Dışişleri Bakanlığından emekli biri olarak yeni kabinede doğallıkla en ilgimi çeken bölüm Dışişleri Bakanlığındaki değişim oldu. Hakan Fidan, Barçın Yinanç’ın köşe yazısında ifade ettiği gibi, “sahipsiz bir kurum ve sevimsiz bir miras” devraldı.
Dışişleri Bakanlığı bu toprakların en köklü kurumlarındandır. Genel olarak, Türkiye’nin en iyi yetişmiş bürokrat kadrolarının önemli bölümü buradadır. Bu değerli kurum son yıllarda, bilinçli bir şekilde zayıflatıldı. Bir yandan FETÖ, bir yandan başkaları, kurumu çok yıprattılar.
Dışişlerine karşı önyargı çok, algı da olumsuz. Eleştiriler çoğu zaman eksik ve yanlış ve bazen de sıfır bilgiye dayalı. Kurumun başındaki kişi de savunması ve doğru bilgi vermesi gerekirken bu kervana katılınca, bizzat talimatı ve bilgisi dahilinde yapılan işler dahil sorumluluk almayıp her şeyi bürokrata yıkınca, olumsuzluklar Bakanlığın üzerine yapışıp kalıyor.
Diplomatların da her kurum ve meslekte olduğu gibi tabi eksiklikleri, eleştirilecek yanları var. Bunları gidermenin yolu, yapılageldiği üzere, kurumu baskılamak, hor davranmak, kilit noktalarına ve birçok dış temsilciliğe dışarıdan atama yapmak olmasa gerek.
Kurumlar da sahibine göre kişner
Devletin en üst mevkilerinde görev yapan siyaset insanları hem ülkede hem başında bulundukları kurumda şu veya bu şekilde kurumsal tarihe ve her türlü hafızaya geçiyorlar.
Kimi küçük bir çıkar veya ideoloji grubu haricinde, çavuş eskisi Adolf Hitler gibi her türlü olumsuz hisle, kimi de yine küçük bir çıkar veya ideoloji grubu haricinde, Atatürk gibi saygıyla, sevgiyle, özlemle yad ediliyor.
Dışişleri Bakanlığında da durum farklı değil. Mesela, Hikmet Çetin görevi sona erip Bakanlıktan ayrıldığı gün büyükelçisinden odacısına, daire başkanından şoförüne kadar Dışişleri Bakanlığının her kademe, kıdem ve kadrosundan insanının bahçede toplanıp, alkışladığı, arkasından göz yaşı döktüğü, kapılara kadar geçirdiği bir Bakan olmuştur. Hikmet bey ile Bakanlık mensupları arasındaki karşılıklı saygı ve sevgi bugün de bakidir.
Mesut Yılmaz, İlter Türkmen ve çoğu bakan, görevleri sona erip ayrılmadan önce Bakanlığın en üst katından başlayarak aşağı doğru bütün katlara gitmişler, tüm odalara uğramışlar ve Bakanlık çalışanlarına veda etmişlerdi. Ne kadar insani ve kadirşinas bir davranış…
Yıllarca Bakanlık yapılan bir kurumdan kısa ve sıradan bir mikrofon konuşması ve âdet yerini bulsun kabilinden basmakalıp birkaç kelimeyle yapılan samimiyetsiz ve kuru teşekkürden çok farklı.
Yöntem ve üslup farkı
Bu farklılık, Bakanların Bakanlığa olan bakış açısını yansıttığı kadar, Bakanlığın da Bakana bakış açısını yansıtıyor.
İhsan Sabri Çağlayangil Türkiye’nin mali bakımdan en sıkıntılı dönemlerinden birinde New York’ta bir arsayı ve üzerindeki binayı satın aldırmış, o zaman devletin parasını heba etti diye eleştirenler olmuştu. Bugün, New York’un en önemli birkaç mevkiinden birinde, Birleşmiş Milletler binasının hemen karşısındaki bu arsada 36 katlı Türk Evi gökdeleni yükseliyor. İhsan Sabri beyi, hiçbir kişisel çıkar gözetmeden, Türkiye’ye kazandırdığı bu kârlı yatırım ve servet için minnetle anıyoruz.
Bir yandan Çetin ve Çağlayangil gibi bilgileriyle, nezaketleriyle, tevazularıyla, öğreticilikleriyle hayırla yad edilen Bakanlar, diğer tarafta kişisel menfaatleri, hobileri ve nobranlıklarıyla hafızalara kazınanlar var. Öte yandan Ülkeye ve kuruma her anlamda katkıda bulunanlar, diğer tarafta hiçbir şey katmadığı gibi kurumsal kimlikten performansa, devlete katkıdan prestijine kadar pek çok açıdan geriye götürenler.
Bir tarafta Cebeci’deki dışişleri şehitliğinde yatan, terör örgütleri tarafından şehit edilen 30 küsür diplomatımızın kabirlerine karanfil bırakıp Dışişleri Bakanlığı ailesinin üzüntüsünü samimiyetle paylaşanlar, öbür tarafta, basın mensupları önünde acılara bürünmüş pozlar verdikten sonra, kurumu ve personelini her fırsatta yerin dibine sokmaya çalışanlar.
