” duygusunu yaratır. Nihayet beklenen an gelip lider kendisi için yorulmuş ve acı çekmiş kitlelerle birleştiğinde büyük bir kolektif huşu duygusu oluşur.
Bir Sahne Olarak Miting
Erdoğan’ın bir lider olarak yükselişi, miting alanlarından televizyon ekranlarına yayılan o kolektif huşu duygusunun varlığı ile hep doğrudan ilişkili oldu.
Çoluk, çocuk, yaşlı her kuşaktan insanın adım atılamayacak kadar kalabalık meydanları ellerinde bayraklarla doldurduğu o görüntüler dışarıdan bakan için bir kolektif irrasyonaliteye işaret ediyor olabilirdi, ama o mitinge gitmek için kilometrelerce uzaktan gelmiş, saatlerce kuyruk beklemiş birisi içeri girdiği anda kendisinden daha büyük bir şeyin parçası olduğunu hissediyordu. Erdoğan’ın İstanbul belediye başkanı seçildiği 1994 yılından itibaren miting performansının etkileyiciliği kulaktan kulağa dolaştı.
Erdoğan mitinglerinin içeriği döneme ve o günün siyasal çerçevelerine/ sorunlarına göre hep değişti ama yapısı hiç değişmedi. Erdoğan alanı dolduran kalabalıklarla sanki evine gelmiş misafirler gibi sohbet ediyor, onlara şiirler okuyup, birlikte şarkılar söylüyordu. Sahnede gezindiği ve neredeyse hiçbir metne bağlı kalmadığı (ya da bağlı kalmadığını düşündürten) konuşmalarında onu dinlemeye gelenlere hayatını, dertlerini, öfkesini ve hayallerini anlatıyordu.
Bu mitingler bir program açıklama, partinin taleplerini kitlelere geçirme araçları olmadı hiçbir zaman. Kuşkusuz Erdoğan partinin icraatlarına, yapıp ettiklerine ya da yapmayı planladıklarına yer verdi. Ama bundan daha çok kendisini dinlemeye gelenlere biteviye Türkiye’nin gerçekten kime ait olduğu sorusunu sordu. O alanı Türkiye’nin gerçek sahiplerine ait bir alan olarak kurdu ve iktidarı onlarla paylaştı.
Yaklaşan seçimlerden önce Millet Bahçesi’nde yaptığı mitingde onu yine büyük bir kalabalık karşılıyordu. Geçmişte yapılan icraatlar ve gelecekte yapılması hedeflenen videolar eşliğinde, Erdoğan muhalefetin beceriksizliğinden, hainliğinden, ülkeye sahip çıkamamasından dem vuruyor, yüzbinlerce insana muhalefete dair çizdiği tüm olumsuz imajları onaylatıyordu.
Miting performansları tıpkı geçmişte olduğu gibi bugün de Erdoğan’ın doğrudan yönetimin ve kitlesel meşruiyetinin önemli sembollerinden biri oluyordu.
Muhalefet Meydanlara Geri Dönüyor
Tam da bu nedenle miting Türkiye siyasetinde dünyanın pek çok ülkesinde artık olmayan gücün ve anlatının kurulduğu mekân olma özelliğini kazandı. Muhalefet ilk kez miting alanlarına Erdoğan’ın miting performansına yakın bir güçle 2018 seçimlerinde Muharrem İnce mitingleri ile döndü.
Muharrem İnce’nin tarzı ve halkla kurduğu ilişki Erdoğan’a çok benziyordu, ancak kampanyasının dili son derece dışlayıcıydı. Erdoğan’a karşı neredeyse kişiselleşen kampanyasında sözünü kendisini dinlemeye gelen kitlelerin Erdoğan’a yönelik öfkesini örgütlemek üzerinden kurdu. Bu öfke miting alanlarına yüzbinlerce insanı çekti, ama oy çekmeyi başaramadı. Üstelik seçim kaybedildiğinde bu öfkesinden eser kalmamıştı.
Miting alanlarına muhalefetin asıl dönüşü ise 2019 yerel seçimlerinde oldu. Bu seçimlerde muhalefet Erdoğan’ı ve onun temsil ettiği değerleri ilk kez bu kadar görünür bir şekilde gündeminden düşürecekti. Örneğin İstanbul’da İmamoğlu projelere vurgu yapan, kutuplaşmadan uzak bir kampanya yürüttü. Ancak Muharrem İnce’nin yaptığının tam tersi bir şekilde seçimin tekrarlanması kararının alındığı gece ona oy veren seçmen onun sahici ve paylaşmak istediği sakin öfkesine tanık olacaktı.