Bu iki farklı yapıdaki tepe yöneticiler, hangi siyasi partiden olduğundan bağımsız olarak, Bakanlık personelinin vicdanında da kurumsal tarihte de çok farklı yerlere sahip olmuştur ve olacaktır.
Hakan Fidan dönemi başlarken
Hakan Fidan son 22 yıldır devletin birçok kilit kademesinde üst düzey görev yapan, devleti çok iyi tanıyan, Cumhurbaşkanına doğrudan erişimi olan, güvenini haiz bir isim. Bugün ülkenin dış ilişkiler ve güvenlik politikalarından sorumlu olan üçlü (Dışişleri, Genelkurmay, MİT) uzun yıllardır birlikte çalışan bir kadro. Bu da tabi çok önemli bir avantaj.
Hakan Fidan’ın dışişleri bakanı görevine getirilmesi dış politikaya dair bazı ipuçları veriyor.
Türkiye’nin son birkaç yıldır birçok ülkeyle ara düzeltme politikalarında, Hakan Fidan’ın yönetimindeki MİT, Libya, BAE, Suudi Arabistan, Suriye ve Mısır’da olduğu gibi, taşları ve otları temizleyip araziyi ekilmeye uygun hale getirdi, Sonrasında Dışişleri Bakanı Yardımcısı, Savunma ve Dışişleri Bakanları ve nihai aşamada Cumhurbaşkanı devreye girdi.
Hakan Fidan’ın önündeki konular
Bir önceki dönemde ortam yaratan devlet yetkilisinin şimdi dışişlerinin başına getirilmesini, önümüzdeki dönem uluslararası ilişkilerde diplomasinin ağırlığının artmasının hedeflendiği şeklinde yorumlamak mümkün. Tarz ve üslupta da değişiklik bekleyebiliriz.
Türk dış politikasında çözümlenmesi gereken pek çok mesele arasında AB ve ABD’yle ilişkiler, Suriye ve Mısır’la normalleşme, Rusya’yla ilişkilerin belli bir dengeye kavuşturulması, Yunanistan, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz ve Azerbaycan-Ermenistan da bulunuyor.
Suriye, dış politikada odak noktasındaki meselelerin başında geliyor. Beşar Esad’la normalleşme, YPG’nin konumu, sınır güvenliği, radikal gruplar ve silahlı muhalifler, sığınmacıların geri dönüşü çetrefil ve çözümü hiç kolay olmayan konular.
Hakan Fidan bu konulara yabancı olmak bir yana, yıllardır tam içinde.
Dışişlerinin yeniden dış politikanın merkezinde olması önem taşıyacak ama özellikle de diplomaside biçim ve özün birbirini tamamladığı da unutulmamalı.
Türkiye’nin dış dünyaya açılan penceresi ve vitrini olan Dışişleri Bakanlığının merkezdeki alt ve üst yapısının, ülkemizin dünyadaki ağırlığına ve iddialarına uygun olması gerekir. Son yıllarda devlet kurumlarının çoğunda bu yönde kazanımlar elde edilmesine mukabil, Dışişlerinde durum içler acısı.
Bakanlık binası dökülüyor
Dışişleri Bakanlığı binası her yönüyle çok eski ve tehlike arz ediyor. Deprem olursa bize ne olur kaygısı, somut verilerden besleniyor. Zaman zaman tavanlar memurların tepesine dökülüyor, hatta çöküyor. Belli aralıklarla Bakan ve Bakan Yardımcılarının ofislerinin bulunduğu katlarda yapılan düzenlemeler, genişletmeler, restorasyon, vs Bakanlık binasının sorunlarını gidermiyor.
Ankara’nın bir bölgesinde yeni bir Bakanlık binası yapılacaktı. Bu amaçla tahsis edilen bütçe zannediyorum başka projelere kaydırılmış ve bu proje, bildiğim kadarıyla rafa kaldırılmış durumda. mevcut.
Orijinal fikir kimin bilmiyorum ama emekli Büyükelçi Hasan Göğüş’ün bundan bir süre önce bir yazısında dillendirdiği bir öneri var: Ankara merkezin dışında bir mevkide inşaatı yapılmakta olan Genelkurmay Bakanlığından/Millî Savunma Bakanlığından boşalacak binaların Dışişleri Bakanlığına verilmesi. Keşke olsa.
Hakan Fidan’ın döneminde, Türkiye’nin en önemli ve güzide kurumlarından biri olan MİT’in devlet yapısı içindeki yeri daha da pekiştirildi. Teşkilatın operasyonel, teknik, vb kabiliyetleri geliştirildi. Personelin özlük hakları iyileştirildi. Yeni yerleşke inşa edildi.
Bu gibi adımların, baskılanıp sindirilen, marjinalize edilen, önemsizleştirilen, özgüveni zarar gören Dışişleri Bakanlığında da atılması herkese ama en çok ülkeye kazandıracaktır.