Kravatını, ceketini çıkardıktan sonra gömleğinin kollarını sıyırarak yaptığı konuşmasına ellerini kaldırarak başlıyor ve “yolumuz uzun, heyecanımız yüksek, gençliğimiz var. Biz adalete susamış, demokrasiye inancı tam, Türk gençliğiyiz. Bu ülkede karar vericiler gaflet, delalet ve hatta ihanet içinde olabilirler ama biz asla vazgeçmeyeceğiz” diyordu. İktidarı kişileştirmeden derdini anlatan bu konuşma, mevcut iktidarla ilgili sembolleri de tersyüz ediyordu.
Yolumuz uzun, heyecanımız yüksek, gençliğimiz var. Biz adalete susamış, demokrasiye inancı tam, Türk gençliğiyiz. Ve de asla vazgeçmeyeceğiz! #HerŞeyÇokGüzelOlacak pic.twitter.com/mi4vnyMk9I
— Ekrem İmamoğlu (@ekrem_imamoglu) May 7, 2019
Bugün…
Millet İttifakı’nın önce İzmir ve sonra İstanbul’da yaptığı iki ortak miting ise uzun bir yolun yeni ve belki de son uğrağı. Bu mitingler ne 2018 mitinglerinde olduğu gibi sadece öfkeyi söze dönüştürüyor ne de 2019 mitinglerinde olduğu gibi Erdoğan’ı doğrudan karşısına almaktan kaçınıyor.
Mitinglerde liderlerin konuşması başlayana kadar çalan şarkılar eski kuşakların adalet duygusu ile yeni kuşakların adaletsizliğe duyduğu öfkeyi birleştiriyor. Önce Edip Akbayram Nazım Hikmet’in şiirinden uyarlama şarkısında “güzel günler göreceğiz çocuklar, güneşli günler, motorları maviliklere süreceğiz” diyor. Sonra genç kuşaklar için Norm Ender “çok güzel, bu düş çok güzel, belki bir rüyaya benzeyen masum ezgiden, belki hayallerde olmayan sınır ve çizgiden” diye devam ediyor. Playlistte her kuşağın protesto şarkıları kendine bir yer buluyor.
Herkes birlikte dans ederken, herkesin birlikte attığı bir slogan da var: “hak, hukuk, adalet”; üstelik herkes ellerini birleştirerek kalp yapıyor birbirine. Saadet Partililer Kemal Kılıçdaroğlu bayrakları dağıtıyor, İYİ Partililer yemek veriyor. Başörtülü, kentli, yaşlı, genç sanki ülkenin her rengi o mitingde. Çok genç var, gerçekten çok genç var. Herkesin rengi var ama hiç kimsenin rengi belirgin değil. Bir kaynaşma hali.
Her şeyden önemlisi ise bir mutluluk var havada. Öfkeden arınmış, hakkını arayan bir mutluluk. Oraya bin bir cefa ve eza ile gelmiş olmasına rağmen, orada olmaktan duyulan bir gurur. Elindeki yemeklerden kendisine de vermeni isteyen ve biz her şeyi paylaşıyoruz diyen amcalar. Birlikte çiftetelli oynadığın tanımadığın gençler. Kimsenin neredeyse kimseye kızmadığı bir kolektif huşu hali. İnsanı yerinde zıplatan, çığlıklar attıran.
Ama belki daha önemlisi, liderlerin konuşması ile çok da ilgilenmeyen bir kalabalık. Bu olgu Millet ittifakı mitinglerinin Erdoğan mitinglerinden belki de en büyük farkı. Oraya birlikte olmaya gelmiş bir kalabalık. O kürsüye çıkacak hiç kimsenin orada, o anda ne vaatleri ile ne söyledikleri ile ilgilenen, birlikte olmanın coşkusu kendine yeten, bu sefer kendi kendini değiştirdiğini bilen bir kalabalık. Hatta heyecanını, coşkusunu tam salmak üzereyken İstanbul’un 3 bölgesinde CHP ve İYİ Parti listelerinin tüm milletvekili adaylarının okunması ile biraz enerjisi düşen, ama sonra ilk şarkıda yine birbirine aynı coşku ile sarılıp, canını sıkan her şeyi unutan, unutmaya hazır bir kalabalık…
Coşturulmaya değil, coşkusunun söndürülmemesine ihtiyacı olan bir kalabalık. Liderini bekleyen, onunla bütünleşen değil, liderini seçen.
Kürsünün üstünden bu duygu görülüyor mu bilmem, ama öyle…